10 Şubat 2018 Cumartesi

Sana Ruhtan Soruyorlar Ayeti ve Ruh-Can Ayrımı

Sana Ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin işlerindendir. Size pek az ilim verilmiştir.”(İsra 85)
Bu ayette geçen ‘’ruh’’ kanaatimizce Cebrail anlamındadır. Buradaki ruh kelimesini İnsanın ruhu şeklinde anlamamıza  engel olan,  Kur’an’da insanın ruhu diye bir kullanım olmamasıdır. İnsana üflenen ruh Kur’an’da hiç müstakil bir varlık olarak geçmez. Ruh, Allah’a nisbet edilerek Hicr 29’da ‘’ona ruhumuzdan üfledik’’  وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي şeklinde kullanılır. İnsan için ruh-beden ayrımı şeklinde bir kullanım yoktur. 
''İnanmayanların “Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduktan sonra mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi? '' (İsra 98) sözüne sizin bedenleriniz önemli değil ruhunuz ölmeyecek diye karşılık verilmemiş ‘’Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendileri gibilerini yaratmaya kadir olduğunu görmediler mi?(İsra 99) şeklinde veya ‘’Bilakis onu parmak uçlarına kadar yeniden diriltmeye kadiriz.’’ (Kıyame 4) şeklinde bedene dikkat çekilerek
cevap verilmiştir.
Peki insana beşer iken üflenen ruh nedir?
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın."(Hicr 29)
Beşer yeryüzünde yaratılıp amaçlanan seviyeye geldiğinde Allah ruhundan ona üflüyor.
Ruh kelimesi ‘’rih’’ ريح rüzgar  (Rum 48) ‘’reyhan’’ ريحان  koku (Rahman 12) 
kelimeleriyle aynı köktendir. Allah’tan beşere üflenen ruh gibi insanlardan dilediğine vahyetmesinde de bu kelime kullanılır. ‘’İşte sana da böyle emrimizden bir ruh  vahyettik. Sen Kitap nedir, iman nedir bilmezdin…’’(Şura 52). Bu vahyetme sisteminin görevlisi büyük melek Cebrail de bu ismi alır Cebrail Kur’an’da ruhun marife şekliyle Er Ruh الرُّوحُ (Mearic 4) ve Ruhul Emin   الرُّوحُ الْأَمِينُ  (Şuara 193) Ruhul Kuds  رُوحِ الْقُدُسِ  (maide 110) şeklinde
geçer.
Vahyetme sisteminde vahyedilen Ruh, vahiy görevlisi Er Ruh ve İnsana üflenen ruh.
Rüzgar ( rih  ريح) kelimesiyle aynı kökten gelen bu ‘’ruh’’ kelimesini bugün tanımlayacak, işlevini bugün bize daha iyi izah edecek doğru kelime frekans olabilir mi?
Kur’an, insanın müstakil bir ruhu var, bedeni yok olsa bile ruhu yaşayacaktır demez ama insana ruhtan üflendiğini söyler. Bu nasıl olabilir. Biz bunu şu şekilde izah edebilir miyiz?
Beşer insan yeryüzünde yaratılıp gelişmesini tamamlayıp belli seviyeye ulaşıp ruhu istiab edebilecek kabiliyete sahip olunca, Allah ruhundan ona üflemiştir ve ardından Adem’e ‘’esma’’ yı öğretmiştir.(Bakara 31) Nedir esma? Esma eşyaya isim koyabilme yeteneği yani eşyayı kullanabilme yeteneği olduğunu anlıyoruz. Beşer insan ruhtan üflendiği anda cüzi planda yaratıcı varlık özelliğini kazanmaktadır. Bu üflenen ruh insan uykudayken de Allah tarafından geri alınıyor çünkü insan uykudayken ruhu istiab edecek kabiliyeti kaybetmektedir. ‘‘Ölüm sırasında Allah ruhları alır. Ölmemiş olanların ruhlarını ise uykularında alır; sonra, ölümüne hükmettiği kimsenin ruhunu tutar, diğerlerini de belirlenmiş bir ecele kadar geri gönderir…(Zümer 42) Bu ayetin orjinalinde ruh kelimesi geçmez ama kastedilen şey şu ki, uyku ile ölüm anında benzer bir olay yaşanmaktadır bu can olmayacağına göre insana ‘’yaratıcılık’’ özelliğini kazandıran ruh olmalıdır çünkü  ayette ölümüne hükmedileninkini tutarız ( فَيُمْسِكُ ) deniyor Allah tarafından tutulan bir şey var uyku halinde de tutuluyor uyanınca geri veriliyor.
Bu ‘’ruhu’’  ‘’frekans’’ olarak anlayabiliriz demiştik şöyleki;
Yeryüzünde bir çok canlı var insan yeryüzünün halifesi tayin ediliyor (halife; bir şeyin ardılı son nüvesi, yeryüzündeki varlıkların en son nüvesi) ve en güzel kıvamda yaratılıyor ve ruhtan üfleniyor.
İnsanın diğer canlılara kıyası televizyonun diğer eşyalara kıyası gibi anlaşılabilir. Ruh Allah tarafından verilen bir ‘’frekans’’ gibidir. Bu frekansı onu istiab edebilecek seviyeye gelen insan alıyor ve gücü oranında yaratıcı bir varlığa dönüşüyor. Televizyonun  havadaki ferkansı yakalayıp görüntüye çevirmesi gibi. Bu güç , enerji (can), donanım (beyin) dan farklı bir güç olarak insanı yaratıcı varlık haline getiriyor.Burada kazanılan şey özgür irade değil özgür irade hayvanlarda da var diğer hayvanat gibi özgür iradeli beşer belli bir seviyeye gelince Allah’tan kendisine üflenilen veya çağımızın  tanımıyla yayınlanan frekanstan aldığı güçle eşyaya isim verebilen bir insan haline geliyor. Bu Allah’tan online alınan bir şeydir.( bir şekliyle benzerdir diyoruz aynı şey değil, meramımızı anlatabilmek için) Ruh-Rih-Reyhan (vahiy-rüzgar-koku) kelimelerinin benzer şekilde içerdiği özelliği bugün frekansla daha kapsamlı izah etmiş oluruz diye düşünüyoruz. ‘’Ruh’’ ‘’can’’ ayrımını  bu şekilde ancak izah edebiliyoruz.


5 Şubat 2018 Pazartesi

İslam’a İnanmada Kendi Tecrübem


Evren var ve bilinç var ise bunun bir var edicisi vardır. Eğer bilinç olmasa sadece evren olsaydı bu evrenin kendisi tanrıdır denebilirdi ki bunu söyleyecek bir bilinç olmayacağı için bu sözün bir anlamı yok.
Bilincin taştan topraktan var olacağına inanmak Tanrı ile ilgili aklımızla ilk elde tespit ettiğimizi sandığımız bütün çelişkilerden çok daha büyük bir çelişkidir.
Tanrının var olduğuna inandıktan sonra Evreni yaratan Tanrının mutlaka mükemmel bir varlık olması gerektiğini zorunlu olarak kabul ederiz çünkü mükemmel olmayan bir varlık varlığını kendinden devam ettiremez. Merhametli olmak durumundadır çünkü kıskanacağı veya tehdit kabul edeceği bir rakibi yoktur. Zulmetmez çünkü bu acizliktir.
Bilinç hakkında fikri olanlar bilir ki bilinç bir vicdanla yaratılmıştır. Bilinç sahibi vicdanlı insan yaratıcısının da mutlaka vicdanlı olduğunu düşünmek durumundadır. Bilinç ve vicdan peşinden ahlak kurallarını getirir ahlakın bir numaralı şartı adaletli olmaktır. Adalet sahibi Yaratıcı, bilinçli insanı yarattığına göre bu insanların arasında adaletli olması gerekir. Fakat insan tecrübe etmektedir ki insanlar arasında kabiliyetleri ve yaşam şansları açısından bir eşitlik yoktur. Bu insanlar yapıları gereği birbirlerine haksızlık yapmaktadır. Yaratılan tabiat da afetlere maruz kalmaktadır. İnsanların birçoğu hiç suçu yokken tabii afetlerde hayatını kaybetmektedir veya sakat doğmaktadır. Bütün bunları yaratan Tanrı eğer bu insanları bir şekilde eşitlemeyecekse bu büyük bir sorundur.
İnsanlar farklı yapılara sahip olmaları, güçlü ve zayıf, asabi ve yumuşak huylu şeklinde yaratılmaları neticesinde kötülük yapma kabiliyetine de sahip olmaları insanların çatışma yaşamasına sebep olmaktadır.
Bu farklı yapı ve yaşam şanslarına sahip insanları bir yerde eşitlemek, kendi aralarında hesaplaşmalarını sağlamak, şanssız bir şekilde hayata başlayanlara veya hayatını kaybedenlere bunun karşılığını vermek Adil Yaratıcı için zorunlu bir adalet olarak görünmektedir.
Yaratıcı bu eşitlemeyi, bu hesaplaşmayı bütün insanlar için bu dünyada yapmıyorsa bir başka boyutta yapmasını bekleriz ve bunu bize haber vermesini bekleriz.
Dünya tarihine, insanların inandıkları şeylere bakınca insanların sürekli bir Tanrı inancı tecrübe ettiklerini görüyoruz. Bir gelenek hemen kendisini gösteriyor bu gelenek hep tek büyük yaratıcıdan bahseden, kitap sahibi, Yaratıcıdan vahiy aldığını iddia eden peygamberlerin insanlık tarihinde yer aldığını görüyoruz.
Bu kitapların getirdiği son üç din bugün dünyanın en önemli dinleridir. Musevilik, Hristiyanlık ve İslam bunlar aynı geleneğin dinleri oldukları çok açık. Bu peygamberli din serisinde bir özellik var bu elçiler hep kendilerinden önce gelen elçileri de kabul edip kıssalarını anlatıyorlar ve kendilerinden sonra da bu geleneğin devam edeceğini söylüyorlar. Fakat insanlar bu kitapların getirdiği dinleri kısa zamanda yozlaştırıyorlar ve dinlerini bozuyorlar bu durum daha eski dönemde yine aynı gelenekten gelmiş din olduğu halde bugün çok başka hal almış diğer dinleri de anlamamızı sağlıyor. Ve sonuçta aynı gelenekten Kur’an adlı bir kitap geliyor ve bu Kitap son ayetlerinde benden sonra artık elçi gelmeyecek diyor ve gerçekten de aynı geleneği temsil eden bir elçi gelmiyor. Kur’an’a baktığımızda en başta aklımızla kabul ettiğimiz Büyük Yaratıcıyı tam anlamıyla tanımlayan bir kitap görüyoruz. Ona kimseyi ortak koşmuyor onun mülküne kimseyi ortak etmiyor. Onun yüceliğine halel getirecek bir tanımlamaya rastlamıyoruz. Kur’an’ı insanlardan daha üstün özelliklere sahip birileri yazmıştır iddiası ortaya atılsa bile biz deriz ki neden kendilerini bize dikte etmemişler de Allah’ı bize en güzel şekilde tanıtmışlar.
Bu noktada şu itirazlar olabilir. Biz Kur’an’ı okuyoruz fakat orada aklımıza uymayan bazı çelişkiler ve bildiğimiz ahlak değerlerine uymayan bilgiler görüyoruz.
Buna şunu deriz.
Matematikte soldaki bir rakamı sağındaki sekizlerden dokuzlardan daha büyüktür. Bu şu demektir biz en baştan başlayan bir mantık örgüsünde zorunlu olarak büyük kabullerle bir Kitaba kadar ulaşmışız bunlar bizim için en soldaki bir rakamıdır. En baştaki kabullerimize karşılık şimdi yerel, güncel alışkanlıklarımız veya zamanımızdaki bilimin gelebildiği noktada bize ters gelen bazı konuları Kur’an’a ters görüyorsak burada mantık kurallarını yıkarak ‘’zorunlu büyük kabulü’’ değişken, zamana ve alışkanlıklara dayalı kabullere feda etmeyiz. Bu kabuller bize ilk etapta sekiz dokuz gücünde görünse bile. Çünkü aklımızın kabul ettiği en büyük değer Yaratıcının kendisidir. Biz onu tanımayı onu razı etmeyi varlık sebebimiz sayarız. Bu duygusal bir şey olduğu kadar matematiksel bir zorunluluktur.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...