5 Şubat 2018 Pazartesi

İslam’a İnanmada Kendi Tecrübem


Evren var ve bilinç var ise bunun bir var edicisi vardır. Eğer bilinç olmasa sadece evren olsaydı bu evrenin kendisi tanrıdır denebilirdi ki bunu söyleyecek bir bilinç olmayacağı için bu sözün bir anlamı yok.
Bilincin taştan topraktan var olacağına inanmak Tanrı ile ilgili aklımızla ilk elde tespit ettiğimizi sandığımız bütün çelişkilerden çok daha büyük bir çelişkidir.
Tanrının var olduğuna inandıktan sonra Evreni yaratan Tanrının mutlaka mükemmel bir varlık olması gerektiğini zorunlu olarak kabul ederiz çünkü mükemmel olmayan bir varlık varlığını kendinden devam ettiremez. Merhametli olmak durumundadır çünkü kıskanacağı veya tehdit kabul edeceği bir rakibi yoktur. Zulmetmez çünkü bu acizliktir.
Bilinç hakkında fikri olanlar bilir ki bilinç bir vicdanla yaratılmıştır. Bilinç sahibi vicdanlı insan yaratıcısının da mutlaka vicdanlı olduğunu düşünmek durumundadır. Bilinç ve vicdan peşinden ahlak kurallarını getirir ahlakın bir numaralı şartı adaletli olmaktır. Adalet sahibi Yaratıcı, bilinçli insanı yarattığına göre bu insanların arasında adaletli olması gerekir. Fakat insan tecrübe etmektedir ki insanlar arasında kabiliyetleri ve yaşam şansları açısından bir eşitlik yoktur. Bu insanlar yapıları gereği birbirlerine haksızlık yapmaktadır. Yaratılan tabiat da afetlere maruz kalmaktadır. İnsanların birçoğu hiç suçu yokken tabii afetlerde hayatını kaybetmektedir veya sakat doğmaktadır. Bütün bunları yaratan Tanrı eğer bu insanları bir şekilde eşitlemeyecekse bu büyük bir sorundur.
İnsanlar farklı yapılara sahip olmaları, güçlü ve zayıf, asabi ve yumuşak huylu şeklinde yaratılmaları neticesinde kötülük yapma kabiliyetine de sahip olmaları insanların çatışma yaşamasına sebep olmaktadır.
Bu farklı yapı ve yaşam şanslarına sahip insanları bir yerde eşitlemek, kendi aralarında hesaplaşmalarını sağlamak, şanssız bir şekilde hayata başlayanlara veya hayatını kaybedenlere bunun karşılığını vermek Adil Yaratıcı için zorunlu bir adalet olarak görünmektedir.
Yaratıcı bu eşitlemeyi, bu hesaplaşmayı bütün insanlar için bu dünyada yapmıyorsa bir başka boyutta yapmasını bekleriz ve bunu bize haber vermesini bekleriz.
Dünya tarihine, insanların inandıkları şeylere bakınca insanların sürekli bir Tanrı inancı tecrübe ettiklerini görüyoruz. Bir gelenek hemen kendisini gösteriyor bu gelenek hep tek büyük yaratıcıdan bahseden, kitap sahibi, Yaratıcıdan vahiy aldığını iddia eden peygamberlerin insanlık tarihinde yer aldığını görüyoruz.
Bu kitapların getirdiği son üç din bugün dünyanın en önemli dinleridir. Musevilik, Hristiyanlık ve İslam bunlar aynı geleneğin dinleri oldukları çok açık. Bu peygamberli din serisinde bir özellik var bu elçiler hep kendilerinden önce gelen elçileri de kabul edip kıssalarını anlatıyorlar ve kendilerinden sonra da bu geleneğin devam edeceğini söylüyorlar. Fakat insanlar bu kitapların getirdiği dinleri kısa zamanda yozlaştırıyorlar ve dinlerini bozuyorlar bu durum daha eski dönemde yine aynı gelenekten gelmiş din olduğu halde bugün çok başka hal almış diğer dinleri de anlamamızı sağlıyor. Ve sonuçta aynı gelenekten Kur’an adlı bir kitap geliyor ve bu Kitap son ayetlerinde benden sonra artık elçi gelmeyecek diyor ve gerçekten de aynı geleneği temsil eden bir elçi gelmiyor. Kur’an’a baktığımızda en başta aklımızla kabul ettiğimiz Büyük Yaratıcıyı tam anlamıyla tanımlayan bir kitap görüyoruz. Ona kimseyi ortak koşmuyor onun mülküne kimseyi ortak etmiyor. Onun yüceliğine halel getirecek bir tanımlamaya rastlamıyoruz. Kur’an’ı insanlardan daha üstün özelliklere sahip birileri yazmıştır iddiası ortaya atılsa bile biz deriz ki neden kendilerini bize dikte etmemişler de Allah’ı bize en güzel şekilde tanıtmışlar.
Bu noktada şu itirazlar olabilir. Biz Kur’an’ı okuyoruz fakat orada aklımıza uymayan bazı çelişkiler ve bildiğimiz ahlak değerlerine uymayan bilgiler görüyoruz.
Buna şunu deriz.
Matematikte soldaki bir rakamı sağındaki sekizlerden dokuzlardan daha büyüktür. Bu şu demektir biz en baştan başlayan bir mantık örgüsünde zorunlu olarak büyük kabullerle bir Kitaba kadar ulaşmışız bunlar bizim için en soldaki bir rakamıdır. En baştaki kabullerimize karşılık şimdi yerel, güncel alışkanlıklarımız veya zamanımızdaki bilimin gelebildiği noktada bize ters gelen bazı konuları Kur’an’a ters görüyorsak burada mantık kurallarını yıkarak ‘’zorunlu büyük kabulü’’ değişken, zamana ve alışkanlıklara dayalı kabullere feda etmeyiz. Bu kabuller bize ilk etapta sekiz dokuz gücünde görünse bile. Çünkü aklımızın kabul ettiği en büyük değer Yaratıcının kendisidir. Biz onu tanımayı onu razı etmeyi varlık sebebimiz sayarız. Bu duygusal bir şey olduğu kadar matematiksel bir zorunluluktur.

Hiç yorum yok:

Türkiye’de Yaşayan Milletin Ortak Adı; -Anadolu Türkü-

Türkiye’de her kökenden insanın kendini ülkenin öz sahibi saymasının önündeki yapay engel nedir? ‘’Kürtler dışındakilerin toptan Orta Asya T...