2 Aralık 2020 Çarşamba

döviz kuru ve geç artırılan faiz meselesi

 Muhalif ekonomistlerin ve dolayısıyla da muhalif vatandaşların diline dolanan bir döviz kuru ve geç artırılan faiz meselesi var.

2013 yılından beri Türkiye’nin başına eski Türkiye’yi on defa iflas ettirecek olaylar geldi bu ayrı bir durum fakat bu yazının konusu o değil.
Gelinen noktada mevcut ekonomi yönetimi faiz kur dengesini ekonominin canlı kalmasını ve büyümesini sağlamak için bir DENGE üzerinde yürütmeye çalışıyor.
FAİZ YÜKSEK olduğunda para faize kayar BORSADAN VE YATIRIMDAN kaçar. Faizi geç artırdığınızda para TL’den kaçar DÖVİZ KURU YÜKSELİR.
Dövizin yükselmesi sorun mudur? Evet birçok açıdan piyasayı ilgilendirir. Kısa vadeli döviz borcu olanları sıkıntıya sokabilir. İthal malların fiyatı artar. Orta vadede petrole ithal hammaddeye bağlı olarak birçok malın da fiyatı artar.
Fakat sonra ne olur? Fiyatların artmasıyla esnafın da aynı oranda TL VARLIĞI VE GELİRİ ARTAR. Maaşlar enflasyonla birlikte artar. Geçen yıl aldığınız dolar kadar geliriniz yine olur. Yeter ki piyasa dönsün EKONOMİ CANLI KALSIN.
Ekonominin canlı kalması için faiz düşük tutulur paranın yatırıma gitmesi sağlanır, borsa gibi reel ekonomide kalması sağlanır.
Mesela bu faiz dengesi sağlanamadığı dönemde 1998 yılında Türkiye''nin ilk 500 büyük şirketinin toplam kârı 3,7 milyar dolar olmuş fakat bu kârın büyük bölümü kendi faaliyet alanlarından değil devlete verdikleri borcun faizinden oluşmuştu. Toplam kârın 3,3 milyar doları faiz gelirinden oluşmuş durumdaydı. Bu ortamda kimse yatırım yapmaz ve yapılmıyordu, büyüme düşük seyrediyordu.
Bu yüzden kurun artması pahasına piyasayı dinamik tutmak, yatırımların durmamasını sağlamak için faiz artırımında bir direnç var. Vatandaş bu durumu tam anlayamıyor. Elinde yüklü miktarda para olan kişiler için düşünmek lazım. Yurt içinde yerleşiklerin bankalarda toplam 3,5 TRİLYON TL MEVDUATI vardır. Bir milyon TL’den fazla parası olan kişi sayısı 262 bin 602’dir. Bankada 10 milyon lirası olan biri parasına %10 reel faiz verildiğinde risksiz 1 milyon kazanmış olur. REEL FAİZ, KURUN ARTMASI pahasına düşük tutulursa bu paralar BORSAYA VE YATIRIMA yönleniyor. Böylece İSTİHDAM ARTIYOR EKONOMİ BÜYÜYOR.
Dünyada büyük bir FİNANS şebekesi var. Onlar da daha fazla kazanabilmek için şirketlere ve ülkelere her türlü oyunu oynamakta, faizlerin yükselmesi için kurun yükselmesini sağlayacak operasyonlar yapmaktadırlar.
Bu mücadelede halkın KISA VADEDE TEPKİSİNİ GÖZE alabilen dirayetli ekonomi yöneticileri ve onlara destek veren bilinçli kesimin olması ülke için büyük bir şanstır. Ekonomiyi yönetenler için en büyük kolaylık faizi artırmak zenginlerin kolay para kazanmalarını sağlamaktır. Bu durumda da piyasa gitgide daralacak bütün para faiz alma amacıyla devlete borç vermeye gidecektir. Fakat bu kolay yolu uygulayan siyasetçiler art arda iki seçim dahi kazanamazlar ve kazanamıyorlardı. Birkaç yılda bir ekonomik kriz yaşanıyordu.
Evet döviz son 5 yılda çok fazla yükseldi. Fakat borsaya baktığımızda bu 5 yıl içerisinde çoğu hisse senedi 5 KAT HATTA 7 KAT ARTTI. Dolar 2,5 – 3 kat arttı. Son 5 yıllık dönemde parasını borsaya yatıran mı dövize yatıran mı kazanmıştır. Türkiye başına gelen bütün olaylara rağmen en çok büyüyen ülkelerden olmayı sürdürmüştür.
Türkiye ekonomisinin sorunu içeride ve dışarıda yaşadığı güven sorunudur. Dışarıdakini biliyoruz. PKK, Fetö ve buna şimdi yeniden Ermeniler de katıldı bunlar dünya çapında Türkiye aleyhinde büyük bir anti propaganda yürütüyor. İçeride de muhalefet ne yaptıysa yıkamadığı iktidarı, ekonomi kötü kötü diyerek riski sevmeyen sermayeyi tedirgin ederek amaçlarına ulaşma çabasındadırlar.

Beğen
Yorum Yap
Paylaş

ÜLKEMİZDE DEPREMLERDE YIKILAN BİNALAR 2001 ÖNCESİ BİNALARDIR

 ÜLKEMİZDE DEPREMLERDE YIKILAN, ÖLÜM YAŞANAN BÜTÜN BİNALAR 2001 ÖNCESİ YAPILAN BİNALARDIR. Çünkü 29 Haziran 2001 tarihinde 4708 sayılı YAPI DENETİMİ Hakkında Kanunu yürürlüğe girmiştir.

1999 depreminden sonra deprem konusu ciddiye alınmış raporlar yazılmıştır. Şu tespit yapılmıştı.
''Projelerin %91’inde tasarım, hesap ve çizim hatalarının bulunması; beton mukavemetinin projesinde öngörülenden ortalama %40 daha az olması ve TUS’lar tarafından uygulamanın yeteri kadar denetlenmediği bilinmektedir.''
Gerçekten inşaatların denetimi TUS (Teknik Uygulama sorumlusu) olarak isimlendirilen ve serbest çalışan mimar ve mühendislere bırakılmıştı. Bu sorumlu mühendisler projeyi çizer bir daha inşaata uğramazdı.
Neticede 2001‘de Yapı Denetimi Hakkında Kanunu yürürlüğe girmiştir.
İlerleyen dönemde 2008 ve 2015 tarihli Yapı Denetim Yönetmelikleri yürürlüğe girmiştir.
Eski Türkiye’de kanunlar, yönetmelikler çıkar ama uygulanmazdı. Büyük ihtimal Yapı Denetim Yönetmeliği de böyle olacaktı. Çünkü işin içinde biri olarak biliyorum eskiden inşaatların nasıl başı boş bırakıldığını.
Eski dönemde de inşaatlar proje çizilerek ruhsat alınarak yapılırdı ama iş tamamen müteahhitlerin insafına bırakılırdı. Deniz kumu gerektiği şekilde yıkanmadan piyasada satılırdı. İnşaat yapılırken demir, çimento müteahhidin istediği kadar konurdu o yoksa kalfanın inisiyatifine kalırdı. O zaman da belediyelerin inşaatları denetleme yetkisi vardı ama yapılmazdı. En çok alır rüşveti görmezden gelirdi.
2001’de çıkan yasayla yapı denetim firmaları kuruldu. Ak parti iktidarı döneminde bu firmalar usulüne uygun kurulması ve denetlenmesi sağlandı. Bu firmaların işlem ve faaliyetlerini denetleme yetkisine sahip Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adına İl Çevre ve Şehircilik Müdürlükleridir. Bakanlık izniyle kurulan bu firmalar bakanlığa bağlı müdürlükler tarafından düzenli denetlenirler.
Bu firmalar önceleri müteahhitler tarafından bulunup anlaşma yapılırdı. Sonra bu da değiştirildi denetim firmaları havuzu kuruldu müteahhidin çalışacağı denetim firması kurayla belirlenmesi usule bağlandı. Böylece firma parasını aldığı inşaat firmasına bir mecburiyeti kalmadı. Yani inşaatların deprem yönetmenliğine uygun yapılması son 20 yıldır sıkı şekilde denetlenmektedir.
Bu yüzden son 20 yılda yapılan hiçbir binada deprem yüzünden ölüm gerçekleşmemiştir. Devlet deprem sonrası yapılan deprem konutları konusunda da hızlı ve başarılı olmuştur. Kentsel dönüşüm uygulaması ile binlerce bina dönüşmüştür. Bu inşaatlara kira, vergi, düşük faizli kredi desteği verilmiştir.
Ülke betona gömüldü yaygarası ile inşaatlar ve müteahhitler düşman bellenmeye çalışılmıştır. Halbuki hayatın en önemli en değerli unsuru insanların hayatlarını geçirdikleri evleridir. Ülke hem inşaata düşman hale gelmiş hem de yeni ve depreme dayanıklı yeterince bina yapılmadı diye hayıflanmaktadır. Ne yaman çelişki değil mi?

Beğen
Yorum Yap
Paylaş

Ülke Ekonomisi İHA'larda Yaşadığımız Başarıyı Yakalayabilir. Şartlar Bize Bu İmkanı Getiriyor.


Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, yüksek döviz kuruyla ilgili şunları söylemiş.
"Biz dolarla uğraşmıyoruz. İstesek düşürürüz. Faizi yükseltirseniz, döviz düşer. Ama bizim derdimiz bu değil. Faizi artırmanın da eksileri var, artıları var. Faiz yükselirse, üretim düşer istihdam azalır. Bizim buradaki amacımız ithalatı azaltmak, üretimi artırmak. İthalat uyuşturucu gibi, ilk kullandığında kendini iyi hissedersin ama bu seni yavaş yavaş öldürür. O nedenle bizim hedefimiz öncelikle ithalatı azaltmaktır. Dövizde yaşanan hareketliliğinin birkaç ay içinde bir dengeye oturmasını bekliyoruz’’
Bakan Albayrak ekonomi programında çeşitli alternatiflerden birini uyguladıklarını açıklıyor. İthalatı azaltmak üretimi desteklemek yönünde bir program uyguladıklarını söylüyor. Herkesin bir süredir dilinde olan üretim yapmıyoruz, sanayimiz yeterince gelişmiyor şikayetini dikkate alan bir program. Bu haklı şikayet geçtiğimiz 18 yıl içerisinde bilindiği halde sanayi istenildiği oranda geliştirilemedi. Çünkü 90’lardan itibaren Uzakdoğu üretimi kendine çekmişti Uzakdoğu ile rekabet mümkün değildi. Şimdi bir fırsat doğdu, sermaye Uzakdoğu'ya alternatif aramaya başladı.
Dolar kurunun Uzakdoğu ülkelerinde 90’larda hızla yükselmeye başladığını görüyoruz. 90’ların ortasından itibaren Dolar, Çin Yuanı karşısında ikiye katladı. Hindistan Rupisi karşısında 3-4 kat arttı. Endonezya Rupiahı karşısında bir-iki yılda 5 kat arttı. Bu ülkeler şu anda dünyanın üretim üssü durumunda. 2050 projeksiyonunda bu üç ülke dünyanın en büyük ekonomileri olacağı düşünülüyor.
Türkiye bu tercihi aslında şartların değişmesiyle biraz da zorlamasıyla yaptı. Tıpkı silahlar konusunda olduğu gibi, bize verilmeyen İHA’ları kendimiz yapmaya başlamamız gibi.
Türkiye’nin büyük sermayeleri risk almayı sevmeyen dışarıdaki markaların distribütörlüğüne razı sermaye gruplarından oluşuyor. Halk lüks ithal tüketime alışmış vaziyette. Halkın en bilinçli geçinenleri bile bir türlü ithal lüks tüketimden vaz geçmiyor. Yerli üretim için bu iki durumun değişmesi şart. Yani sermaye ithalatçılığı bırakacak, halk da yerli mal kullanmaya kendini alıştıracak. İşte bu döviz kuru artışı buna ülkeyi zorlayacaktır.
Dünyada sermayenin Uzakdoğu dışında alternatif aradığı döneme girdiğimizi de dikkate alırsak birkaç şart bir araya gelmiş durumda. Ekonomi programı bu dengeyi iyi kurabilirse bu işten ülke olarak büyük kazanımlarla çıkabiliriz.

Atatürk’ü Anlama ve Anma Konusunda Yapılan DAYATMALAR İnsan ONURUNA uymamaktadır.


Herkes biliyor ki bu ülkenin dindarlarının büyük bölümü Atatürk’e resmi teamülün ve Atatürkçülerin arzu ettiği gibi bakmaz. Kendilerine göre bir saygı durumları vardır ama onu resmi dayatmanın ve Atatürkçülerin ‘’MECBURSUNUZ’’ dediği dozda ve tarzda kabullenmezler.
Bu yüzden resmi törenlerdeki teamüller ve okullarda okutulduğu şekilde bir Atatürk dayatması insan haklarına ve insan onuruna uygun düşmeyen bir tavırdır. Her ülkenin ve milletin minnet duyduğu tarihi kişilikleri liderleri vardır. Fakat onları anlama ve onları anma konusunda tarih okuması ve anma ritüelleri hiç kimseye dayatılamaz, BU BİLİME, İNSAN AKLINA VE ONURUNA SAYGI DUYMAMAKTIR.
Artık ülkenin bu konuda ‘’KENDİNİ KANDIRMASI’’ yeter noktasına gelmiştir. İnsanların onurlarıyla oynamak bir yerde ters tepecek sonra asgari saygı da kalmayacak şekilde TEPKİSEL BİR RÖVANŞ ALMA başlayacaktır. Bu ülkenin toptan huzurunun kaçmasına sebep olur. Bu yüzden bugünden bu konudaki teamül ORTAK KABULÜN kaldıracağı şekle tebdil edilmelidir.

Atatürk'e Yapıldığı Gibi Erdoğan'a da Yapılsa Muhalifler Kaldırabilir mi?

 Atatürk asker kimliği ile Milli Mücadeleye lider seçilmiştir. Zaten Osmanlı’daki siyasi kamplaşmalardan birine açıkça mensup olsaydı üzerinde uzlaşılamazdı.

Fakat devlet Ankara’da yeniden yapılanınca Atatürk siyasi pir parti kurmuş ve ölene kadar bu partinin genel başkanı olmaya devam etmiştir.
Kurtuluş Savaşının önemli komutanları Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir onunla aynı siyasi partide devam etmemişlerdi.
Bu yüzden Atatürk bugün halka dayatıldığı şekilde ortak bir değer olamaz. Saygı duyulur ama bu şekilde Anıtkabir ritüelleri, ilkeleri üzerine yemin etmeler ve çocuklara ortak değer olarak dikte edilmesi demokrasiye, insan haklarına ve insan onuruna ters düşmektedir.
Kurtuluş Savaşı kahramanı olduğu için bu yapılıyorsa, aynı şekilde bugün halkın önemli bir bölümü için Erdoğan da 15 Temmuz kahramanıdır. Aynı halk kitlesine göre 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı ülke işgal edilecek ve bölünecekti. Şimdi Ülkeyi bundan kurtaran lider olarak Erdoğan aynı Atatürk gibi ulu önder olarak ilan edilmelidir mi diyeceğiz?
Türkiye Cumhuriyetinin bir geleneğidir diyerek aynı yasaları Erdoğan için çıkarmak ve bugün Erdoğan muhalifi olan kesimin çocuklarını aynı şekilde Erdoğan'ın kabri ve hatırası önünde saygı duruşlarına, okullarda methiyeler dizilen şiirler ezberletmeye mecbur bırakılması mı sağlanmalı?
Aslında ülkemizi dünyada eşi benzeri olmayan bu ritüellerden kurtaracak formül belki de budur.
Ak Partili vekiller aynı bu şekilde bir kanun teklifi vermeli. Kurtuluş savaşı kahramanı için yapılan her şey 15 Temmuz kahramanı için de yapılsın şeklinde bir yasa teklifi vermeliler.
Belki Atatürkçülerin gözünde bu durum canlanır da biraz empati kurmak durumunda kalırlar.

Ak Parti Mücadelesini Anlamak


Film teknolojisinde uygulanan yeşil perde tekniği var. Montajda görünmesini istemedikleri figüre veya insana yeşil perde veya maske takılıyor görünmemesi veya başka şekilde görülmesi sağlanıyor.
On kişi bir kişiye saldırıp kavgaya tutuştukları sahnede saldıranları görünmez kılarsanız ortada sağa sola yumruk tekme sallayan delirmiş biri görülür. Halbuki ortada saldırganlar ve saldırıya uğramış iki taraf vardı.
Gerçek hayata dönersek; aynı algıyı yeşil perde yerine pembe sözlerle sağlayabilir ve saldırganları göstermeyebilirseniz yine ortada sağa sola saldıran birini gösterebilmiş olursunuz.
Neticede,
Kavga bitip saldırganlar düştüğünde veya kaçtığında saldırılan kişi üstünü başını silkeler normale dönmeye başlar. Kavganın olduğu sokağı çıkana kadar herkesten de şüphelenir. Kavgada üstünden belli bir zaman geçene kadar geçmiş olsun yerine sende de suç var diyen dostlarının tavrı en çok canını yakan şey olur. Yeterli zaman geçip tehdit kontrol edilir duruma gelince yine anlayışlı, empati kurabilen, sakin, ayakta kalabilmek sağdan soldan destek aramayan eski durumuna döner.
Ak Parti normaline dönüyor bakalım muhalefetin bunu sabote etmek için yapacağı çirkin çıkışları Ak Parti’nin ‘’ahlakçı’’ dostları anlayabilecek mi?

Türkiye Normalleşiyor


Ak Parti’nin ilk hükümetlerinde İlahiyat hocalarından Prof Dr Mehmet S. Aydın, Prof Dr Mustafa Yazıcıoğlu görev almıştır. Diyanet İşleri Başkanlığına Prof Dr Ali Bardakoğlu atanmıştır. Bu isimler ilahiyat alanında geleneği sorgulayan, yenilikçi, İslam’ın değişen şartlara göre hükümleri olduğunu savunan ekoldendir.
Gerek bu ilahiyat hocalarının, gerek Ak Parti kurucuları ve arkalarındaki entelektüel aklın temsilcilerinin din ve dünya anlayışı; sorgulayıcı, yenilikçi, kuşatıcı ve özgürlükçü bir görüşü temsil ediyordu.
Bu yüzden o dönemde devleti elinde tutan zinde güçlerden şikayetçi olan liberaller ve bazı solcular, bu din anlayışının devlete hakim olan mevcut kemalist ideolojisinden çok daha özgürlükçü olduğunu fark ettiler ve Ak Parti’ye destek verdiler.
Ak Parti hükümetleri ilk dönemlerinde her kesimden yazarları, akademisyenleri şaşırtacak derecede özgürlükçü ve yenilikçi politikalar geliştirdi. Kürtlerin yaşadığı mağduriyetleri gideren uygulamalar ve yasalar yürürlüğe sokuldu. Vatandaşın azarlandığı yerler olan devlet daireleri artık memurların aman vatandaş şikayetçi olmasın endişesi taşınan kurumlar haline geldi. Cumhurbaşkanı Sezer’e takılmasa çok ilerici kanunlar çıkarmayı da başaracaktı.
Fakat iktidar süresi boyunca gerek statükoyu ayakta tutan güçler tarafından gerek yeni statükoyu kurmak isteyen ABD destekli Fetö tarafından yapılan operasyonlar ve işin sonunda bunların hukuken bitirilme süreci doğal olarak sert geçti. Düşmanımın düşmanı dostum diyerek bu süreçte Fetönün başarılı olması için destek gayretinde bulunan gafiller de bu hukuk sürecinde payını almış oldu.
Aynı şekilde ABD destekli PKK terör örgütü de tarihinde ilk defa bir partiyi hedef alarak Erdoğan’ı düşman ilan ederek siyasete müdahil olmuştu. Bu güç de Ak Parti’ye karşı kullanılmak istendi. Bunu kullanmak isteyenler de doğal olarak hukuki müeyyidelerden payını aldı.
Geldiğimiz noktada Fetö üyeleri hapiste, PKK militanları ülke dışına çıkarıldı. HDP terör destekçisi olduğu için her kesim tarafından vebalı muamelesi görmeye başladı.
Artık normalleşmenin başlaması için bir engel kalmadı. Ak Parti özgürlükçülüğün de halkı öncelemenin de gerçek kalesidir. Şimdi art arda her alanda demokratik gelişmeler yaşanacaktır. Ak Parti yapacağı birkaç hamleyle, Erdoğan söyleyeceği birkaç sözle kürtlerin diğer kısmının da gönlünü alacaktır. Zaten şu an itibariyle Türkiye için asıl tehdit Fetöcülerdir. Bunlar dışında her kesimde suça karışanlar demokratik açılımlardan payını almalı hızla normalleşme sağlanmalıdır. Görünen o ki iktidarın da niyeti bu yöndedir.

16 Kasım 2020

Eski Türkiye ve Çeteler Sabetayistler

 Eski Türkiye’den kalan bütün partilerin ve şirketlerin mutlaka illegaliteyle, gayri meşruyla yolları kesişmiştir. Mesela CHP her şeye evrilebilir ama Sabetayist ailelerin istemediği bir yöne evrilemez. Çünkü hiçbir yönetim CHP’nin geçmişiyle ilgili onların yapacağı ifşaatları ve itirafları göze alamaz.

Diğer taraftan devlet, Asala terör örgütü ile mücadele için bazı suç örgütü gruplarını kullanmıştı. Avrupa'ya gönderilen bu kişilerin Asala’ya yönelik operasyonlarda kullanılması planlanmıştı. Bu kişiler daha çok MHP’li bilinen kişilerdi. Bu operasyonlardan sonra devlet katında ve MHP nezdinde kendilerine alan açılmak durumunda kalınmıştı.
Geçmişte bu tür yapılara ve ailelere bir borcu ve mecburiyeti olmayan parti doğal olarak sadece Ak Parti’dir. Böyle bir yapı olan Fetö, Ak Parti’ye böyle bir fatura kesmek istemiş sonra kendisini hapiste ve dünyanın öbür ucunda bulmak durumunda kalmıştır.
Çünkü bu ilişki Sabetayistlerin CHP ile olan ilişkisindeki gibi varlık sebebi şeklinde bir ilişki değil sadece acaba boyun eğdirebilir miyiz denemesiydi.

Bülent Arınç ve Reformlar


Birkaç gün önce yazmıştım. ‘’şu an itibariyle Türkiye için asıl tehdit Fetöcülerdir. Bunlar dışında her kesimde suça karışanlar demokratik açılımlardan payını almalı hızla normalleşme sağlanmalıdır’’
Bülent Arınç geçen akşam Habertürk’te benzer açıklamalar yaptı. Arınç’ın açıklamaları hükümetin altyapısını hazırladığı adalet ve demokratik reformların ön duyuruları olarak görülmesi gerekiyordu ama daha çok tepki çekti. Görüldüğü kadarıyla en çok tepkiyi Ak Parti’liler gösterdi. Haklılar çünkü Demirtaş ile aramıza kan girdiği doğrudur. Halkın büyük kesiminin vicdanındaki mahkumiyeti çok uzun sürecektir.
Arınç kendisinin de ifadesiyle konuşurken ayarı kaçırmaktadır. Demirtaş güzellemesi yapmasına gerek yoktu. Yapılacak reformların bir habercisi olarak tutuksuz yargılanmalarını talep etmesi yeterliydi. Bir sebeple Demirtaş’a kıymet veren Kürt tabana bir mesaj vermek yeterliydi.
Bununla beraber Arınç’ın abartılı açıklamaları reformlara şöyle hizmet edebilir. Arınç sınırı çok ileriden çizer hükümet orta yolu bulur. Arınç belki yeniden dışlanır ama reformlara hizmet etmiş olur.
Onun için Ak Partililerin bu konuda ayarı kaçırmaması gerekiyor.
Çünkü bu konu toplumsal barışın tesis edilmesi zorunluluğundan doğan bir ihtiyaçtır. Toplumun bir kesiminin kendini dışlanmış hissetmesi ivedilikle giderilmesi gereken bir durumdur.
Bu tabii ki tarafların biraz bağırlarına taş basmasıyla yürütülebilir. İsyan, bozgunculuk çıkarma hukuku Kur’an’da da cinayetten farklı değerlendirilir.
Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır. (Maide 33)
Kur’an’da devlete isyan eden ve bozgunculuk çıkaranlara uygulanacak cezalar dört şekilde öngörülmektedir. Duruma göre ölümden sürgüne kadar bir ceza yelpazesi tavsiye edilmiştir. Çünkü isyan hareketlerinin arkasında halkın bir kısmı yer almış olabilir. Kandırılan halkın hatırı için bazen elebaşlarının öldürülmesi veya ağır ceza uygulanması yerine sürgün edilmesi toplumsal barış için gerekebilir.
Ülkemiz sekiz yıl boyunca yaşadığı olağanüstü olaylardan sonra bir normalleşme sürecine girmiştir. Bugün artık arkasında ABD’nin olması da düşünüldüğünde ülke için tehdit oluşturacak tek yapı Fetödür. Bunun dışındaki siyasi suçlular için halkımız toplum barışı adına tolerans gösterecektir.
Ülkenin istihbarat teşkilatının , emniyet teşkilatının geldiği noktadaki gücü ve milli duruşu diğer tehdit olacak örgütlenmeleri takip edecek ve bertaraf edecek duruma gelmiştir. Bu yüzden endişeye gerek yoktur. Demokrasi ve özgürlüklerin yaşanma düzeyi, istihbarat ve güvenlik güçlerinin kapasite ve kabiliyetiyle doğru orantılıdır.
20 Kasım 2020

''Kobani Düştü Düşecek''

 ''Kobani Düştü Düşecek''

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözüyle başlatıldı Kürtlerin bir kısmının HDP’nin dümen suyuna girmesi. Kaldırdığı yasaklar, yıllardır bölge halkından esirgenen hakları vermesi ve bölgeye yaptığı hizmetler yüzünden desteklemekte oldukları Erdoğan’dan kopmaya başladılar.
Bu söz neden söylenmişti?
Yolunda gitmekte olan Çözüm Süreci Suriye iç savaşının başlaması ve PKK’ya PYD-YPG adıyla Suriye’de rol verilmesi yüzünden baltalanmaya başlanmıştı. Silah bırakmaya istekli örgüt üyeleri Çözüm Sürecini destekliyordu. Örgütün Avrupa temsilcileri de bölge halkı da süreçten çok umutluydu.
Çünkü PKK’nın özgürlükler konusunda bahane üretecek durumu kalmamıştı.
ABD PKK’ya vereceği desteği artık Irak kürtlerine veriyordu.
Türkiye’nin Suriye ve İran’la çok iyi ilişkileri vardı, PKK onlardan destek bulamıyordu
PKK’ya bu durumda silah bırakmaktan başka bir yol kalmamıştı.
Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP ve devlet aklına ters düşmek istemeyen MHP sürece çok tepkili olmadı muhalafetin zımni desteğiyle süreç çok iyi yürütüldü. Ta ki Suriye iç savaşında ABD PKK/YPG’yi kullanmak istemesine kadar.
Bundan önce Türkiye Çözüm Sürecine paralel olarak PYD ile diyalog kurmaya çalıştı. ABD’nin veya başkalarının eline düşmemeleri istendi fakat Suriye’de kendilerine devlet veya başka şeyler vadedilen örgüt liderleri ikna edilmişti. Dolayısıyla Türkiye’de başarıyla yürütülen sona yaklaşılan Çözüm Süreci PKK’nın bir kesimi eliyle sabote edildi.
Hükümet bu durumu görünce masayı dağıttı.
PKK/YPG’ye Suriye’de verilen görev Türkiye’deki bir kısım Kürtleri heyecanlandırmıştı. YPG Türkiye’de bir kısım medya eliyle de büyütülmeye çalışılıyordu. ABD Suriye’de iyi polis kötü polis oyunu oynamak için sahaya İŞİD’i sürdü ve İŞİD Kobani’yi kuşattı.
İşte bu günlerde Erdoğan Çözüm Sürecini zehirleyen bu gelişmeler konusunda bölge halkını uyarmak, Suriye’de olan bitene bel bağlamamalarını anlatmak, süreci Suriye’de kurulan oyunlara feda etmemeleri için Suriyeli sığınmacıların kaldığı kampta yaptığı konuşmada bu sözleri söyledi.
(Ekim 2014)
‘’Konuşmasında IŞİD terör örgütüne de değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bunlar İslam adına Allahuekber diyerek, Allahuekber diyenleri öldürüyorlar. Müslüman Müslümanı bu şekilde öldürebilir mi? Müslümanın Müslümana canı, kanı, malı, ırzı haramdır" dedi.
Kobani'de YPG ile çatışan IŞİD'in koalisyon güçlerince havadan vurulduğunu hatırlatan Erdoğan, "Havadan bombalayarak bu sorunlar çözülmez. Bununla ilgili yerde mücadele eden yapılarla işbirliği kurulmadan netice alınamaz. İşte aylar geçti ve herhangi bir netice yok. Şu anda Kobani de düştü düşüyor" diye konuştu. Erdoğan, HDP'yi kastederek, "Kobani ile ilgili konuşanlar, bir yandan tezkereye karşı çıkıyor bir yandan da Kobani'yi çözüm sürecinin şantajı haline getirmeye çalışıyorlar. Şunu da söylemek istiyorum; Türkiye IŞİD terör örgütüne karşı olduğu kadar PKK terör örgütüne de karşıdır" dedi.’’
Durum böyleyken ne sürecin neden bittiği, ne de ''Kobani düştü düşecek'' sözü halka doğru anlatılamadı. Algıyı karşı taraf başarılı bir şekilde yürüttü ve bölge halkı iktidara karşı bir cephede saf tutmaya başladı.
Şimdi işler yeniden eskiye dönme durumuna geldi.
Bu sefer bölgeden sürülen ve Suriye’ye taşınan PKK unsurlarının yokluğu Kürt vatandaşların örgüt baskısından kurtulmasını sağladı. Bölgeye atanan kayyumlar eliyle hizmet gitmeye başladı ve son olarak Millet İttifakı adıyla oyları alınan insanların şimdi Millet İttifakı içindeki partiler tarafından vebalı muamelesi görüyor olması bölge halkına yeniden asıl güvenilecek adresi hatırlattı.

İyi Parti HDP Kıvranması

 Millet İttifakı bu günler kıvranıyor. Sebebi 2018’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi HDP’lilerin gönlünü almak ve onları ittifak çatısı altında göstermek için yaptıkları anayasa çalışmaları.

Bugün bunu şiddetle inkar ediyorlar. Çünkü şimdi İyi Parti dağılmaya başladı bunu engellemek istiyorlar.
Bu konuda Ak Parti tarafı yanlış anlaşılıyor. Bizim için anayasa çalışması yapmaları sorun değil bunu inkar etmeleri ve suç üstü yakalanmış paniği yaşamaları kötü bir durum.
Ak Parti 2012 yılında mecliste resmi olarak Anayasa uzlaşma komisyonu kurulmasına önderlik etti.. Hatta vekil sayısına bakmadan her partiden iki üye katılımıyla bu çalışmalar yapıldı. CHP’li Süheyl Batum sabote etmeseydi çok başarılı netice de alınacaktı. Yani bizim meselemiz sizin anayasa çalışması yapmanız değil sizin bunu istismar aracı olarak kullanmanız ve bunu bugün inkar etmeniz.
Ülkede yaşayan her kesimle Anayasa çalışması yapabilirsiniz. Kötü olan Kandil’in talimatıyla vekil, belediye başkanı seçmek veya belediye yönetmektir.

Ekonomi Çok Kötü Demek Halkı Korkutur Yine Ak Parti'ye Sığınırlar

 Optimar, Pandeminin bütün dünyayı korkuttuğu günlerde ağustos ayı anketinde halka ekonomi, işsizlik gibi konuları kim çözer sorusu yöneltmişti.. Ankete katılanların yüzde 33.9’u yine “AK Parti çözer” demiş, Bu sorunları CHP çözer” diyenlerin oranı ancak yüzde 15.3 çıkmıştı.. Muhalif kanadın lideri yani ekonomiyi yürütecek olan partiye güven %15,3.

Yani halk bir sebeple ekonomi kötüye gitmişse bunun çözümünü yine Ak Parti’de görüyor.
Bu durum 7 Haziran 2015 seçimlerinde de ortaya çıkmıştı. Tek başına Ak Parti’nin iktidar olamadığı ortaya çıkınca halk paniklemiş erken seçim yapılmasına neredeyse halkın hiç bir kesimi itiraz etmemişti. Çevremden biliyorum bir sebeple Ak Parti’yi uyarmak için başka partilere oy veren kişilerin işlerin bozulmasından çok endişelenip tekrar Ak Parti’ye oy verdiğine şahit olmuştuk.
Şimdi muhalifler, muhalif trol ekonomistlerin felaket tellallığı yapmak isteyenlere ürettiği yarım gerçek verilerle ekonomi ile ilgili rakamlar paylaşıyorlar buradan Ak Parti’nin oy kaybetmesini bekliyorlar.
Halbuki halk, işler kötüye gittiğini düşündüğünde panikle Ak Parti’ye daha çok ihtiyaç duyuyor. Ak Partinin elinin kolunun daha güçlü olması gerektiğini düşünüyor.
Anketler ve tecrübeler bunu gösteriyor.
Eğer muhalif ekonomistler ekonomik alt yapı çok güçlü, ekonomik dengeler bozuk değil bu ülkeyi CHP bile yönetebilir şeklinde propaganda yapsa emin olun muhalefetin daha büyük şansı olur.

İki genç figürle karşı karşıyayız. Selahattin Demirtaş ve Yavuz Ağıralioğlu



Biri partisini terör örgütüne monte etme görevi üstlendi. Bunu normalleştirmek için çalıştı, konuştu.
Diğerinin bütün konuşmaları partisinin terör örgütüyle ilişkisini perdelemek üzerineydi. Bütün konuşma kabiliyetini bunun için kullandı, kullanıyor
Birinin partisi siyasetçilerini içeri düşürmek için çalıştı, onları buna zorladı.
Diğerinin partisi örgütün içerideki mensuplarını dışarı çıkartmak için çalışıyor.
İşin sonunda ikisi de kendilerini örnek alan gençlerin hayatlarında travma oluşturdu, oluşturuyor, oluşturacak.

KUKLALARLA DEĞİL KUKLACIYLA UĞRAŞMALIYIZ


Ak Parti’nin ekran yüzleri, konuşan vekilleri ve sosyal medyada kelam edenleri bu süreçte iyi imtihan veremedi. Gerek Millet İttifakının anayasa çalışmasıyla ilgili durumunu değerlendirmekte gerek Arınç’ın abartılı reform açıklamalarını değerlendirmekte.
Şimdilik bundan zarar gören Arınç ve İyi Parti görünse de ilerleyen dönemde bu konuda kâr eden Millet İttifakı olacaktır. Çünkü onlar inkar ediyormuş görüntüsü vermelerine rağmen KÜRT HALKININ GÖRÜŞLERİNE KIYMET VEREN ve ONLARIN YANINDA olan sadece Millet İttifakıymış gibi bir tartışma yürütülmüş oldu.
Kürt halkı ülkede bir ayrılığın meselesi olsun diye Osmanlı’dan beri bu konu Türkiye ile derdi olan güç odakları tarafından karıştırılır. İçeride bu tuzağa düşenler buna bilmeden hizmet eder.
PKK ülkeyi bölmek için desteklenmedi eğer hedefi bu olsaydı eski Türkiye’de bu başarılmış olurdu. PKK batı illerinde devamlı terör eylemleri yapsaydı Türkiye halkı bıktırılır ne halleri varsa görsünler diye bölgenin ayrılmasına razı olma noktasına getirilirdi.
Fakat böyle yapılmadı PKK terör eylemlerini hep KÜRTLERİN YAŞADIĞI BÖLGELERDE yaptı. PKK’nın GÖREVİ TÜRKİYE'Yİ YAVAŞLATMAKTI. Ülkede GÜVENLİKÇİ POLİTİKALR yürütülmesi zorlanarak ordu/TSK VESAYETİNİN devam ettirilmesi sağlandı.
Ülke demokrasiden uzak tutuldu.
Ak Parti bu tuzağı bilerek iktidara geldi ve ilk hamleleri bölgeye yaptığı yatırımlarla oldu ardından 2005 yılında Diyarbakır’da Erdoğan şu konuşmayı yaptı;
Türkiye'nin geldiği noktadan geri adım atılmayacağını, demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin verilmeyeceğini belirterek, "Kürt sorunu benim sorunumdur. Her sorunun çözümünün adresi biziz" demişti.
Ardından demokratik açılımlar yapıldı, yıllardır verilmeyen haklar verildi ve barış süreci girişimleri yapıldı.
Tabii ki PKK sorununu Kürt sorunu gibi göstermek için meseleleri birbirine karıştırmak için türlü oyunlar tezgahlanacaktı ve bunlar tezgahlandı.
Kobani kışkırtması tezgahlandı ve bunu HDP’ye söyleterek tezgahladılar, bunu genç yeni bir yüz, Kürt gençleri için bir idol gibi lanse edilen Demirtaş’a yaptırdılar.
Demirtaş bu görüntüsünü PKK’nın menfaatleri için kullandığı için ömrü boyunca hapiste yatsa Türkiye’ye ve Kürtlere verdiği zararın bedelini ödeyemez.
Fakat biz bu dönen tezgahları bozmak zorundayız. Kürt halkı üzerinde bir laboratuvar gibi çalışan büyük servislerin ekmeğine yağ sürmeyi bırakmalıyız. Kan davasını Kürt halkıyla güdüyoruz görüntüsü verilmeye başlanmış durumdadır. Algıcılar bunu başarmıştır. Uyanık olmaz zorundayız.
KUKLALARLA DEĞİL KUKLACIYLA uğraşmalıyız. Kuklalar sevimli olur, Kürt halkına sevdirilen piyonlarla kuklalarla uğraştıkça bölge halkını kaybediyoruz.

Madımak Olayı. 6-7 Ekim KOBANİ Olayları

 Türkiye dönem dönem seri operasyonların yaşandığı, faili meçhullerin gerçekleştiği, halkın bir kısmının bir kısmına karşı kışkırtıldığı olaylara sahne olmuştur.

6-7 Eylül 1955 , İstanbul’da yaşayan gayrimüslimlere saldırıların düzenlendiği olaylar.
1980 Çorum Olayları.
1993 Madımak Olayı.
Bu olayların yaşandığı yıllar, seri operasyonların ardından kıvama gelen bir kısım halkı tahrik eden yalan haberler, kışkırtmalar ile gerçekleşmiştir.
Bu serinin son halkası 2014-2015 yıllarıdır. Suriye’de ortaya çıkartılan İŞİD terör örgütü ile PKK’nın Suriye kolu YPG arasında kurgulanan çatışmanın Türkiye’ye yansıması içeride seri olayların yaşanması, çözüm sürecinin bitirilmesi ile sonuçlandı.
Bugünden bakınca MADIMAK OLAYI ile 6-7 Ekim KOBANİ olaylarının aynı taktikle gerçekleştirilen olaylar olduğunu anlıyoruz.
Kendi ustalarımdan biliyorum, İŞİD Kobani’ye saldıryor haberleri geldiğinde o bölgenin insanları olan ustalarımın psikolojisinin nasıl bozulduğunu Ak Parti’ye oy verenlerinin bile kulaklarını her şeye kapattığını bizzat yaşadım. Çünkü İŞİD ile Ak Parti ve dindar kesim bir algı ile birbirine bağlanmış vaziyetteydi. Dünya, bizim medyanın bir kısmı Kürt halkı buna inandırılmıştı.
Şimdi biz İŞİD’in bir batı operasyonu olduğunu biliyoruz. Kobani saldırısının bir KURGU olduğunu biliyoruz, Kürt halkının bu ALGIYA yenik düştüğünü biliyoruz.
Peki geçmiş yıllarda yaşanan Çorum, Madımak olaylarının nasıl halkı birbirine düşürmek için yapıldığını bilip bugünden o günün insanlarını bu tahriklere kapılmakla kınıyorsak, biz neden bugün bu tahrik operasyonu zokasını yutup HDP'deki operasyon elemanlarının da kullanılmasıyla, birkaç gencin kandırılması veya içlerine giren servis elemanlarının yaptığı yüzünden kan davası güdüyoruz?

Anlatılamayan Mesele, Tank Palet Fabrikası


Haber kanallarında her akşam yayınlanan tartışma programlarını izlemek gerçekten insanı çok geriyor. Muhalefeti temsil eden sözcüler ağız birliği etmişçesine konu ne olursa olsun, moderatörün sorduğu soru ne olursa olsun onlar söze ‘’millet aç aç’’ diyerek başlıyor ekonomi batmış diyerek bitiriyor. Belli ki onlara böyle yapmaları söylenmiş.
Fakat beni esas geren iktidar tarafının sözcüleri. Bir iki isim dışında ekonomi ile ilgili konuları yeterince bilmemeleri. Mutlaka bilmeleri gereken üç beş rakamı dahi bilmiyor olmaları. Üzerinde çok spekülasyon yapılan, yaygara yapılan iki üç konunun aslını gereği gibi öğrenmemeleri.
Bunların başında iki yıldır gündeme getirilen TANK PALET FABRİKASI konusu var.
Şu kadar basit bir konuyu bir türlü öğrenemediler dolayısıyla da anlamadılar. Anlamadılar ki anlatsınlar.
Mesele şu;
Devlet yerli bir tank üretilmesi için ihaleye çıktı.
Öncelikle 250 tank üzerinden yapılan ihaleye Koç Holding 7 Milyar Avro BMC 4 Milyar Avro fiyat verdi
BMC ihaleyi kazandı Cumhurbaşkanı 500 Milyon daha düşürerek 3,5 Milyar Avroya ihale sonuçlandı.
İhalenin bir şartı da, tank üretiminde ihaleyi alanların Tank Palet fabrikasını kullanma imkanı olacağıydı. Bu 22 yıl olarak belirlendi. Yani ihaleyi alanlar bu imkanı da göz önüne alarak fiyat verdiler.
Tank Palet fabrikasının kullanılması ihalenin belki 1 Milyar daha düşük çıkmasını sağladı. Zaten atıl durumda olan Tank Palet fabrikası devletin olmaya devam edecek, Yönetim devletin personelinde olacak.
İşin aslı şu; ihaleyi alan firma kendisine ait bir fabrikayı zaten Karasu’da yapmaktadır. İlerleyen dönemde Tank Palet fabrikasını kullanmak istemeyecek üretimi kendi fabrikasında diğer üretimleriyle bir arada yapmak isteyecektir. İlk tankların erken teslimi için Tank Palet fabrikası firmanın kullanımına verilmek istendi.
Devlet 3,5 Milyar Avroyu ihaleyi kazanan firmaya verecek, firma 250 Altay tankını teslim edecek. İşin hızlı olması maliyetin düşük olması için Tank Palet fabrikasını kullanacak. Bu kullanma sürecinde illaki fabrikaya büyük paralar yatırmak durumunda olacak.
YANİ 50 MİLYON BULUNAMADI MI DİYE BİR ŞEY YOK, DEVLETİN 3,5 MİLYAR AVRO VERECEĞİ BİR İŞTEN BAHSEDİYORUZ.
Devlet elindeki fabrikayı kullanarak ihaleyi daha ucuza sonuçlandırmıştır. Ve işin sonunda fabrikasını rehabilite ettirmiş olacaktır.
Neticede bütün hakları devlete ait Altay tanklarından 250 adet devlete teslim edilecek. İlerleyen dönemde firma isterse 22 yıl boyunca Tank Palet fabrikasının bir kısmını kullanmaya devam edecek. Bir kısmını diyoruz çünkü fabrika devlete ait, devlet isterse fabrikanın diğer bölümlerinde kendine ait bakım ve üretim çalışmaları yapabilecektir.
Dediğimiz gibi firma biran önce üretimi kendi fabrikasına taşımak isteyecektir.
Fabrika peşkeş çekilmiş, satılmış falan değil. Devlet tank üretimi için vereceği büyük paraları daha asgaride tutabilmek için elindeki imkanı ortaya koymuştur.

15 Kasım 2020 Pazar

 

Ak Parti’nin ilk hükümetlerinde İlahiyat hocalarından Prof Dr Mehmet S. Aydın, Prof Dr Mustafa Yazıcıoğlu görev almıştır. Diyanet İşleri Başkanlığına Prof Dr Ali Bardakoğlu atanmıştır. Bu isimler ilahiyat alanında geleneği sorgulayan,  yenilikçi, İslam’ın değişen şartlara göre hükümleri olduğunu savunan ekoldendir.

Gerek bu ilahiyat hocalarının, gerek Ak Parti kurucuları ve arkalarındaki entelektüel aklın temsilcilerinin din ve dünya  anlayışı; sorgulayıcı, yenilikçi, kuşatıcı ve özgürlükçü bir  görüşü temsil ediyordu.

Bu yüzden o dönemde devleti elinde tutan zinde güçlerden şikayetçi olan liberaller ve bazı solcular, bu din anlayışının devlete hakim olan mevcut kemalist ideolojisinden çok daha özgürlükçü olduğunu fark ettiler ve Ak Parti’ye destek verdiler.

Ak Parti hükümetleri ilk dönemlerinde her kesimden yazarları, akademisyenleri şaşırtacak derecede özgürlükçü ve yenilikçi politikalar geliştirdi. Kürtlerin yaşadığı mağduriyetleri gideren uygulamalar ve yasalar yürürlüğe sokuldu.  Vatandaşın azarlandığı yerler olan devlet daireleri artık memurların aman vatandaş şikayetçi olmasın endişesi taşınan kurumlar haline geldi. Cumhurbaşkanı Sezer’e takılmasa çok ilerici kanunlar çıkarmayı da başaracaktı.

 

 

Fakat iktidar süresi boyunca gerek statükoyu ayakta tutan güçler tarafından gerek yeni statükoyu kurmak isteyen ABD destekli Fetö tarafından yapılan operasyonlar ve işin sonunda bunların hukuken bitirilme süreci doğal olarak sert geçti. Düşmanımın düşmanı dostum diyerek bu süreçte Fetönün başarılı olması için destek gayretinde bulunan   gafiller de bu hukuk sürecinde payını almış oldu.

Aynı şekilde ABD destekli PKK terör örgütü de tarihinde ilk defa bir partiyi hedef alarak Erdoğan’ı düşman ilan ederek siyasete müdahil  olmuştu. Bu güç de Ak Parti’ye karşı kullanılmak istendi. Bunu kullanmak isteyenler de doğal olarak hukuki müeyyidelerden payını aldı.

Geldiğimiz noktada Fetö üyeleri hapiste, PKK militanları ülke dışına çıkarıldı. HDP terör destekçisi olduğu için her kesim tarafından vebalı muamelesi görmeye başladı.

Artık normalleşmenin başlaması için bir engel kalmadı. Ak Parti özgürlükçülüğün de halkı öncelemenin de gerçek kalesidir. Şimdi art arda her alanda demokratik gelişmeler yaşanacaktır. Ak Parti yapacağı birkaç hamleyle, Erdoğan söyleyeceği birkaç sözle kürtlerin diğer kısmının da  gönlünü alacaktır. Zaten  şu an itibariyle Türkiye için asıl tehdit Fetöcülerdir.  Bunlar dışında her kesimde suça karışanlar demokratik açılımlardan payını almalı hızla normalleşme sağlanmalıdır. Görünen o ki iktidarın da niyeti bu yöndedir.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...