25 Eylül 2018 Salı

Hurafecilikle Mücadelenin Yavaşlamasının Sebepleri

Bundan birkaç yıl önce şöyle bir öngörüde bulunmuştum; Önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde Türkiye’de, geleneği sorgulayan, Kur’an merkezli din anlayışına sahip olanların oranı ‘’okuryazar’’ nüfus içerisinde %50’yi bulacaktır.
Fakat şimdi bu öngörünün çıkacağı konusunda ümidim kırılmaya başladı. Bu ümitsizliğe kapılmamın sebebi, sorgulamaya dayalı bu din anlayışının insanları ikna edemeyeceği yüzünden değil, bu anlayışa ulaşmış neferlerin çoğunun bir sebeple savrulması.
Bir toplumun din anlayışını orta tabakanın din anlayışı belirler. Yani ülkenin gidişatına dinin bir etkisi oluyorsa, ancak orta tabakanın anlayışı buna etki etmektedir. Entelektüel kesimin kendi içerisindeki tartışmaları eğer orta tabakayı uyandırmayı hedefleyen argümanlar üretmek üstüne değilse bu tartışmaların toplum için pratik faydası olmamaktadır.
Martin Luther, daha önce bir çok reform girişimcisinin başaramadığını başarmış ve Katolik Kilise’sinin yeniden yapılanmasının önünü açmıştı. Çok pratik, ayakları yere basan ve reel politiği gözeten bir mücadele yürüttü. Katolik kilisesinin en gözle görünür sapkınlığını endüljans satışını hedef aldı. ‘’Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler” adını taşıyan ve 95 tane maddeden meydana gelen bir metin hazırladı. 95 maddede çeşitli argümanlarla aynı konuyu eleştiriye tabi tuttu ve sonuç aldı.
Bizde durum nedir?
Kur’an üzerine çalışma yapanların bir kısmı, muhkem müteşabih demeden, henüz yaşanmamış, başa gelmemiş konuların da Kur’ani hükmünü anlamaya çalıştı eski fıkıhçıların ütopik vaka üretip onlara da fetva vermeye çalışması hatasına düştüler ve gereksiz ayrılıkların ortaya çıkmasına sebep oldular. Hâlbuki Kur’an tedriciydi, olaylara göre inmişti yaşanmamış duruma vereceği cevabı herkes farklı anlayacaktı. Bu doğal durum gözardı edildi ve bir müddet sonra bu çalışmayı yapan insanlarda bir yorulma, şüphe ve ümitsizlik doğurdu.
Bir kısmı, batılı filozofların önermeler fırtınasının girdabına kapıldılar, din dilleri değişti, dönüp halka edecekleri kelamları kalmadı daha da kötüsü bunu zül saymaya başladılar. Hâlbuki ‘’abese’’ olayı bizi bu konuda uyarmaktaydı.
Kur’an’ı yeni keşfeden, daha çok ömrünün sonraki bölümünde dini ciddiye almaya başlayan bir kesim ise Kur’an üzerine konuşmayı felsefi bir ameliye olarak görmeyi tercih ettiler. Kur’an’ın ibadet ve muamelatla ilgili emirlerini ‘’ahlaklı olmak’’ sloganı ile perdeleme yoluna gittiler. Hâlbuki Kur’an bu işe kalkışmanın yani mü’min olmanın ciddi bir iş olduğunu söylüyordu bunu ‘’sarp yokuş’’ olarak tarif ediyordu. Bu işe kalkışanların konforunun bozulacağını kabul etmeleri gerekiyordu. Gerçek mü’minliğin , Kur’an’ın indiği dönemde köle azat etmek ne ise bugün buna karşılık gelen şekilde konfordan fedakarlık gerektireceğini görmezden gelenler Kur’an ile halkın arsasına başka bir perdeleme yapmış oldular.
Fikir üretebilen, hurafeyle mücadele edecek formüller üretebilecek kafalar bu şekilde bu mücadelede atıl duruma düştü. Halkı uyandırmak, yeni başlayanlara yol gösterecek fikirler üretmek yerine kendi içerisinde entelektüel yarışa girmek, ‘’insanlardan ümit kesme’’ edebiyatı yapmak ve en ucuz yol olan ahlakçılık havariliğine soyunmak Kur’an merkezli din anlayışına sahip olanların düştüğü tuzaklar olarak öne çıkmaktadır.

23 Eylül 2018 Pazar

Gelenekçilerin Uymadığı Hadisler ve Sünneti Yeniden Tetkik Meselesi


Müzik, rivayet edilen bir çok hadis ve ilk dönem dört mezhep imam ve alimlerinin ağırlıklı görüşlerine  göre haramdır. Çalgı aletlerinin haramlığına dair çokça hadis rivayeti vardır. Diğer taraftan, devlet başkanlığı, emirlik Kureyşlilere aittir bu insanlardan iki kişi kalıncaya kadar böyledir diye hadis rivayetleri Buhari Ve Müslim’de yer bulmuştur.
Fakat daha sonra müzik tasavvufçular tarafından kullanılmaya başlanınca İmam-I Gazali ve bazı alimler müzikle ilgili başka hadis rivayetlerini ve Kur’an’da haramlığına açık bir delil olmamasını gündeme getirerek müziğin helal olduğunu savundular ve günümüzde bu fetva geçerlidir.
Hilafetin Kureyşe ait olduğunda neredeyse alimler arasında icma varken (İmam Maturidi dahil), Osmanlı hilafeti İstanbul’a taşıyınca bu sefer Hilafet Kureyşindir hadisleri tevil edilerek tavsiye oldukları bağlayıcı olmadıkları savunulmaya başlanmıştır.
Yani bazı konular yaşanamaz hale gelince yeniden hadisler sorgulanmış ya başka rivayetler öne çıkarılmış ya da Kur’an’da açık hüküm yoksa mubahlığa hükmedilmiştir.
Dönemsel ve yerel uygulamaların Kur’an ve sahih sünnette yer bulmadığı halde fıkha girmeleri, bazılarının fiili olarak henüz hayatımızı etkilemiyor diye öylece fıkıhta durmaları İlahiyat alanında çalışma yapanlar için ciddi bir sorun olarak görülmektedir. Ki birçok rivayet, müzik ve hilafet konusunda olduğu gibi İslam'ı gelişen hayata cevap veremez duruma düşürmektedir.
.
Dinlerin içerisine, hurafe içeren yerel anlayış ve uygulamaların girmesi konusu dünya tarihinde ilim ehliyle vaizler arasında süregelen bir çatışmadır ve çok doğaldır. Vaizler daha çok halkın duymak istedikleriyle, bilginler ise kaynaklardaki gerçek bilgilerle ilgilenir ve bu ayrım ve çatışma devamlı büyür. Halk doğal olarak daha çok vaizlerin tarafını tutar. Siyasi irade de halkı karşısına almak istemez böylece din delillerden çok alışkanlıklara bağlı kalır.
Sünneti yeniden tetkik, olsa olsa eski cesur alimlerin sünnetidir. Ortada türedi bir durum yoktur. Dünyada körü kürüne geleneğe bağlı kalmak aklı selim hiç bir toplumda savunulmamıştır. İnsanın olduğu yerde yozlaşma vardır ve yine o yozlaşmayı insanlar rehabilite edecektir. Yozlaşmayı halk düzeltemez, halkı kaybetmeyi göze alamayan vaizler de düzeltemez, bu iş ancak akademinin işidir. Bu konu adam kayırılacak, bizim adamlarımız bu alanı deruhte etsin denecek bir konu da değildir.
Ak Parti ilk üç hükümetinde görev verdiği bakanlardan İlahiyatçı Prof Mehmet Aydın ve Prof Mustafa Yazıcıoğlu, bu konuda en çok hassasiyeti olan ilahiyatçılardandı. Ak Parti şunları sorgulamalı; Neden bu tür ilahiyatçılarla yola çıkmıştı? Kaybettiğini düşündüğü ve yeniden yakalamaya çalıştığı dinamik ruh bununla da ilgili olabilir mi?
Gençlere girişimcilik tavsiyesi yapılıyor ama o anda gençler slogana asılıyor konunun ciddiyetini bile anlamıyor. Neden çünkü şu anda örnek olarak önüne konan ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu, sesini yükseltip alçaltarak hikaye anlatmak dışında ürettiği bir felsefe ve yeni bir bakış açısı geliştirme yok. Yani girişimcilik değil hikayecilik. Ve diğer tarafta her işe duası olan vaizler onere ediliyor, yine genç için girişmiciliğe örnek bir durum yok her şeye duası olan bir hocadan nasıl bir girişimcilik ortaya çıkabilir.
Kur’an’da tek affedilmeyecek günahın şirk olduğunu, din adamlarının haram kıldıklarını haram kabul etmenin onlara tapmak olduğunu söyleyen Kur’an’ı okuyan bir müslümanın, bugün halkın imanına neleri bulaştırdığını, din olarak Resulullah’ın hayatında olmayan şeylerin nasıl İslam'ın tam göbeğine oturtulduğunu görünce dayanması mümkün değildir.
Sahih İslam’a dönüş mücadelesi bilinçli her müslümanın sürdürmek zorunda olduğu bir görevdir. İçinde riya olmayan bir mücadeledir bu. Çünkü bugün tarıkatçı olanın, gelenekçi olanın başı ağrımadığı halde insanları Kur’an’a çağıranlar dışlanmakta ve tehdit edilmektedir. Bu yönüyle de mücadeleleri Resulullah’ın mücadelesine daha çok benzemektedir

19 Eylül 2018 Çarşamba

Piyasa Durgunluğunun Sebebi, İnşaatın Yavaşlaması

Türkiye’nin genel ekonomik verileri 2017’de de 2018 yılı başı itibariyle de gelişmekte olan ülkelerin çoğundan iyi olduğu halde ülkede ekonomik yavaşlama başladı.
Gezi olaylarından başlayan, ekonomiyi hedef alan, faizleri yükseltmeyi temel alan bir operasyona tabi tutulduğu gerçeği yanında, son bir yılda iyice kendini gösteren yavaşlamanın başka bir sebebi daha var.
İnşaatın yavaşlaması,
Duble yollar, havalimanları, tüneller, barajlar ve TOKİ inşaatları tamamlanmaya başladığı için devlet inşaattan geçtiğimiz yıllara oranla neredeyse çekilmiş durumda. Özel sektörün konut projeleri azaldı, bunun birkaç sebebi var. Piyasa belli oranda doyuma ulaştı, kredi faizleri yükseldi, arsa fiyatları çok yükseldi, malzeme fiyatları 2017 yılı itibariyle döviz artışlarından bağımsız olarak diğer mallara oranla fazlasıyla arttığı için inşaat sektörü sıkıntıya girdi.
Gözden kaçırılan bir gerçek var ki, o da dünya piyasalarında emtia fiyatlarında gerçekleşen yüksek fiyat artışlarıdır. Bu fiyatları kontrol eden, bu piyasalarda tekel durumlarını kullanan bu şebeke daha önceki yıllarda 2008’de petrolün varilini 140 $’a çıkarmış, daha sonra hububatta aynı oyunu oynamış 2011 yılında hububat fiyatları yükseltmiş, yine 2008’de 900 $ olan altının ons fiyatı 2011’de 1900 $’a yükseltilmiştir.
2017 yılı itibariyle de aynı tekel, emtia fiyatlarını yükseltmiştir.
Demir başta olmak üzere 2017 yılında dünya piyasasında fiyatları artan emtia ürünleri; Karton ambalaj %50, Paladyum %53,6, %31,7 alüminyum, %30,4 bakır, %29,2 çinko, %25,3 nikel, %23,3 kurşun, %17,3 Brent petrol, %13,2 altın, %11,2 pamuk, %6,4 gümüş, %4,6 buğday ,%3 platin. Emtia fiyatlarını elinde tutan aynı sermaye şebekesi yine hakim oldukları, tekel durumunda oldukları yemek çeklerindeki komisyon oranlarını da %100 hatta %200 artırdılar.
Türkiye dinamik bir piyasa olduğu, yatırım yapan bir piyasaya sahip olduğu için bu artışları fazlasıyla hissetmiştir.
Diğer taraftan aynı Tekel, finans piyasasına da hakim olduğu için renkli devrimler süreci (2003-2014)diye bilinen gelişmekte olan ülkelerde siyasi iç karışıklıkları finanse ederek bu ülkelerde istikrarı bozmak yoluyla faizleri yükseltmeye çalışmış ve bunda fazlasıyla başarılı olmuştur. Brezilya, Ukrayna, Venezuella, Arjantin, Mısır, Gürcistan vb ülkelerde iç karışıklıklar köpürtülmüş ve istikrarsızlığa sürüklenmişlerdir. Türkiye bu süreci Gezi olaylarıyla yaşamış benzer ülkelerden en az hasarı alan ülke olarak kayıtlara geçmişti. Fakat bugün itibariyle görülmeketedir ki bu operasyon devam etmektedir.
Gezi olayları, hukuk darbe girişimi ardından askeri darbe girişimi, Suriye’de yapılandırılan terör devleti ve ardından dünya emtia piyasasındaki fiyat yükselişleri Türkiye ekonomisini ciddi manada etkilemiştir.
Fakat biz bunlarla beraber yine ekonomik göstergeleri en iyi durumda olan ülkelerden olduğumuz için (Borç/GSYH- İşsizlik- Yatırımlar) bu operasyonları belli seviyede savmıştık. Fakat bu operasyonların yapamadığını politik söylemlerde öne çıkan, paralar betona gömüldü, inşaat yatırımları dursun söylemi piyasayı ciddi oranda durdurmaya sebep oldu.
Halbuki 2017 itibariyle inşaat sektörünün küresel ekonomideki payı yüzde 15 düzeyinde gerçekleşirken, Türkiye’de bu oran yüzde 9 düzeyinde gerçekleşmişti.
Dünyadaki ekonomik projeksiyonlarda 2025 yılına gelindiğinde inşaat sektörünün toplam ekonomideki payının gelişmiş ülkelerde yüzde 10, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 17 seviyesine erişeceği tahmin ediliyor. (KPMG Türkiye-Sektörel Bakış - İnşaat – 2018)
Çin, 10 milyar doların üzerinde maliyeti olan onlarca inşaat yatırımı başlatmış durumda benzer şekilde birçok gelişmekte olan ülkede inşaat yatırımları hız artırarak devam ediyor.
Çin ayrıca 322 milyar Sterlinlik yatırımla 2030'da dokuz ilden 42 milyon insanı Pearl River Deltasında bir devasa mega kent olarak birleştirmeyi planlıyor.
İnşaat sektörü, kendisine bağlı 200’ün üzerinde alt sektörün ürettiği mal ve hizmete olan talebi dolayısıyla “ekonominin lokomotifi” vasfını da taşımaktadır. İnşaat sektöründe gerçekleştirilen her bir faaliyet, inşaat üretim sürecinde kullanılan girdilerle olan ilişkisi nedeniyle ilgili diğer sektörleri de etkileyebilmektedir. Böylece kullandığı girdiler açısından ekonomide en güçlü iktisadi sektörler arasında yer alan inşaat sektörü, diğer sektörlerle ilişkisi ve istihdama olan katkısı nedeniyle de arzu edilen bir ekonomik büyüme hızının yakalanmasında ve sürdürülmesinde oldukça önemli bir rol üstlenmektedir (AKADEMİK YAKLAŞIMLAR DERGİSİ CİLT:3 SAYI:2 Ramazan Kılıç)
Ekonomide inşaat sektörünün önemi ve rolü birçok araştırmacı ve uluslararası kuruluş tarafından ele alınmıştır. Bu çalışmaların çoğu gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerinde yapılmış ve ekonomik büyümede inşaat sektörünün önemli bir rolü olduğunu belirlemişlerdir (Turin, 1973; Ball, 1981; World Bank, 1984; Wells, 1986; Ofori; 1990, Bon, 1992, Khalil, 2012: 3). Turin (1969) ve Wibomo (2009), özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme ile inşaat sektörü yatırımları arasında pozitif yönlü güçlü bir ilişkinin olduğunu belirlemişlerdir. Daha sonra Strassmann (1970), Drewer (1980), Edmonds ve Miles (1984) ve Wells (1985), yılındaki çalışmalarında inşaat sektöründeki yatırımlarının çeşitli miktarlarını kullanarak ekonomik büyüme ve inşaat yatırımları arasında güçlü bir ilişki olduğunu belirlemişlerdir (Ramachandra ve Rameezdeen, 2006: 50). (Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 27, Sayı: 4, 2013 Ekonomik Büyümede İnşaat Sektörünün Rolü: Türkiye Örneği)
İnşaat, ekonomiyi canlandırmakla beraber Türkiye’de yapılan yol, tünel, havalimanı gibi projeler ekonomiye direk katkısı olan yatırımlardı. Örneğin Avrasya tüneli yatırımı için üstlenici firma aldığı kredi karşılığında ilk yıl 70 milyon $ faiz ödemesi yapmasına karşılık sadece akaryakıt açısından ülkeye 286 milyon liralık yakıt tasarrufu yaptırmış bunun yanında birçok ekonomik fayda sağlamıştır. Akaryakıt, lastik, yedek parça neredeyse tamamen ithal ürünler olduğu halde inşaat yatırımları neredeyse tamamen yerli yatırımlar olması da değerlendirildiğinde inşaat ülke için vazgeçilmez bir yatırım olduğu inkar edilemez. Türkiye’nin yıllık akaryakıt gideri 50 milyar liradır, bu her halükârda tüketilen, sadece %6’sını yerli üretebildiğimiz bir tüketim maddesidir. Bu yüzden orta ve uzun vadede bunu azaltacak bütün inşaat yatırımları ülke için gelir getirici yatırım sayılır.
Ülke ekonomisinin yeniden hız kazanması için gerek kamu gerek özel sektörün inşaat yatırımları desteklenmelidir. Bu konu politik hamaset söylemlerine kurban edilecek bir konu değildir.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...