Bundan birkaç yıl önce şöyle bir öngörüde bulunmuştum; Önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde Türkiye’de, geleneği sorgulayan, Kur’an merkezli din anlayışına sahip olanların oranı ‘’okuryazar’’ nüfus içerisinde %50’yi bulacaktır.
Fakat şimdi bu öngörünün çıkacağı konusunda ümidim kırılmaya başladı. Bu ümitsizliğe kapılmamın sebebi, sorgulamaya dayalı bu din anlayışının insanları ikna edemeyeceği yüzünden değil, bu anlayışa ulaşmış neferlerin çoğunun bir sebeple savrulması.
Fakat şimdi bu öngörünün çıkacağı konusunda ümidim kırılmaya başladı. Bu ümitsizliğe kapılmamın sebebi, sorgulamaya dayalı bu din anlayışının insanları ikna edemeyeceği yüzünden değil, bu anlayışa ulaşmış neferlerin çoğunun bir sebeple savrulması.
Bir toplumun din anlayışını orta tabakanın din anlayışı belirler. Yani ülkenin gidişatına dinin bir etkisi oluyorsa, ancak orta tabakanın anlayışı buna etki etmektedir. Entelektüel kesimin kendi içerisindeki tartışmaları eğer orta tabakayı uyandırmayı hedefleyen argümanlar üretmek üstüne değilse bu tartışmaların toplum için pratik faydası olmamaktadır.
Martin Luther, daha önce bir çok reform girişimcisinin başaramadığını başarmış ve Katolik Kilise’sinin yeniden yapılanmasının önünü açmıştı. Çok pratik, ayakları yere basan ve reel politiği gözeten bir mücadele yürüttü. Katolik kilisesinin en gözle görünür sapkınlığını endüljans satışını hedef aldı. ‘’Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler” adını taşıyan ve 95 tane maddeden meydana gelen bir metin hazırladı. 95 maddede çeşitli argümanlarla aynı konuyu eleştiriye tabi tuttu ve sonuç aldı.
Bizde durum nedir?
Kur’an üzerine çalışma yapanların bir kısmı, muhkem müteşabih demeden, henüz yaşanmamış, başa gelmemiş konuların da Kur’ani hükmünü anlamaya çalıştı eski fıkıhçıların ütopik vaka üretip onlara da fetva vermeye çalışması hatasına düştüler ve gereksiz ayrılıkların ortaya çıkmasına sebep oldular. Hâlbuki Kur’an tedriciydi, olaylara göre inmişti yaşanmamış duruma vereceği cevabı herkes farklı anlayacaktı. Bu doğal durum gözardı edildi ve bir müddet sonra bu çalışmayı yapan insanlarda bir yorulma, şüphe ve ümitsizlik doğurdu.
Martin Luther, daha önce bir çok reform girişimcisinin başaramadığını başarmış ve Katolik Kilise’sinin yeniden yapılanmasının önünü açmıştı. Çok pratik, ayakları yere basan ve reel politiği gözeten bir mücadele yürüttü. Katolik kilisesinin en gözle görünür sapkınlığını endüljans satışını hedef aldı. ‘’Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler” adını taşıyan ve 95 tane maddeden meydana gelen bir metin hazırladı. 95 maddede çeşitli argümanlarla aynı konuyu eleştiriye tabi tuttu ve sonuç aldı.
Bizde durum nedir?
Kur’an üzerine çalışma yapanların bir kısmı, muhkem müteşabih demeden, henüz yaşanmamış, başa gelmemiş konuların da Kur’ani hükmünü anlamaya çalıştı eski fıkıhçıların ütopik vaka üretip onlara da fetva vermeye çalışması hatasına düştüler ve gereksiz ayrılıkların ortaya çıkmasına sebep oldular. Hâlbuki Kur’an tedriciydi, olaylara göre inmişti yaşanmamış duruma vereceği cevabı herkes farklı anlayacaktı. Bu doğal durum gözardı edildi ve bir müddet sonra bu çalışmayı yapan insanlarda bir yorulma, şüphe ve ümitsizlik doğurdu.
Bir kısmı, batılı filozofların önermeler fırtınasının girdabına kapıldılar, din dilleri değişti, dönüp halka edecekleri kelamları kalmadı daha da kötüsü bunu zül saymaya başladılar. Hâlbuki ‘’abese’’ olayı bizi bu konuda uyarmaktaydı.
Kur’an’ı yeni keşfeden, daha çok ömrünün sonraki bölümünde dini ciddiye almaya başlayan bir kesim ise Kur’an üzerine konuşmayı felsefi bir ameliye olarak görmeyi tercih ettiler. Kur’an’ın ibadet ve muamelatla ilgili emirlerini ‘’ahlaklı olmak’’ sloganı ile perdeleme yoluna gittiler. Hâlbuki Kur’an bu işe kalkışmanın yani mü’min olmanın ciddi bir iş olduğunu söylüyordu bunu ‘’sarp yokuş’’ olarak tarif ediyordu. Bu işe kalkışanların konforunun bozulacağını kabul etmeleri gerekiyordu. Gerçek mü’minliğin , Kur’an’ın indiği dönemde köle azat etmek ne ise bugün buna karşılık gelen şekilde konfordan fedakarlık gerektireceğini görmezden gelenler Kur’an ile halkın arsasına başka bir perdeleme yapmış oldular.
Fikir üretebilen, hurafeyle mücadele edecek formüller üretebilecek kafalar bu şekilde bu mücadelede atıl duruma düştü. Halkı uyandırmak, yeni başlayanlara yol gösterecek fikirler üretmek yerine kendi içerisinde entelektüel yarışa girmek, ‘’insanlardan ümit kesme’’ edebiyatı yapmak ve en ucuz yol olan ahlakçılık havariliğine soyunmak Kur’an merkezli din anlayışına sahip olanların düştüğü tuzaklar olarak öne çıkmaktadır.