Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için tekrar hatırlatayım; siyasal islamcı bir ilahiyatçı olarak bu yazıyı yazıyorum.
Resulullah (as) ın irtihalinden sonra Hz Ebubekir ve Hz Ömer döneminde siyasi otorite sağlam durduğu için din konusunda ciddi bir tartışma yaşanmadı. Hz Osman dönemiyle siyasi karışıklıklar başladı ve din konusunda da tartışmalar yaygınlaştı. Konuyu uzatmamak için detaya girmiyoruz.
Müslümanlar arası savaşlar, kabileler arası kayırmacılık rekabet, eski geleneklerin öne çıkmaya başlaması, yeni dine girenlerin taşıdıkları kültürler, siyasi rekabetler, kurulan yıkılan devletler, mezheplerin oluşması, mutezilenin ve haricilerin öne çıkarttığı sorular, Mihne olayı, Felsefi eserlerin tercümesi ve Tasavvufun İslam dünyasına girmesi ve hadis uydurma faaliyetleri.
Bütün bunlar yaşandıktan sonra Moğol baskınıyla yakılan kütüphaneler ve bu sırada İslam dünyasını tehdit eden en büyük tehlike olarak hızla yayılan batınilik tehlikesi.
İslam bize korunmuş kapalı bir sandık içerisinde gelmedi. Bütün bu olaylar yaşanırken Müslümanlar bu olaylara göre şekil aldı, fikirleri değişti, otoriteye göre şekil aldılar, otorite değişti ulema ortayı bulmaya çalıştı, orta yolcular yolunu bulmaya çalıştı, aşırıcılar çıktı onlara karşı şiddet arttı ona göre rivayetler öne çıktı vs.
Müslümanlar şunu yakın zamanda çok açık şekilde kabul etmek zorunda kalacaklar.
İslam öğretisinin bize geliş şeklinin doğruluğu konusunda kendi içerisinde aklın kabul edeceği bir mantığı olmalıdır.
İslam iki esasa dayandırılıyor Kur’an ve Hadis
Kur’an Resulullah tarafından yazdırıldı yüzlerce kişiye ezberletildi ve sahabe tarafından çoğaltıldı.
Hadisler yazdırılmadı, sonradan toplandı.
Geldiğimiz noktada artık dünyada bilimsel açıdan gizlenecek bir şey kalmadı.
Yapay zekaya hadis külliyatımız sorulacak. Hadis rivayet sistemimiz bilimsel disipline uygun mu, kendi içerisinde tutarlı mı diye.
Dikkat! Burada İslam’ın içeriğinden değil bize ulaşma metodundan bahsediyoruz.
İbadetlerin, emir ve yasakların mantığını yapay zekaya soralım demiyoruz.
Bu meseleyi hemen hadis inkarı diyerek, Yaşar Nuri, falan filan isimleri gündeme getirerek hafife alarak geçiştirmeyin. Bazı isimlerin bu konuyu yanlış şekillerde dile getirmiş olması meselenin önemini ve doğruluğunu değiştirmez.
Çok uzak olmayan bir dönemde biraz düşünen herkes bunu kabul etmek durumunda kalacak. Bunu ne kadar erken ve ne kadar çok müslüman anlar ve formüle ederse o kadar çok hızlı yol alırız.
Hadis rivayetlerinin teknik olarak güveneceğimiz kadar doğru şekilde değişmeden bize ulaşması mümkün değildir.
Bunu Hadis Usulü ilminin kendisi de aslında baştan kabul eder. Şöyle ki; Cerh Tadil ilminde ravilerin Udul olmaları şarttır. Yani yalan söylememeleri. Bu durum sıkı takiplerle tespit edilmeye çalışılmıştır. Fakat sahabede bu duruma bir istisna konulmuş Resulullah’ın çevresindekiler toptan udul kabul edilmiş asla yalan söylemeyecekleri peşinen kabul edilmiştir.
Sahabe için Udul Hadis Usulünde şöyle tarif ediliyor
---------
Kelime olarak adil ve adaletli manasına adlin çoğuludur.
Hadis ilimlerinde adaletli olduklarından rivayetleri makbul raviler, özellikle sahabe için kullanılan bir tabir olarak geçer. Sahabe uduldür? denildiği zaman Hz. Peygamber (s.a.s)'in çevresini oluşturan Müslümanların hepsinin adalet vasfına sahip oldukları ve hadiste asla yalan söylemedikleri kastedilmiş olur.
-------
Bu durum bir kabul meselesidir yani bir inanç, bir akaid meselesidir. Müslümanların böyle bir inancı varsa bunun akaid kitaplarında yer alması gerekmektedir. Var mıdır akaid kitaplarımızda sahabenin yalan söylemeyeceğine dair bir inanç esasımız? Yoktur. Peki Hadis Usulünde bu nasıl yer almıştır? Belli değil.
Tamam biz bunu şimdiye kadar kendimizden ve halktan sakladık. Peki yarın yapay zeka literatürümüzü taradı ve tutarlılık testi yaptı ve sizin rivayet sisteminiz büyük bir açık barındırıyor dedi. Ne olacak?
Hadis rivayetleri arasındaki farkları, çelişkileri bunları konuşarak geçmişimizi karalamaya gerek yok. Farklılıklar sorun da değildir. Kur’an üzerinde de her konuda ittifak edemeyeceğiz, bu bizden istenen bir şey de değildir. Rekabet bizi güçlü kılar. Geçmişe takılmak bizi geri bırakıyor.
Kur’an-ı Kerim de her konuyu halletmek için indirilmedi. Kur’an ana esasları ve maksatları belirlemiştir. Kur’an mesela bir hukuk kitabı değildir. Kur’an ceza yasası kitabı da değildir. Böyle bir iddiası olsa bütün büyük suçların cezalarını belirlerdi. Faizin, kumarın, alkolün vs cezasını belirlememiştir. Önüne geldiği için birkaç suçun cezasını belirlemiş onlar da dönemin uygulanan cezaları şeklindedir. Böyle yapmasından anlaşılmaktadır ki bu alanlar marufa, örfe, dönemin tekniğine, müslüman adaletine bırakılmıştır.
Resulullah ile beraber yaşayan müslümanlar için Rasulullah’ın emirleri farz hükmündeydi. Mesela istişareden sonra savaş için Uhud’a gidiyoruz dediğinde Uhud’a gitmek sünnet değil farz oluyordu. Ganimet paylaşılırken kime ne verdiyse o paya razı olmak sünnete uymak değil farza uymak oluyordu. Namazı Resulullah’tan gördüğü gibi kılmak sünnet değil farzı ihya etmek oluyordu. Dolayısıyla bizimle Sahabenin durumu bu açıdan farklı. Resulullah eğer kıyamete kadar Müslümanların uyması gereken farz kurallar veya şart kurallar veya sevap kurallar olsaydı bunları şöyle 50-60 maddelik bir liste şeklinde yazdırıp bırakır bizi büyük bir sıkıntıdan kurtarırdı.
Çünkü önünde Yahudilerin (Tevrat- Mişna) düştüğü durum vardı.
Resulullah Kur’an’ı yazdırdığı gibi, müşriklerle anlaşma, Medine Vesikası, Hudeybiye Anlaşması, krallara mektuplar yazdırmıştı.
Bütün bunlar varken Resulullah’ın Müslümanlara lazım olduğu halde 20-30 sayfalık kuralları yazdırıp bırakmayarak müslümanları yüzbinlerce rivayetler içerisinden hadis ayıklamak zorunda bırakacağına inanmak Resulullah’a ve Allah’a karşı ciddi saygı sorunu barındırır.
Bu arada namazı herkes babasından gördü ve Kabe’de 1444 yıldır tavaf ve namaz hiç durmadı.
Müslümanlar korkmayın ibadetlerin artması çok olması iyi bir şey değildir. Bu Yahudilerin başına da gelen bir yanlıştır. Dünya değişiyor ve başka bir yere gidiyor. Kur’an’daki ibadetleri, emir ve yasakları en asgarisinden bile yapsak çan eğrisi açısından bakarsak olaya iyi durumda oluyoruz.
Allah-u Teala Kur’an ve Resulullah’ın hayatında uyguladıklarını ayırmışsa bunda bir hikmet vardır. Onun hadislerini ona yazdırmamasının bir hikmeti vardır. Allah’a ve Resulüne güvenin.