21 Aralık 2023 Perşembe

İslam'da Kaynak Meselesi

 Hadis, hadis diyenler zannediyorlar ki hocaları onları hadislere uygun yaşatıyor.

Mesele hadis değil gelenekçiliktir. Gelenekçiler önlerinde bulduklarına uyarlar, onları Kur'an'a çağırdığınız gibi hadise de çağırsanız uyamazlar.
Örnek
Bu hadislere uyalım deyin bakın ne diyecekler.
Camide ''sünnet'' kılınmadığı konusu, özellikle de Cuma Namazında uyalım hadislere. Var mısınız?
Abdullah b. Ömer radiyellahü anh şöyle dedi: “Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Cuma namazından sonra mescidden ayrılıncaya kadar namaz kılmaz, ayrılınca evinde iki rekat kılardı.” (Buhârî, Cuma, 39; Müslim, Cuma, 71)
Abdullah b. Ömer, Cuma günü olduğu yerde iki rekat namaz kılan birini gördü ve onu iterek şöyle dedi: “Cumayı dört rekat olarak mı kılmak istiyorsun?” Abdullah evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle derdi: "Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapardı. "(Ebû Davud, Cuma, l127)
Atâ, Abdullah b. Ömer ile ilgili olarak şunları söylemiştir: Mekke'de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekat kılar, sonra ileri geçer dört rekat kılardı..Medine'de olduğu zaman Cumayı kılar, sonra evine döner iki rekat kılardı. Mescitte kılmazdı. Derdi ki, " Resulullah öyle yapardı."(Ebû Davud, Cuma) Nafi'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ömer Cumadan önce namazı uzatır, Cumadan sonra da evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle söylerdi: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de böyle yapardı.” (Ebû Davud, Cuma, l128)
Ebu Hureyre radiyellahü anh Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Sizden biri Cumayı kıldıktan sonra dört rekat namaz kılsın.” (Müslim,Cuma, 67; Ebû Davud, Cuma, l131) Ebu Hureyre radiyellahü anh Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cumadan sonra namaz kılacak olursanız dört rekat kılın.” (Müslim, Cuma, 68; Ebû Davud, Cuma, l131; Tirmizi, Cuma, 523) es-Sâib diyor ki, “Muaviye ile birlikte maksurede (hünkar mahfilinde) Cuma namazını kıldık. İmam selam verince kalktım, aynı yerde namaza devam ettim. Muaviye bana birini gönderdi ve dedi ki, " Bu yaptığını bir daha yapma. Cuma namazını kıldıktan sonra dışarı çıkmadan veya biraz konuşmadan başka namaz kılma. Çünkü Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem bize böyle emretmişti. Konuşmadıkça veya dışarı çıkmadıkça bir namazın diğerine eklenmemesini isterdi.” (Müslim, Cuma, 73; Ebû Davud, Cuma, l128)



Müslümanlar neden rivayetleri ihtiyatla karşılayıp Kur'an'ı esas almalıdır.
Bununla ilgili örnekler serisi
Örnek 5:
Muğayyebat-ı Hamse konusu
Rivayetleri esas alarak yapılan tefsirler, zamanın ve şartların değişmesi sonucunda, ayetlerin çağları aşan mesajını gölgeliyor
.
Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır. (Lokman 34)
İlk dönem müfessirleri bu ayeti tefsir ederken bir hadis rivayetine dayanarak beş gayb vardır ki bunları ancak Allah bilir diye tefsir etmiştirler.
İbn-I Ömer’den rivayet edilen hadis:
Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Gayb`ın anahtarları beş (dâne) dir ki, onları Allâhu Teâlâ`dan başkası bilemez. Yarın ne olacağını (Allah`dan başka) hiçbir kimse bilemez. (Ana) rahimleri(n)de ne(ler) bulunduğunu (Allah`dan başka) hiçbir kimse bilemez. Hiçbir nefs yarın (hayr ü şer) ne kazanacağnı bilemez. (Kezâ) hiçbir nefs hangi tarzda öleceğini bilemez. (Allah`tan başka) hiç bir kimse de yağmurun ne zaman geleceğini bilemez.
Buna ‘’muğayyebat-ı hamse’’ diye de isim verilmiştir.
Hakbuki ayette konu bu şekilde geçmiyor,
Yağmuru Allah’ın yağdırdığını
Rahimlerdekini de bildiğini söylüyor
Bunları başka kimse bilmez demiyor.
Kıyamet saati bilgisinin Allah katında olduğunu,
kişinin yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilmeyeceğini söylüyor.
Yani mutlak manada üç gayb var.
Son dönem müfessirleri bu gayb sayısını ilmi gelişmelerle beraber zaten üçe düşürmek durumunda kalmıştır.
Bilimsel gelişmeler rivayetle ve ona bina edilen tefsirlerle çelişmiş ama ayetle çelişmemiştir
Üstelik ayet, tam da mucizevi bir şekilde o günkü insan için gayb olan beş şeyden ikisini metinde ayırmıştır.
Fakat ayetin bu yönü halen rivayetlerin gölgesinde kalmış, rivayetlerdeki yanlış anlamaların hesabı, Kur’an’da bilime ters bilgi var diye Kur’an’dan sorulmaktadır.


Hadis, hadis diyenler zannediyorlar ki hocaları onları hadislere uygun yaşatıyor.
Mesele hadis değil gelenekçiliktir. Gelenekçiler önlerinde bulduklarına uyarlar, onları Kur'an'a çağırdığınız gibi hadise de çağırsanız uyamazlar.
Örnek
Bu hadislere uyalım deyin bakın ne diyecekler.
Camide ''sünnet'' kılınmadığı konusu, özellikle de Cuma Namazında uyalım hadislere. Var mısınız?
Abdullah b. Ömer radiyellahü anh şöyle dedi: “Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Cuma namazından sonra mescidden ayrılıncaya kadar namaz kılmaz, ayrılınca evinde iki rekat kılardı.” (Buhârî, Cuma, 39; Müslim, Cuma, 71)
Abdullah b. Ömer, Cuma günü olduğu yerde iki rekat namaz kılan birini gördü ve onu iterek şöyle dedi: “Cumayı dört rekat olarak mı kılmak istiyorsun?” Abdullah evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle derdi: "Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapardı. "(Ebû Davud, Cuma, l127)
Atâ, Abdullah b. Ömer ile ilgili olarak şunları söylemiştir: Mekke'de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekat kılar, sonra ileri geçer dört rekat kılardı..Medine'de olduğu zaman Cumayı kılar, sonra evine döner iki rekat kılardı. Mescitte kılmazdı. Derdi ki, " Resulullah öyle yapardı."(Ebû Davud, Cuma) Nafi'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ömer Cumadan önce namazı uzatır, Cumadan sonra da evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle söylerdi: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de böyle yapardı.” (Ebû Davud, Cuma, l128)
Ebu Hureyre radiyellahü anh Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Sizden biri Cumayı kıldıktan sonra dört rekat namaz kılsın.” (Müslim,Cuma, 67; Ebû Davud, Cuma, l131) Ebu Hureyre radiyellahü anh Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cumadan sonra namaz kılacak olursanız dört rekat kılın.” (Müslim, Cuma, 68; Ebû Davud, Cuma, l131; Tirmizi, Cuma, 523) es-Sâib diyor ki, “Muaviye ile birlikte maksurede (hünkar mahfilinde) Cuma namazını kıldık. İmam selam verince kalktım, aynı yerde namaza devam ettim. Muaviye bana birini gönderdi ve dedi ki, " Bu yaptığını bir daha yapma. Cuma namazını kıldıktan sonra dışarı çıkmadan veya biraz konuşmadan başka namaz kılma. Çünkü Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem bize böyle emretmişti. Konuşmadıkça veya dışarı çıkmadıkça bir namazın diğerine eklenmemesini isterdi.” (Müslim, Cuma, 73; Ebû Davud, Cuma, l128)




Resulullah'ın hadisleri yazdırmaması
Kıyamet vaktine kadar cari olacak din kurallarına,Kur’an-ı Kerim yanında ek olarak başka emir ve yasaklar olsaydı, Resulullah (as) bunları da bize en güzel şekilde yazılı olarak bırakmalı değil miydi? (namaz, hacc gibi ibadetlerin detayları için sorun yok onlar nesilden nesile bize gelmiştir)
Resulullah'ın sabır, dirayet ve ihlas konusunda örnek hayatını Kur'an süzgecinde incelemek, bilmek ve ilham almak her müslümanın vazgeçilmez meziyetlerinden biridir fakat bu durum, rivayetlerin tümünü dünyamıza taşımamız anlamına gelmemektedir.
Hadislerin Kur'an gibi yazılmaması konusunda şöyle bir iddia vardır . Kur’an ile karışmasın diye hadis yazımı yasaklanmıştı. Bu uygulamayı bu gerekçeye bağlamak Resulullah’a eksiklik isnat etmek, vazifesini tam yapamadı demek değil midir? Eğer bağlayıcılık açısından Kur’an ve Hadis aynı durumdaysa bunların karışma ihtimali mi sıkıntıdır, yazılı bırakılmayan hadis mirasının yalanlarla karışması mı büyük sorundur?
Resulullah’tan 2300 yıl önce yaşamış Babil Kralı Hammurabi
kanunları meşhurdur . Bu kanunlar taş üzerine yazılmış 282 maddeden oluşur ve bazıları 3-4 satırı bulan kanunların yazılı olduğu stel bugün Louvre Müzesi'nde sergilenmektedir. İslam için de sünnet kaynaklı 50 maddelik bir kurallar listesi yazılması zamanın yazı tekniğine ve bilgi seviyesine uygun değil miydi?
Bugün bizi bağlayıcı kurallar içerdiği iddia edilen sünnet müktesabatını elde etmek, Resulullah'ın yazdırmamasına, Ashab'ın kayıt tutmamasına rağmen girişilen bir çabadır.
Bu anlamda Resulullah'ın ve Ashab'ın gayesini görmezden gelerek oluşturulan bu literatür, korunması garanti edilmeyen bir rivayet zincirinden ibarettir ve Resulullah'ın sünnetine aykırıdır.
Buradan doğru bilgi alma konusunda insanı sorumlu tutmak, bugünün insanının gücünü aşan bir amel olması bakımından da Kur'an'a aykırıdır.


Müzik konusu, Ehl-i Hadis'in samimiyet durumunu ortaya çıkaran turnusol kağıdı
Ehl-i Hadis, İslam tarihinde tartışmaların yoğunlaştığı dönemlerde olduğu gibi yine Ehl-i Sünnet'i kendileri tarif etmek suretiyle kendilerini Ehl-i Sünnet'in tek savunucusu ve tarif edicisi konumuna getirmeye çalışıyor.
Fakat yine bu işi İslam tarihinde öne çıkan, tarihe haklı olarak adını yazdıran alimlerin tarzıyla değil vaizleriz tarzıyla, yaygara ile yapmaya çalışıyorlar.
Örnek olarak müzik konusu. Bu konuyu ısrarla gündeme getiriyorum çünkü her şeyi ortaya döken, usul konusunda havlu atanları deşifre eden bir örnek.
Çalgı aletleri, hadisçilerce sahih sayılan rivayetlerde yasaklanmış, şeytan işi sayılmıştır. İçerik, neden dikkate alınmadan toptan yasak sayılmıştır. Aynı şekilde Mezhep imamları ve mezheperin öne çıkan alimlerinin ezici çoğunluğu da bu kanaattedir.
Bu durum Gazali'ye ve İbn-i Hazm'a kadar böyle gelmiştir. Bu iki büyük alim bu konuyu kendi usulleri ile bir karara bağlamıştır. İbn-i Hazm hadisçiliği ile öne çıkan biri olarak çalgı aletlerini yasaklayan rivayetlerin sahih olmadığını ilmi delillerini ortaya koyarak savunmuş ve müziğin caiz olduğu hükmüne ulaşmıştır. Kendi içinde tutarlı bir karardır bu ama hadisçileri, genelin kabul ettiği kriterleri yok sayarak, hadis usulünün otoritesini sarsarak ulaşılan bir hükümdür bu.
Gazali de benzer şekilde ama hadis rivayetlerini tek tek eleyerek sahih rivayetleri sıhhat yönüyle değil gerekçeler yoluyla farklı yorumlamıştır. İbn-i Hazm gibi tek tek hadis usulü disiplinini göz önüne alarak yapmamış, aslında biraz da mutlak yasak ifade eden rivayetleri görmezden gelen bir metotla yapmıştır bunu. İkisi de son hükümlerini verirken Kur'an'da bu konuda açık bir yasak olmamasını asıl delil olarak öne sürmüşlerdir.
Günümüzde ve Osmanlı döneminde medreselerimizde okutulan kitapların sahibi alimlerimizin bu konudaki tarzı nasıldır?
Abdülganî Nablusî, İbn Âbidîn, Takiyyüddin Sübkî, Şevkâni gibi bilginler Gazali yolundan giderek müziği içerik ve amaç itibariyle yorumlamış ve mutlak haram saymamıştır ama bu şekilde bir hüküm vermenin hadis disiplinini sarsmış olacağını dikkate sunmaktan kaçınmışlardır.
Çünkü bu konuda müziğin mutlak yasaklığına dair hadis rivayetleri vardır. Lokman 6'da geçen “lehve’l-hadîs”den maksadın şarkı olduğunu sahabeden İbni Mes’ud, İbni Abbas, Ebu Ümâme ve Cabir b. Abdullah; Tabiinden Mücahid, İbn Cüreyc, İkrime, Hasan-i Basrî savunmuştur ve mezhep imamları da aynı kanaattedir.
Yani müziği amacına göre ayırmak mezheplere ve rivayetlere bağlı kalacağını iddia edenler için mümkün değildir. Bunu ancak Kur'an'ı esas alarak yapabilirsiniz ve bu durumda hadis disiplinini sarsmış olur yeni bir yol açmış olursunuz. Bu yol şudur; sahabenin, tabiinin, mezhep imamlarının Kur'an'ın muradını doğru anlamamış olma ihtimalini kabul etmiş olursunuz ve bazı sahih hadis sayılan rivayetlerin aslında Resulullah'ın sözü değil rivayet edenlerin anlayışı olduğunu kabul etmiş olursunuz.
SONUÇ, bugün müziği amacına , içeriğine göre helal sayanlar, iddia ettikleri gibi sahih hadisleri mutlak hüküm olarak kabul ettiklerini ve mezhep imamlarını itirazsız şekilde dikkate aldıklarını kabul etmemiz mümkün değildir.
Ciddi bir Ehl-i Hadis mensubu bu konuyu bize samimi olarak anlatsın.



Allah’ı doğru tanımak konusunda rivayetlerin sebep olduğu tehlike
Din denince akla ne geliyor?
Namaz, Oruç, Zekat, Hac, Cihad ve Kur’an’da geçen emir ve yasaklar.
Bunları nerden öğreniyoruz? Kur’an’da adı geçen ibadetleri, Resulullah ve ashabı nasıl uyguladıysa nesilden nesile, babadan oğula bunlar bize kadar geldi. Küçük farklılıkların olması doğal olarak sorun da değildir.
Sorun nerede başlıyor?
Kur’an’da olmayan emir, yasaklar ve Allah’ı tanıtan rivayetler.
Bunlar Resulullah’ın yazdırmadığı, ashabın da kayıtlara geçirip sonraki nesillere miras bırakmayı dini bir gereklilik görmediği rivayetlerden çıkan konular.
Bu rivayetler yoluyla bize gelen ama aslında dinde olmayan bir konu olabilir mi?
Teknik olarak olabilir çünkü hadis usulü ilmi açıkça ahad rivayetin %100 kesinlik ifade etmediğini kabul eder. Buna bugün hadis rivayetlerini ölümüne savunan hiç kimse ilmi olarak itiraz edemez.
Peki bu aslı olmayan rivayetlerin biri bize Allah’ı yanlış tanıtmış ve biz o rivayet yüzünden Allah’ı doğru takdir edememişsek durumumuz ne olur? Bu durum subuti kat’i olan Kur’an ayetinden yanlış bir şey anlamaya benzemez. Bunun bir mazereti vardır ama bile bile subutu kat’i olmadığını bildiğimiz rivayetlerle bir Allah tasavvuru oluşturmak bizi çok yanlış durumlara sürükleyebilir.
Örnek olarak,
İdrardan sakınmamanın kabir azabına yol açtığına dair hadis (bk. Buhârî, Vudu, 55; İbn Mâce, Tahâret, 26)
Kabir azabı konusunda deliller sem’idir (rivayete dayalıdır) ve mütevatir derecesine ulaşmamış rivayetlerdir (Akaid-i Nesefi)
Bu rivayete göre Allah’a ibadet etmek için namaz kılan bir kul üzerine idrar sıçrattığı için kabirde azap görüyor. Henüz hesabı görülmemiş bir kul belliki ibadet eden bir kul çünkü namaz kılmasa idrar sorun olmayacak. Bu hadise göre kabirde idrardan azap gören kişi ashabdan biri olmalı. O ashab ki bir sürü imtihandan geçmiş ama idrar sıçramasından hesap gününü beklemeden Allah tarafından azaba tabi tutuluyor. Bu hadis rivayeti bizde bir Allah tasavvuru oluşturmuş olmuyor mu?
Halbuki Kur’an hep hesap gününe dikkat çeker.
Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. (Enbiya 47)
Hesap görücü olma açısından rivayetin bizde oluşturduğu Allah tasavvuru ile ayetin oluşturduğu Allah tasavvuru aynı mı?
Rivayete bakarsak Allah hesap görmeden azap edici, ayete bakarsak hardal tanesi ağırlığını dikkate alacak kadar hassas hesap görücü.
Bu bir ibadetin şeklini farklı yapmaya benzemez, ahlaki bir tavsiyeyi yanlış anlamaya benzemez. Bu öyle bir şey ki, bir yanlış rivayet yüzünden varlığımızın sebebi olan Allah’ı tanımayı ve Yaratıcı-kul ilişkisini yanlış anlamaya sebep olan bir durum ortaya çıkabilir.
Ömrün boyunca Resulullah’ın sünnetini ihya edeceğim diye bir sürü şey yapsan ama bir yanlış rivayet yüzünden Allah’ın adaletine gölge düşürecek bir inanca sahip olsan, senin halin nice olur?


Müslümanlar neden rivayetleri ihtiyatla karşılayıp Kur'an'ı esas almalıdır.
Bununla ilgili örnekler serisi sunacağım
Örnek 3:
Hadis kitaplarında, devlet başkanlığı Kureyş soyundan gelenlere aittir şeklinde bir çok rivayet vardır. Rivayetleri esas alan veya hayata geniş anlamda bakamayan alimlerin çoğunun da görüşü bu şekilde oluşmuştur.
Sonra Yavuz Sultan Selim hilafeti alıp İstanbu'a taşıyınca bu rivayetler ve alimlerin sözleri tevile çalışılmış veya unutturulmaya çalışılmıştır.
Halbuki Kur'an'ı merkez alanlar için bir sorun olmayacaktı çünkü Kur'an'ın emri evrenseldir.
Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür. (Nisa 58)
Demek ki Yavuz Selim, rivayetlere dayalı bir hükmü elindeki kılıçla değiştirebildi ve alimler görüşlerini bu istikamette değişti.
Böyle bir din anlayışı olabilir mi?
İnsanların, rivayetleri kendi anlayışlarına, menfaatlarına ve korkularına göre değiştirebilme ihtimalini anlamamak insanı zaman karşısında mahcup eder.


İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...