6 Kasım 2019 Çarşamba

Suriye İç Savaşını Türkiye Engelleyebilir miydi? Olayların Kronolojik Gelişimi




Suriye meselesinin tartışıldığı her ortamda bir kesim peşin bir fikirle Türkiye’nin Suriye politikasının baştan yanlış olduğunu söyleyerek Suriye’de iç savaşı Türkiye çıkartmıştır, iddiasında bulunmaktadır,  bu iddianın yeterince cevaplanmadığını görüyoruz.
Suriye iç savaşı neden çıktı, süreç nasıl gelişti, Türkiye’nin müdahalesi yerinde mi olmuştur, yeterli olmuş mudur, Suriye iç savaşını Türkiye mi çıkarttı? Sırayla inceleyelim.
2011 yılında arap dünyasında arap baharı denilen zincirleme kalkışma hareketleri başlamıştı.
Tunus, Arap Baharı'nın başladığı ülkedir. 17 Aralık 2010 günü Sidi Bouzid kentindeki seyyar satıcı Muhammed Buazizi yaşadığı ekonomik sıkıntıları protesto etmek için kendini yaktı. Bu olay, ülkede hükümet karşıtı çok büyük kitlesel eylemlerin düzenlenmesine neden oldu.
Protestoların sonucunda, 14 Ocak 2011 günü, 1987 yılından bu yana iktidarda olan Bin Ali görevinden istifa etti. (kalkışmanın 28. gününde)
Arap Baharı, Mısır'a Ocak 2011'de Tahrir Meydanı'nda düzenlenen protestolarla ulaştı. Eylemlerin başlamasından 18 gün sonra Hüsnü Mübarek görevden ayrılmak zorunda kaldı.

Yemen’de devlet başkanı Ali Abdullah Salih  2 Şubat 2011'de 2013 yılındaki seçimlerde yeniden aday olmayacağını açıkladı. Silahsız protestoculara karşı hükümetin şiddetli yanıt vereceğini açıkladı. Partisinin milletvekilleri 23 Şubat 2011 tarihinde istifa etti. 10 Mart 2011'de Salih yasama ve yürütme yetkilerini ayırarak, yeni bir anayasa konusunda bir referandum yapacağını ilan etti. Artan protestolar sonucu görevini yardımcısı Abd Rabbuh Mansur al-Hadi'ye devrederek ABD'ye tedaviye gitti. (2 ay içerisinde)
Libya'da hükümet karşıtı gösteriler Şubat 2011'de başladı. Ağustos 2011 yılında silahlı muhalif gruplar başkent Trablus'u ele geçirdi. Böylece Kaddafi ve oğullarının birkaç ay sürecek kaçış dönemi başladı.
Görüldüğü gibi Arap Baharı eylemlerinin yapıldığı ülkelerde birkaç haftada, birkaç ayda diktatörler istifa etmişti.
Suriye bu ülkeler arasında en dikta yönetimle idare edilen ülkeydi. İktidar bir darbeyle iktidara gelen Hafız Esed’in dahil olduğu nusayrilerin elindedir. Nusayriler nüfusun sadece %13’nü oluşturmaktadır. Bu şekilde azınlığın ülkeyi idare ettiği başka bir ülke dünyada yoktur. Esed diğer Arap ülke liderleri gibi halkın kalkışmasını görüp çekilmedi, aynı babası gibi halkın üzerine uçaklarla bomba yağdırdı. Çünkü diğer Arap ülkelerindeki diktatörler kadar bile iktidarda olma hakkı yoktu. Bir serbest seçim sonrasında, bütün ailesi dahil  Suriye’de yaşama şansları olmayacağını biliyorlardı.
2006'dan itibaren muhaliflere uygulanan seyahat yasakları Arap dünyasındaki en ağır seyahat yasakları olarak tanımlanmıştır. 1962 yılında binlerce Kürt vatandaşlıktan çıkarılmış ve onların soyundan gelenler "yabancılar" olarak fişlenmiştir.
2009 yılında Gazetecileri Koruma Komitesi, dünya üzerinde blogger olmak için en kötü 10 ülke listesinde Suriye'ye 3. sırada yer vermiştir
İnternet sansürünün yoğun olduğu ülkede, politik sebeplerle internet siteleri yasaklanmış ve bu sitelere erişenler tutuklanmıştır. 2007 yılında kabul edilen bir yasa uyarınca internet kafeler, kullanıcılarının internet forumlarında yaptıkları tüm yorumları ve paylaşımları kaydetmek ve devlete bildirmekle yükümlü tutulmuşlardır.
Bütün bu şartlar göz önüne alındığında Arap Baharı furyasında en çok isyan etmesi beklenen halkın Suriye halkı olduğu anlaşılır.
Diğer Arap ülkelerinde ocak, şubat aylarında başlayan isyan hareketleri 2011 mart ayında Suriye’de başlamıştır.
Olaylar nasıl başladı;
Suriye’de olayların özet olarak kronolojisi;

15 Mart 2011: Başkent Şam'daki Hamidiye Çarşısı'nda yaklaşık 50 kişilik bir grup, siyasi tutuklu olan yakınlarının serbest bırakılması için gösteri yaparak "hürriyet" sloganı attı. Gösteriye güvenlik güçleri müdahale etti. Bu gösterinin ardından asıl yönetim karşıtı eylemler ülkenin güneyindeki Dera kentinde başladı. Dera'daki olaylar, küçük yaştaki bir grup öğrencinin okul duvarına "halk rejimin yıkılmasını istiyor" şeklinde yazı yazması sonucu gözaltına alınmaları ve işkence görmeleri iddiasıyla patlak verdi.
25 Mart: Muhalifler Cuma namazı sonrası "Şeref Günü" adı altında gösteri düzenledi. Bu protesto gösterisinin ardından muhalifler, her hafta Cuma namazı sonrası değişik isimlerle gösteri yapmaya başladı.
26 Mart: Dera'da göstericiler, eski Cumhurbaşkanı ve Beşar Esed'in babası Hafız Esed'in heykelini devirdi. Cuma gösterilerinde muhalifler en az 70 kişinin öldürüldüğünü duyurdu.
11 Mayıs: Suriye Merkezli İnsan Hakları Örgütü, ülkedeki olaylarda 750 kişinin öldüğünün belgelendiğini açıkladı.
23 Mayıs: AB ülkeleri tarafından yaptırım uygulanacak Suriyeli yetkililere Beşar Esed da dahil edildi.
6 Haziran: Suriye yönetimi ülkenin kuzeyinde buluna Cısr Eş Şuğur kasabasında 120 polisin öldürüldüğünü duyurdu. Enformasyon Bakanı Adnan Mahmud, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "şiddetli bir operasyon" yapılacağının sinyallerini verdi.
Bu tarihten sonra Suriye vatandaşlarının Türkiye'ye akını başladı.
9 Haziran: Türkiye'ye gelen Suriyeli sayısının 10 bini aştığı, daha sonra da 15 bini geçtiği duyuruldu.
15 Haziran: BM, Suriye'de bin 100 kişinin öldüğünü ve 10 bin kişinin gözaltına alındığını açıkladı.
Aynı gün Esed'in özel temsilcisi Hasan Türkmani Ankara'da temaslarda bulundu. ( Türkiye ve Suriye’nin o dönemde ortak bakanlar kurulu toplantısı yapacak düzeyde iyi ilişkileri var. Olaylar hızla büyüyor ama Suriye bu konuda henüz Türkiye’yi suçlamıyor çünkü Türkiye o günlerde halkın ayaklanmasına sıcak bakmıyor çünkü Suriye ile geliştirdiği ilişkiler neticesinde Beşer Esed’in demokratik açılımlar yapacağı bekleniyordu)
İsyan başlayalı dört ay olmuş; o günün havasını anlamak, Suriye hükümetinin henüz isyan konusunda Türkiye’yi suçlamadığını anlamak için BBC’nin yaptığı  Suriye ile ilgili bir haberi verelim; (Esed’in özel temsilcisini Ankara’ya gönderdiği günlerde.)
‘’Kentte rejim aleyhtarı büyük gösteriler yapılmış, devlete ait yayın organları resmi binalara ve emniyet müdürlüğüne saldırılar düzenlenmişti. ….Buna rağmen hükümet Cizr el-Şuhur'da hayatın eski düzenine dönmekte olduğunu, insanların geri gelmeye başladıklarını belirtiyor ve yöre halkının da evlerine dönmesini tavsiye ediyor.
Suriye Hükümeti, Suriye Kızılayı'ndan da, Türk Kızılayı'yla temas kurarak, Türkiye topraklarına geçmiş olan mültecilerin geri dönüşü için işbirliği yapmasının isteneceğini bildirdi.’’ (İsyan başlayalı dört ay olmuş bini aşkın  ölü, onbinden fazla tutuklama ve onbinden fazla Türkiye’ye göç olmuş Suriye devleti Türkiye’yi henüz şuçlamıyor, aksine işbirliği içerisinde)
20 Haziran: Esed, halka seslendi ve "ulusal diyaloğun" başlayacağını söyledi.
Türkiye'ye sığınanlara geri dönün çağrısı yapan Esad'ın konuşmasından sonra Türkiye'den Suriye'ye dönüşler başladı. Bazı aileler dönerken, bazıları kamplarda kalmayı tercih etti.
27 Haziran: Muhalifler Şam'da toplandı.
7 Temmuz: ABD'nin Şam'daki Büyükelçisi Hama'ya gitti. Suriye bu durumu, "ABD'nin olaylarda parmağı olduğuna dair kanıt" olarak niteledi ve sert tepki gösterdi.
31 Temmuz: Ramazan ayı arifesinde Suriye ordusu Hama kentinde operasyon başlattı. Bu operasyon bütün dünyada geniş tepki çekti.
2 Ağustos: Operasyonlarda sadece 3 gün içerisinde 150'ye yakın sivilin öldüğü bildirildi.
8 Ağustos: BM Güvenlik Konseyi Suriye'yi kınadı.
9 Ağustos: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Şam'a gitti. Esed ile altı saatlik görüşme yaptı (İsyan başlayalı altı ay olmuş, ölenlerin sayısı binleri geçmiş vaziyetteyken Türkiye hâlâ diyaloğu devam ettirmeye çalışıyor, Esed’e demokratik seçime gitmesini tavsiye ediyor)
2 Eylül: AB ülkeleri Suriye petrolüne ambargo uygulanması konusunda uzlaşmaya vardıklarını duyurdu.
15 Eylül: Olaylarda ölenlerin sayısının 2 bin 600'ü bulduğu açıklandı. Esad'ın danışmanı Buseyna Şaban bin 400 kişinin öldüğünü bunların yarısının güvenlik görevlisi ve asker olduğunu söyledi.
Muhalifler, İstanbul'da "Suriye Ulusal Konseyi"ni kurduklarını açıkladı.
7 Ekim: Özgür Suriye Ordusu komutanı Riyad Al Assad Hatay'dan uluslararası kamuoyuna yardım çağrısında bulundu.
2 Kasım: Suriye, Arap Birliği planını kabul etti. Ancak akan kan durmadı. Daha sonra, Suriye'nin anlaşmayı uygulamadığını belirten Arap Birliği Suriye'nin üyeliğini askıya aldı. (Suriye rejimiyle ilişkileri sadece Türkiye değil  Arap Birliği de aynı günlerde kesiyor)
27 Kasım: Arap Birliği, barış planını uygulamayan Suriye'ye ekonomik yaptırım kararlarını onayladı. Suriye'den sert tepki geldi.
29 Kasım: Türkiye de yaptırım listesini açıkladı.
10 Ocak: Uzun bir süre sonra kameraların karşısına geçen Devlet Başkanı Esed, Şam Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada, "Suriye'yi istikrarsızlaştırmayı amaçlayan" dış güçleri suçladı. Bazı Arap ülkeleri de Esad'ın hedefindeydi.
22 Ocak: Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi'yi ziyaret eden Suriye Ulusal Konseyi heyeti, Arap Birliği'nden Suriye konusunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne taşıması için resmen istekte bulundu.
Arap Birliği'nin Suriye konulu toplantısından Esad'ın yetkilerini yardımcısına devretmesi çağrısı çıktı. Arap Birliği, demokratik ve barışçıl bir geçiş süreci için yeni bir yol haritası hazırladı. Suriye yönetimi ise kararları reddetti. (Türkiye hâlâ Suriye’nin hedefinde değil, yani ülkemizi Türkiye karıştırıyor demiyorlar)
12 Şubat: El Kaide lideri El Zevahiri yayınladığı video görüntülerinde Suriyeli muhaliflere destek verdiğini açıklarken, "başka ülkelere güvenmeyin" mesajı verdi. Ancak bu durum, Suriyeli muhalifleri rahatsız etti. Muhalifler, bunun Suriye yönetiminin "olaylarda El Kaide parmağı var" iddiasını kanıtlayabileceği endişesiyle durumdan hoşnut olmadı. (ABD’nin kendi planlarında kullanabildiği El Kaide kalkışmanın üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti henüz yeni Suriye’ye müdahil olmaya başladı. Türkiye ile Türkiye’nin idaresini tekfir eden El Kaide arasında hiçbir zaman bir ilişki  iddia edilmemiştir)
26 Şubat: Hazırlanan yeni anayasa taslağı halkın oyuna sunuldu. Muhaliflerin katılmama çağrısı yaptıkları referandumda katılım yüzde 57.4'te kaldı. Anayasa yüzde 89.4 oy oranıyla kabul edildi. ( Sıkı baskı altında yapılmış bu referandumun katılım oranı ve sonucu dikkate alındığında Suriye rejimi meşruiyetini ıspatlayabilmiş değildi)
2 Mart 2012: Avrupa Birliği, Suriye'de muhaliflerin kurduğu Ulusal Konsey'i bu ülkenin meşru temsilcisi olarak tanıdı. ( AB’nin bu kararı Esed rejiminin yıkılmakta olduğunu muhaliflerin kazanmaya yakın olduklarını göstermektedir)
Suriye'de 1000 kadar silahlı muhalif grubun bulunduğu ve bunlara bağlı 100.000 savaşçının olduğu biliniyordu.
Bu savaşçı grupların %90’ı yerli halk tarafından kuruldu ve 2013 nisanına gelindiğinde Suriye’nin %55’ine hakim duruma gelmişlerdi..

Bu savaşçı grupların bazılarını sayalım, bunların hepsi Suriyeli liderlere sahip
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Albay Riyad el Esad önderliğinde, Ağustos 2011'de kuruldu. Lideri: Tuğgeneral Salim İdris
Cemal Maruf Tahmini savaşçı sayısı: 7.000, daha önce Cebal el Zaviye Şehitleri Tugayı olarak bilinen grup 2011'de İdlib'de kuruldu
Ahrar Suriye (Suriye Özgür Halkı) Tugayı, YAK'a (YÜKSEK ASKERİ KONSEYİ) bağlı çalışıyor. Rastan bölgesinden eski hava kuvvetleri pilotu Albay Kasım Saad el-Din tarafından kuruldu.
SURİYE İSLAMİ KURTULUŞ CEPHESİ
Lideri: Ahmed İssa (Sukuru'ş-Şam) Savaşçı sayısı: 35.000 - 40.000
Eylül 2012'de 20 grubun bir araya gelerek oluşturduğu gevşek bir ittifak.
Faruk Tugayı
Lideri: Usame Cüneydi Savaşçı sayısı: 14.000
2011 sonlarına doğru ortaya çıkan grup
Sukuru'ş-Şam
Lideri: Şeyh Ahmed İssa Savaşçı sayısı: 9.000 -10.000
Sukuru'ş-Şam (Suriye Kartalları), Suriye İslami Kurtuluş Cephesi'nin radikal bileşenlerinden biri.
Liva el-Tevhid
Lideri: Abdül Kadir el-Salih ve Abdül Aziz Salama Savaşçı sayısı: 8,000 -10,000
Liva el-Tevhid (Birlik Kıtası), Halep kırsalında faaliyette olan grupları birleştirmek amacıyla Temmuz 2012'de kuruldu.
Liva el-Fetih
Liva el-Fetih (Fetih Tugayı) Halep ve kırsalı ile Haseki ve Rakka bölgelerinde aktif. Grup "özgür bir Suriye" kurmayı hedefliyor.
CEYŞ EL-İSLAM
Lideri: Zaran Alluş (Liva el-İslam)(İslam Ordusu) Şam civarında aktif olan 50 İslamcı grup tarafından Eylül 2013'te kuruldu.
SURİYE İSLAM CEPHESİ
Lideri: Hasan Abbud (Ahrar el-Şam el-İslamiye Hareketi)
Suriye İslam Cephesi (SİC), 11 radikal İslamcı grubun bir araya gelmesiyle Aralık 2012'de kuruldu.
Ahrar el-Şam el-İslamiye Hareketi
Lideri: Hasan Abbud Savaşçı sayısı: 10.000 -20.000
Ahrar el-Şam el-İslamiye Hareketi (Şam Özgür Halkları İslami Hareketi) 2011 sonlarında kuzey batı kenti İdlib'de kurulan bir Selefi gruptur.
Ahfad el-Resul Tugayı
Liderleri: Ebu Usame el-Culani, Muhammed el-Ali ve Mahir el-Nuami Savaşçı sayısı: 7.000 - 9.000
40 ılımlı İslamcı gruptan oluşan Ahfad el-Resul (Peygamberin Torunları) Tugayı, 2012'de kuruldu.
Asala ve el-Tanmiya Cephesi
Gücü: 13.000 savaşçı ve sivil Asala ve el-Tanmiya (Hakikilik ve Büyüme) Cephesi Kasım 2012'de kurulan ılımlı İslamcı bir ittifak.
Duro el Tavra Komisyonu Duro el Tavra (Devrim Kalkanı) Komisyonu SMC'ye bağlı, çoğu İdlib ve Hama merkezli onlarca küçük grubun birleşmesiyle meydana geldi. Suriye'deki Müslüman Kardeşler'in yardımıyla 2012'de kuruldu.
El-Nusra Cephesi
Lideri: Ebu Muhammed el-Culani Savaşçı sayısı: 5.000 -7.000 varlığını Ocak 2012'de ilan etti.
Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)
Lideri: Ebu Bekir el-Bağdadi Savaşçı sayısı: 3.000 - 5.000
Suriye’de Nisan 2013'te operasyona başladı.
Daha detaylı bilgi için:
Suriye’de halk isyanının kısa sürede ulaştığı başarı o günlerde nasıl görülüyordu ortadoğu konusunda uzman bir gazeteci olan Mehmet Ali Birand’ın bir köşe yazısından anlayabiliriz.
20 Temmuz 2012 tarihli, Esad için yer aranmaya başlandı, ancak henüz kabul eden ülke bulunamadı başlıklı Mehmet Ali Birand köşeyazısı şu cümleyle bitiyordu, ‘’Önceki gün Şam’da yaşanan patlama, işte bu nedenle “Sonun başlangıcı” olarak niteleniyor. Tekrar etmekte yarar var: Moskova ve Tahran, Esad rejimini uzun süre taşıyamaz.’’
Buraya kadar anlaşılması gereken durum şudur.
Suriye’de kalkışma başladıktan sonra ilk iki sene içerisinde çok sayıda savaşçı yerli grup oluşuyor. Bu grupların içerisinde yabancı savaşçılar da yer buluyor. Fakat liderlik hep yerli isimlerin elinde yürüyor. Rejime karşı başlayan bu kalkışma iki yılın sonunda başarıya çok yaklaştığı dönemde  yabancı savaşçıları toplayan El Nusra ve Deaş başarıya yaklaşan mücadeleyi dağıtmaya başlıyor. El Nusra intihar eylemleri ile anılıyor. Deaş zaten Rejimle neredeyse hiç çatışmıyor El Nusra dahil bütün bu Rejime karşı savaşan gruplara saldırıyor.
Rejim, yerli savaşçılarla ki bunların çoğu kendi rutbeli askerlerinin liderlik ettiği gruplar. Bunlara karşı baş etmekte çok zorlandığı bu dönemde yardımına Deaş yetişiyor.  Deaş çok hızlı ilerliyor, bir taraftan ılımlı muhalif gruplara saldırıyor, bir taraftan da yayınladığı vahşet videolarıyla Suriye için Esed’i kabul edilebilir taraf durumuna getiriyor. 2011’in sonlarından beri Esed’in yardımına gelmiş Hizbullah’a büyük bir alan açıyor. İran’ın Rejim’e açıktan yardım etmesinin önünü açıyor ve neticede Rusya’ya Esed’in yardımına koşması için aradığı fırsatı veriyor.
Esed Rejimini kurtaran Suriye’de savaşın ve ölümlerin uzamasına sebep olan güçlerin başında Hizbullah ve arkasındaki İran devleti gelmektedir.İranlı general Kasım Süleymani Hizbullah’ı desteklemek yanında Devrim Muhafizlarından kurduğu Fatimi Tugaylarını ve şii gruplardan oluşan birçok silahlı oluşumu Esed muhaliflerine karşı örgütledi. 
 800-1200 İran vatandaşı Suriye’de rejim safında savaşırken hayatını kaybetmiştir. İran’ın Suriye’deki kaybı sadece askeri unsurlarla sınırlı kalmamıştır. İran Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana yıllık 6-17 milyar dolar Esad rejimine mali yardımda bulunmuştur. İran’ın sadece Lübnan Hizbullahı'na sağladığı yıllık mali destek 800 milyon dolar civarındadır.
Hizbullah Suriye’deki varlığını resmî olarak 30 Nisan 2013 tarihinde kabul etse de Suriye’deki faaliyetleri 2011 yılına dayanmaktadır. Örgüt, ayaklanmaların başladığı yıl Esed güçlerinin protestoları bastırması için rejim güçlerine yardım etmiş ve ilk kayıplarını da bu dönemde vermiştir. Ancak Hizbullah’ın Suriye’de oynadığı role ait ilk bulgular 2012’nin ikinci yarısında elde edilmiştir. ABD resmî kaynakları, Ağustos 2012’de Hizbullah’ın Suriye’deki çatışmaya dâhil olduğunu doğrulamıştır. Birleşik Devletler Hazine Bakanlığı’nın belirttiğine göre, Hizbullah, 2011’in başından itibaren Suriye’de rejim güçlerine eğitim vermekte ve İran Devrim Muhafızları -Kudüs Gücü- tarafından verilen eğitim işini kolaylaştırmaktadır.
(Hizbullah’ın Suriye iç savaşının seyrini değiştirme konusunda oynadığı rolü için bu makale önemli bilgiler veriyor)
2013’ten konunun anlaşılmasına yardım etmesi açısından bir haber;
ÖSO Birleşik Komutanlığı üyesi Albay Kasım Sadeddin, muhalif güçlerin 2013'te kontrolleri altındaki bölgelerin bir kısmından çekilmek zorunda kaldığını söyledi. Sadeddin'e göre Suriye'nin yüzde 80'i 2012'de muhaliflerin elindeydi, halen ise bu oran yüzde 65-70 civarında.
Sadeddin, 2013'te Esed güçleriyle çarpışmalarda büyük ilerleme sağlanamadığını söyleyerek "Bu gerileyişin temel sebebi, uluslararası toplumun muhalif güçlere verdiği desteği kesmesi ve Esed güçlerinin, Hizbullah, İran, Iraklı milisler ile Koreli ve Rus uzmanlar tarafından desteklenmesi oldu" dedi.
Sonuç olarak, Suriye’de yerli savaşçı gruplar kısa zamanda Rejim’i yıkmayı başarıyorlardı. Esed’i kurtaran desteğe çağırdığı Hizbullah, İran ve arkasında ABD’nin olduğunu artık herkesin bildiği Deaş’tır.
Türkiye bu süreçte kalkışmanın ilk altı ayında hiçbir müdahalede bulunmuyor. Esed ile görüşmeler devam ediyor, Esed temsilcisini Türkiye’ye gönderiyor. Esed Arapları ülkesini karıştırmakla suçladığı dönemde Türkiye’yi bu şekilde suçlamıyor. Fakat ölümler on binleri aşınca, Rejim şiddet kullanmada sınır tanımayınca, hava saldırılarıyla katliamlara başlayınca Türkiye zaten kapısına dayanan göçmenler ve devamlı yaralıların sınırdan Türkiye’ye taşınmaya başlamasıyla, Türkiye topraklarına düşen bombalarla savaş Türkiye’nin içerisine taşınmıştı.
Türkiye bu dönemde ılımlı muhaliflere yardım etmeye dikkat etti. Muhalifleri bu istikamette tutmak konusunda ciddi gayret sarf etti. Batılı servislerin Irak’ta Afganistan’da yaptıkları bilindiği için aşırı grupların bu desteklerle öne çıkması engellenmeye çalışıldı. Türkiye Suriye’de bu dönemde ılımlıları desteklemekle  doğru bir strateji ortaya koymuş Suriye’yi Afganistan’da gerçekleştiği gibi yeni bir Taliban vakasından korumuştur. Batılılar Deaş eliyle bunu başarmış olsalar Suriye’de Talibanvari bir devlet kurulsaydı bu bölge için çok daha büyük felaketler doğurabilirdi. Bu şekilde İsrail’in Suriye’yi işgalinin önü açılmış olacaktı. ABD bu paralelde ılımlı muhalefete verdiği desteği kesmiş eğit-donat planı konusunda hep isteksiz davranmıştır. 
Bu çok konuşulmayan bir konudur; Türkiye ısrarla ılımlı muhalifleri desteklemiştir örneğin El Nusra’yı 2013’te terör örgütü olarak ilan etmiştir. Suudi Arabistan Suriye’de desteklediği selefi gruplar gibi aşırı gruplara Türkiye de destek verse belki Esed rejimi yıkılmış olurdu ama Suriye’de batılıların B planını yürüteceği  Talibanvari-El Kaideci veya İran'ın desteğiyle Hizbullahçı bir yönetim gelirdi ve ardından BM kararıyla Suriye İsrail'in de içinde bulunduğu bir koalisyonla işgal edilmiş olurdu. Türkiye ılımlıları destekleyerek 2016’da Fırat Kalkanı harekatını yaparak Deaş’ın ilerleyişini durdurmuş, bölge için en büyük problem olacak planı bozmuştur.
Buraya kadar olanlar Suriye’de ilk perdeydi. Batılıların ilk hedefi gerçekleşmedi.
Suriye’de ikinci perde, Türkiye’nin Suriye rejimiyle savaşa çekilmeye çalışıldığı dönem başladı. Bu dönemde Reyhanlı’da 11 Mayıs 2013'te  arkasında Suriye rejiminin olduğu çok açık olan büyük bir patlama gerçekleşti. Deaş hızla Türkiye sınırına dayandı aynı günlerde Musul Konsolosluğu Deaşlı teröristler tarafından basıldı ve Türkiye’de Deaş tarafından seri halde büyük terör olayları gerçekleştirildi. Deaş’ın Suriye’de güç kazanmaya, bölgesini büyütmeye çalıştığı dönemde Türkiye’de terör eylemleri yapmasının mantıklı bir açıklaması yoktur. Bu süreçte yapılmak istenen Türkiye’yi Suriye’de savaşa sokmaktı. Türkiye bu tuzağa da düşmedi. Hatta o dönemde Obama Türkiye’yi açıkça Suriye’ye girmeye teşvik ediyordu.
The Atlantic dergisinin dış politika yazarı Jeffrey Goldberg, ABD Başkanı Obama ile yaptığı mülakatı aktarırken “Obama, Erdoğan’ı başta Doğu-Batı bölünmesine köprü olabilecek ılımlı bir Müslüman lider olarak görüyordu. Ama artık Obama, Erdoğan’ı bir fiyasko, muazzam ordusunu Suriye’ye istikrar getirmek için kullanmayı reddeden otoriter bir lider addediyor.”
Türkiye, Suriye krizinde ikinci badireyi de savaşa girmeyerek başarıyla atlatmış sayılmalıdır.  Böylece Türkiye, Suudi Arabistan’ın Yemen’de düştüğü duruma düşmemiştir.
Suriye’de yaşanan bütün olaylara bakınca 2011’lerde kürselcilerin daha çok söz sahibi olduğu ABD aklının Suriye’de birkaç planı olduğunu anlıyoruz.
Suriye’de, Afganistan’da ve Irak’ta olduğu gibi karışıklık çıkartıp bölgeyi istikrarsızlaştırmak.
Küreselciler aynı zamanda dünya finans sektörüne de hakim oldukları için 2000’li yıllar boyunca Ukrayna’dan, Brezilya’ya, Arap Baharından Türkiye Gezi olaylarına kadar birçok ülkede istikrarsızlaştırma operasyonlarına müdahil olarak faizlerin yüksek seyretmesini sağlamaya çalışmışlardır. Bu paralelde Suriye’deki olayları öncelikle buradan da görmeliyiz.
Yine küreselcilerin Irak petrollerini Akdenize taşıyacak bir koridor devleti kurdurmak. Bu koridor devleti PYD/PKK’ya kurdurup zenginleşmiş ama destekçi ülkelere mahkum bir kürt devleti oluşturmak ve bununla bölgeyi özellikle Türkiye’yi tehdit etmek.
Suriye soğuk savaş döneminde Sovyet blokunda, özellikle Putin döneminde  Rusya ile iyi ilişkiler içerisinde olan bir ülkeydi. Lübnan’da askeri varlığı vardı. Suriye daha 2005 yılında Irak’tan sonra Suriye’de operasyon alanına çevrilmek isteniyor bu yüzden Lübnan Başbakanı Hariri suikastı ile Suriye yönetimi ilişkilendiriliyordu.
Amerikanın Sesi haber sitesinde 2005 tarihli bir haber;
BM'nin Kararı Suriye'de Öfkeyle Karşılandı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Hariri suikastı soruşturması çerçevesinde, Suriye’yi tam işbirliğine çağıran kararı oy birliğiyle kabul etti. Güvenlik Konseyi’nin kararı Suriye’de öfkeyle Lübnan’da ise sevinç gösterileriyle karşılandı.

Eski Lübnan başbakanı Refik Hariri, Suriye’nin ülkesindeki siyasi ve askeri varlığına karşı çıkmasıyla tanınıyordu. Şubat ayında, Beyrut’ta, eski başbakanın otomobili geçerken patlayan bomba Refik Hariri’yle birlikte 15 kişinin de ölümüne sebep oldu. Suikasttan sonra tüm gözler Suriye’ye çevrildi ve Şam hükümeti, ısrarla olayda rolü olmadığını savunmasına rağmen, dış baskılara dayanamayarak Lübnan’daki 15 bin askerini geri çekmek zorunda kaldı.

Amerika, İngiltere ve Fransa’nın girişimiyle Birleşmiş Milletler suikastla ilgili soruşturma açtı. Alman savcı Delvet Mehlis, geçen hafta Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda, suikasttan Suriye ve Suriye yanlısı Lübnanlı yetkilileri sorumlu tutuyor; Şam hükümetini soruşturmaya yardımcı olmamakla suçluyor.
20 yaşlarındaki genç, kararın Amerika’nın baskısıyla alındığını, halbuki Araplarla ilgili kararları Arapların alması gerektiğini savunuyor. Adının Tamam olduğunu söyleyen başka bir Suriyeli ise, Birleşmiş Milletler’in, Irak’da olduğu gibi Suriye’de de iç savaş çıkarmaya çalıştığı görüşünde.
Daha önce İsrail Suriye barış görüşmeleri için devreye giren Erdoğan Hariri suikastiyle sıkıştırılan Suriye’yi işgal tehtidinden kurtarmak için (Afganistan Usame bin Ladin’i saklıyor diye işgal edilmişti) yine devreye girmişti. Daha sonra Esed ile ilerleyen dostluğun temelinde Erdoğan’ın bu girişimleri vardır.
Erdoğan’ın taraflar tarafından ‘’güvenilir adam’’ ilan edilerek başlattığı İsrail Suriye barış görüşmeleri;
Küreselcilerin ABD devletini petrol ve silah şebekesi için istediği gibi kullanabildiği George W Bush ve Obama dönemlerinde bölgenin Türkiye dahil  ülke ülke karıştırılacağı gizlenmeyen bir plandı. Irak’tan sonra Suriye’nin bir sebeple mutlaka işgal edileceği, iç karışıklığa sokulacağı bekleniyordu. Suriye'nin bu durumu Arap Baharından bağımsız olarak Afganistan, Irak süreci paralelinde gelişecek bir operasyondu. 2011’de başlayan Arap Baharı furyası Suriye’de batılıların işlerini kolaylaştırdı. Aslında bu durum Suriye karışıklığının plansız başlamasına da sebep olmuştur. Türkiye o dönemde çok iyi ilişkiler içerisinde olduğu Suriye’ye Arap Baharı kalkışmalarının taşmasını istemiyordu. Esed ile kurulan diyalog Suriye’nin demokrasiye geçişini sağlayacağı umuluyordu. Bu yüzden kalkışmanın ilk 6-7 ayında Türkiye hep çatışmaların bitirilmesi yönünde, Esed ile diyaloğu kesmeme yönünde çaba sarf etti. Fakat bu kalkışmayı fırsat bilen batılı servisler birçok şehirde provakatif girişimlerde bulunduğu biliniyor.
Obama ABD’si o dönemde İran ile başka bir ilişki içerisindeydi. Şii hilalini kurması yönünde İran açıktan destekleniyordu. Irak İran’a verilmişti. Yemen, Bahreyn İran’ın söz sahibi olması için destek verilen bölgelerdi. Suriye’ye İran müdahalesi de bu yüzden engellenmedi. Hizbullah’ın Suriye’de etkili olması Esed üzerinde bir vesayet oluşturmaya başladığı, İran’ı Esed’in hamisi haline getirdiği günlerde Esed Rusya’yı Suriye’ye çağırmıştı. Esed kendi bekası için İran yerine Rusya’yı tercih etmişti.

Deaş kısa surede ılımlı muhaliflerin elindeki bölgeleri ele geçirdi

Deaş elindeki bölgelerin bir kısmını PYD'ye bıraktı;
Deaş'a tek ciddi operasyon Türkiye'den geliyor;
Fırat Kalkanı Harekatından sonra Deaş dağılıyor;

Sonuç; Suriye’de  Arap Baharından bağımsız olarak Afganistan, Irak’ın ardından bir sebeple işgal edilecek iç karışıklık çıkarılacaktı. Arap Baharı kalkışmayı erkene almıştır. Türkiye’nin bu kalkışmayı engelleme imkanı yoktu. Çünkü Arap diktatörlükleri arasında en baskıcı olanı, halkı nezdinde meşruiyeti en zayıf olan ülke Suriye yönetimiydi. Suriye halkı diğer ülkelerde kısa zamanda başarıya ulaşan bu fırsatı kullanmak istedi. Türkiye ilk başta kalkışmayı engellemek istedi, sonra Esed’in katliam yapmasını engellemeye çalıştı, kalkışma neticesinde aşırıcıların öne çıkmaması için ılımlıları destekledi.  Deaş’a tek ciddi operasyonu yapan devlet olarak Deaş’ın dağılmasını sağladı. ABD’nin oluşturmaya çalıştığı terör koridor devletini engelledi. Türkiye Suriye’de sahaya indiğinden beri Suriye’de ölümler çok az seviyeye indi. Türkiye sahaya inmeden önce her gün yüzlerce sivil ölüyordu.
 Suriye’de Türkiye’nin elini rahatlatan gelişmelerden biri de ABD’de küreselcilerin desteklediği Demokratların iktidara gelememesidir. Küreselciler bölgede İran’a büyük bir misyon yüklemiş vaziyetteydiler. Suriye’de oluşturulmak istenen koridor devleti küreselcilerin önemli bir projesiydi. Trump ABD’nin parasının bu projeler için harcanmasına karşı bir politika ilan etmişti. İran konusunda yeniden eski ABD politikasına dönüldü. Yine küreselciler ABD’de iktidara gelseydi Türkiye-İran çatışması bizi bekleyen en büyük tehlikeydi. Bu yüzden Trump’ın bütün deliliklerine rağmen bizde büyük bir kredisi vardır. Zaten Trump deli olmasa ne başkan adayı olabilirdi ne de küreselcilerle baş edebilirdi.
Suriye'de işlerin çıkmaza girmesinin en büyük sorumlusu İran ve Hizbullah'tır. Batılılar Irak'ta henüz işlerini bitirmediği için Suriye'de hazırlıksız yakalandı. Eğer İran ve Hizbullah Esed'e desteğe gelmeseydi Esed Rejimi ılımlı muhalifler tarafından yıkılacak veya Esed serbest seçime razı olacaktı. Hizbullah'ın devreye girmesi ve Esed'in ömrünü uzatması Irak'ta işlerini yoluna koyan Deaş'ın Suriye'ye girmesini sağladı. Deaş'ın gelmesi Rusya'nın Suriye'ye gelmesine bahane oldu. Neticede şehirler şiddetli bombalanmaya maruz kaldı, ılımlı muhalifler gücünü kaybetti, PYD bölgesini genişletti ABD Suriye'ye yerleşti. İran korkarız bunun bedelini ağır ödeyecektir.








Hiç yorum yok:

Türkiye’de Yaşayan Milletin Ortak Adı; -Anadolu Türkü-

Türkiye’de her kökenden insanın kendini ülkenin öz sahibi saymasının önündeki yapay engel nedir? ‘’Kürtler dışındakilerin toptan Orta Asya T...