Bu iddianın kısmen haklılık payı olmakla beraber Atatürk gerçekten İslam adına bu açıdan gerekli olanı yapmış mıdır?
Atatürk eğer hurafeyi dert edinmiş olsa Mehmet Akif Ersoy gibi hurafecilikle mücadele ederken İslam'ın sahih kaynaklardan yeniden anlaşılmasından, Kur'an'ın öne çıkarılmasından bahsetmesi gerekirdi.
Halbuki o dönemde hurafeciliğe karşı İslam’ın sahih
kaynağından yeniden tetkik edilmesini gündeme getiren, İslam’ın bilimle
çatışmazlığını savunan bir akım vardı. Bu akımın öncü isimleri Cemaleddin
Afgani, Muhammed Abduh, Reşit Rıza bu alanda çalışmaları olan Fransa'da,
Mısır'da dergiler çıkaran ilahiyat hocaları, aktivistlerdi.
Reşit Rıza’nın Muhammed Abduh ile beraber çıkarttığı Menar Dergisi’nin Osmanlı’daki temsilciliğini Mehmet Akif yapıyordu. Sırat-ı Mustakim ve Sebilürreşad dergilerinde Menar dergisinden tercümeler yayınlıyordu.
Bu kişilerin bugünden eleştirilecek yönleri olabilir ama asıl konu dini anlama konusunda ortaya koydukları usuldür. İçtihat kapısının kapandığını savunan müslümanlara karşı Mehmet Akif'in ''Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı'' dizesinde tam anlamını bulan anlayışla bunu yapmaya çalışan azınlık bir gruptu bunlar.
Atatürk'ün bu kişilerin ortaya koyduğu İslami anlayışa göre daha o tarihte Türkiye'de bir din öğretisinin önünü açtığını düşünebiliyor muyuz? Şu anda İslam dünyası ne noktada olurdu.
Atatürk döneminde aksine Meclis tarafından o dönemin gelenekçi isimlerinden olan bir hocaya tefsir yazdırılmış. Kur'an gibi hatimleri yapılan Buhari'nin hadislerini ihtiva eden Tecridi Sarih tercüme ettirilmiştir. 40 bin takım Tefsir 60 bin takım Tecridi Sarih (Buhari) dağıtılmıştır.( Atatürk'ün başka bir amaçla Kur'an meali yazdırma girişimlerine girmiyoruz)
Neticede şunu diyebiliriz, Atatürk dine inanıyorduysa gelenekçi din anlayışına sahipti. İnanmıyorduysa da gelenekçi dinin inanmayanıydı. Entelektüel bir din aydını hiç olmamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder