21 Temmuz 2020 Salı

Bazı cemaat ve tarikat mensupları ile İlahiyat hocaları arasındaki çatışma bize şunu sorduruyor.



İmam-ı Azam gibi ehli ilim  ve Ehli Rey mi olacağız yoksa İmamı Azam’ın arkasından konuşanlar gibi mi olacağız?
Bugün geldiğimiz noktada, İslam’ı yaşamayı hem de bilmeyi ciddiye alan gençler arasında bir farklılaşma gözlenmektedir.
Her bilginin, her tarihi vesikanın  gerçeğin kendisi olmayacağı gerçeği, din konusunda da geçerlidir. Bunu  fark etmek gençler arasında hızla yaygınlaşmaktadır.
Din konusunda Allah’ın bizden murad ettiği şey nedir?
Bu sorunun cevabını korunmuş olduğu aklen ve dinen sabit olmayan tarihi vesikalara bırakabilir miyiz? Yani korunmuş olduğuna inanılan tek kitap Kur’an’ı Kerim’dir inancımızı  göz önünde tutarak bu soruya cevap aramalıyız.
Ne kadar iyi niyetle olursa olsun, ne kadar hassas kaideler ile aktarılırsa aktarılsın, ne kadar sıkı tutulursa tutulsun  Kur’an dışındaki bilgiler, bir takım insanların diğer insanlardan duyduğu bilgiler değil midir? Bu bilgiler çok kıymetlidir ama ‘’gerçeğe olan ihtiyacımız ve mecburiyetimiz’’ bunlardan daha kıymetlidir.
Bu nakledilen bilgiler içerisinde din konusunda bazı yanlışları da  miras almışsak, yani din anlayışımız içerisindeki bazı konular Resulullah’ın ashabına öğrettiği gibi bize aktarılmamışsa, birileri bilerek veya bilmeyerek bize yanlış şeyler aktarmışsa ve biz bunlara sorgulamadan inanmış ve uygulamışsak. Allah’ın huzurunda hesaba çekilirken , bizim suçumuz yok,  biz o insanlara güvendik diye kendimizi savunabilir miyiz? Ya buna karşı  önümüze Kur’an’da insanı tanıtan ayetler konursa ne diyeceğiz?
İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir.(İsra 11)
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)? (Bakara 170)
…Nihayet, hepsi orada bir araya gelince, sonrakiler öncekiler için şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bunlar saptırdılar. Ateş azabını bunlara bir kat daha fazla ver." Allah buyurur: "Her biri için bir kat fazlası var, fakat siz bilmezsiniz."(Araf 38)
Son zamanlarda gündeme gelen Gelenekçilik ve Kur’ancılık/Ehli Rey ayrışmasının temelinde İslam’ı doğru anlama ve yaşama endişesinin temel neden olduğunu görmeliyiz.
Özellikle gençler arasında hızla yaygınlaşan İslam’ı doğru kaynaklardan öğrenme gayreti, araştırmacıları mecburen Kur’an’a yönlendirmektedir.
Bu arada Sahih İslam’ı öğrenmek gayretinde olanlar sadece Kur’an’ı dikkatle okumadılar, birçok hocadan çok daha fazla hadis rivayetleri okudular, hadis usulünü anlamaya çalıştılar ve bir şeyi daha fark ettiler.
Yaşanmakta olan İslam, sahih kabul edilen hadis kitaplarındaki İslam’la da  örtüşmüyor. Sahih kabul edilen rivayetlerin yanında zayıf hatta uydurma olduğu bilinen rivayetler de bugün Ehl-i Sünnet dairesinde sayılan uygulamalara ve inanışlara kaynaklık ediyor. Yani geleneğe bağlı olarak yaşanan birçok dini uygulama  sahih olduğu kabul edilen hadislere de aykırıdır.
Hadisleri Kur'an'a eş kaynak gören ve hadisin ayeti nesh edebileceğini savunanlar arasında,  eldeki hadislerin hangilerinin sahih olup olmadığı, hangilerinin hükmünün devam ettiği konusunda  ittifak yoktur
Akaid konusunda rivayetlerin delil olmayacağı Usulu'd-Din'in ana kuralıdır fakat bununla beraber bu rivayetlerin oluşturduğu kabuller ana ilke zannedilmiş ve ayetler bu rivayetler doğrultusunda anlamlandırılmıştır.
Halbuki rivayetler üzerine din bina edilemeyeceği, selim akıl için o kadar açık bir konudur ki,
Çünkü bu bizim dahlimiz olmayan bir gayretten sorumlu tutulmamız demektir.
Allâh, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.(Bakara 286)
Kur’an, hadisler de korunmuştur dememiştir, Resulullah yazdırmadı, ashab kayıt tutmadı ve kayıtları sonraki nesillere aktarmadı. Peki biz kimlerin insafına, hafızasına ve imanına güvenip akaidimizi bu rivayetler üzerine bina edeceğiz.
Bu rivayetlerden Allah bizi sorumlu tutar mı? Bu bizim gücümüzü aşan bir şey değil mi? Bu hangi dini ve akli kabule uyar?
İşte bu gerçeği farkeden insanlar şunu demektedir. Ben zaten Kur’an’da geçen ibadetlerin uygulamalarını, nesilden nesile Resulullah’tan geldiği gibi biliyorum, daha niye bir sürü rivayeti kabul edip dinime şüphe karıştırayım. Eğer uymam gereken bir kaç emir ve yasak daha olsaydı Kur’an Hz Musa’yı 136 yerde andığı gibi bu birkaç bahsi de ayetlerle bize bildirmez miydi?
Korunmuş Kitabın kıymetini bilmek varken onu gölgeleyecek metodları niye kabul edeyim, demektedir.
Bu aydınlanmanın temelinde şunların olması,
-gerçeğe ulaşma isteği
-aldatılmış olmama bilinci
-hikmet sevgisi
bu akımın okur-yazar kesimde hızla yayılmasına sebep olmaktadır.
Bu şekilde İslamı anlamak gayretinde olanlar, emek verdikleri, kafa yordukları için dinlerini daha çok içselleştirmektedir.
Geleneğe teslim olmanın getirdiği monotonluktan da  kurtarmış olarak bu akım, dinini daha çok bilen, inancını daha çok anlatan ve yaymaya çalışan bir gençliği ortaya çıkarmaktadır.
Bu durum, yakın gelecekte belki 5-10 yıl içerisinde okur-yazar kesim arasında, bu anlayışa sahip dindarların, geleneğe körü kürüne bağlı olanların sayısını geçeceğine işaret etmektedir.
Denecek ki 14 asırdır bunu neden kimse anlamadı da şimdi aydınlanıyoruz. Dünya son yüz yıl içerisinde demokrasiyi geliştirdi, köleliği kaldırdı, uzaya çıktı, bilgisayarı geliştirdi, gen teknolojisinde, tıpta ilerledi, birbirinden bağımsız birçok ilerleme bu dönemde oldu.
Aydınlanmanın toplumu kuşatması için bilginin yaygınlaşması gerekir. Bir fikrin destekçileri toplumda yaygınlaşmazsa, birçok yerden destek görmezse statüko karşısında tutunamaz ve sesi kesilir.
Önceki dönemde dini kaynakların yaygın olması zamanın imkanları yüzünden mümkün değildi.
Kur'an, kitap olarak son yüzyıla kadar müslümanların elinde yaygın şekilde yoktu. Meal çalışması zaten yapılmamıştı.Tefsirler ise ancak çok dar bir kesimin ulaşabileceği kaynaklardı ve tefsirlere ulaşanlar zaten statükoyu kabul ettiği için kaynaklara ulaşabilecek müesseselerde okuyabiliyordu. Hristiyanların statükoyu korumak için tertip ettiği konsiller, İslam dünyasında başka şekilde çalıştırılmıştı ve tek seslilik konusunda ciddi başarı elde edilmişti.
Son yüzyılda Kitab'ın ve bilginin herkesin ulaşabileceği mesafede olması, iletişimin gelişmesi, İslam dünyasında Kur'an aydınlanmasını gerçekleştirmiştir ve artık bu aydınlama önünde dini statükonun direnmesi mümkün değildir.
Tıpkı İmam-ı Azam gibi Ehli Rey tavrıyla Kur’an’a dönüş müslümanlar için en büyük aydınlanma olacaktır. Nasıl Resulullah’ın tek kişi olarak başladığı Sahih İslam, yüz yıla ulaşmadan onlarca ırkı ‘’bir millet’’ yapmışsa, bugün de, bu aydınlanmaya malik olan toplumu aynı şekilde milyarlara önder yapacaktır.

15 Temmuz 2020 Çarşamba

Algıya teslim olan ülkede geldiğimiz nokta şu;Madem yurtlarda gerçekleşen birkaç istismar vakasını işleyen pislikleri öldürmeyip sadece hapse atılmasına seyirci kaldık, şimdi laikçilerin işlediği hiçbir habasete, iğrençliğe ses çıkaramayız,

Algıya teslim olan ülkede geldiğimiz nokta şu;
Madem yurtlarda gerçekleşen birkaç istismar vakasını işleyen pislikleri öldürmeyip sadece hapse atılmasına seyirci kaldık, şimdi laikçilerin işlediği hiçbir habasete, iğrençliğe ses çıkaramayız, her şeye hakları varmış gibi davranıyorlar.
Ağzını açana sen falan tecavüz vakasında ne yaptın deyip lafı ağzına tıkma modası başladı.
Unuttukları şey, iktidar ve bütün kurumlar Ak Partililerin elinde.
Şöyle bir çetele çıkarıp, Ak Parti öncesinde laikçilerin işledikleri insanlık dışı bütün uygulamaların karşılığını önce tek tek üzerlerinde deneyelim. O günlerde dindarlara irticacı deniyordu. İrticacı olmanın karşılığı laikçi olmaktır. Laikçiliği biz tanımlayalım ve buna uyan kişileri memuriyetten atalım veya sürgün edelim, iş yerlerini iflasa zorlayalım, 8 yıllık kesintissiz eğitim adı altında İmam Hatiplerin önünü kestikleri gibi laikçi olduğunu tespit ettiğimiz eğitim kurumlarının bir gerekçeyke önünü keselim. Bunlar çok saçma ve vahşice geliyor değil mi? Evet vahşice ama bunları aynen uyguladı bu insanlar. Şimdi aynı şeyleri eğer yetkiyi alırsalar yapacaklarının sinyallerini veriyorlar ama biz onlara hiçbir şey diyemeyiz çünkü islami kurumlarla ilgisi olan istismarcı üç beş pisliği bütün Ak Partililer gidip bizzat linç etmedi de sadece hapse atıldı ya şimdi her şeyi hak ediyoruz(!)
Her alanda bu kadar ucuz algıya yenildi bu ülke. Şimdi dindar demek en pislik insan demek bu güruhun kafasında. Bu algıyı kendileri zaten şeytani bir şekilde işliyor keyfini sürüyorlardı. Ne zaman ki bu algıyı dindarlar da satın aldı, onlar şampanyaları patlattılar.

Türkiye''nin ilk 500 büyük şirketinin 1998’deki toplam kârı 3,7 milyar dolar olmuş, bunun tamamı faaliyet kârı değil. Toplam kârın 3,3 milyar doları faiz gelirinden oluşmuş durumdaydı

Ak Parti hükümetleri ilk dönemlerinde altyapı yatırımlarını çözmeyi tercih etti. Türkiye’nin yol, okul, hastane, havalimanı sorunlarını öncelikli sorun olarak görülmesi hem acil istihdam sorununun çözülmesi, büyümenin sağlanması yanında modern ekonomide devletin ekonomiden çıkması zorunluluğu da bu tercihte etkili oldu.
Neden fabrika yapılmadı diye soruluyor, sebebi şu,
Milli Görüş geleneği ağır sanayi hamlesi yapılmalıdır diyen bir siyasi anlayışı temsil eder fakat bu 60’lı 70’li yıllarda yapılması gereken bir hamleydi artık modern ekonomide devletin sanayi tesisleri sahibi olması ülkeye kârdan çok zarar ettiren bir durum haline gelmiştir. Bu hamle artık özel sektörün yapacağı yatırımlarla olabilirdi. 80’li 90’lı yıllarda Türkiye özelleştirmelerini yapmış olması ve özel sektörün markalar üreten, teknolojiyi yakalayan bir duruma gelmiş olması gerekiyordu, Türkiye o treni de kaçırmıştı.
2000’li yıllara gelindiğinde batı ülkeleri sanayi hamlesi açısından özel sektörün de şansını kaybettiği sanayinin uzak doğuya taşındığı dönemi yaşamaya başladı. Avrupa’da birçok büyük marka birleşmek zorunda kaldığı, üretimlerini Çin’e taşımak zorunda kaldığı dönemde Türkiye’de Ak Parti iktidara gelmişti.
Türkiye’nin büyük sanayi sermayesinin durumu şöyleydi;
Türkiye''nin ilk 500 büyük şirketinin 1998’deki toplam kârı 3,7 milyar dolar olmuş, bunun tamamı faaliyet kârı değil. Toplam kârın 3,3 milyar doları faiz gelirinden oluşmuş durumdaydı. Bunun toplam kâr içindeki oranı yüzde 88. Bu oran 2001’de %70’lerdeydi. Yani sanayi şirketleri kendi alanlarında üretimden daha çok devlete borç verip yüksek faiz alma ile meşguldü.
Türkiye’de sanayiyi geliştirmesi gereken büyük sermaye yurt dışındaki büyük markaların distribütörlüğüyle komisyoncu durumundaydı, sermayelerinin çoğunu da faiz geliri elde etmek için kullanıyorlardı.
Ak Parti güncel ekonominin gereği olarak bütün gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi öncelikle özelleştirmeleri yapmak zorundaydı bunları hızla yaptı. Bu özelleştirme Özal’dan beri her iktidarın vaadleri arasında yer alan bir hedefti fakat iktidara gelenler buraları yandaşları için iş kapısı ve rant merkezleri olarak gördüğü için bu özelleştirmeler hep ertelenmişti. Bu yüzden bu fabrikalara o dönemde ‘’arpalık’’ denirdi.
2003-2017 arası yapılan özelleştirmelerin toplam geliri yani satılan bütün fabrikaların, enerji santrallerinin , limanların vs satış bedeli 60 Milyar dolar olmuştur. Bu rakam öyle büyük bir rakam değildir mesela bu rakama karşılık sadece önceki Ecevit hükümeti döneminde batırılan 25 bankanın devlete maliyeti 44 milyar dolar olmuş bu maliyeti Ak Parti hükümetleri karşılamıştır. Mesela sadece 2008,2009,2010 yıllarında SSK açığı için bütçeden transfer edilen rakam 70 milyar dolardır.

Muhalefet 15 Temmuz'u neden gözden düşürmek ister?

Muhalefet 15 Temmuz'u neden gözden düşürmek ister?
15 Temmuz darbe ve işgal girişimini hafife almaya çalışan, tiyatro, kontrollü darbe gibi söylemler geliştirenlerin amacını anlamaya çalışalım.
Bu kesim 15 Temmuz gecesi ya tankları alkışladılar ya da bankamatik ve marketlere koştular. Bu şu anlama geliyordu, kapıyı pencereyi kapatacaklar kazananın kim olacağını bekleyeceklerdi. Yani vatan savunmasına katılmadılar.
Üstelik darbe girişiminin sonraki günlerinde darbenin arkasında ABD’nin ve bazı batı ülkelerinin desteği olduğu anlaşılınca bu kesimin batı hayranlığı bu darbe girişimine ayrıca bir muhabbet beslemelerine yol açtı. Tabii başarısızlık hiçbir zaman sevilmediği, yanında görülmek istenmeyeceği için daha sonraki günlerde bu muhabbetleri darbeye direnişi hafife alma kılıfıyla dillendirilmeye başlandı.
Bu hafife alma konusu, millete minnet yüklemenin 90 yıldır ekmeğini yiyen kesim için başka bir anlam ve gerekçe daha taşıyor.
Kurtuluş savaşını bu millet hep birlikte yapmıştı. Osmanlı paşaları savaşların cephe komutanı, kongrelerin koruyucu ve kollayıcılarıydı (Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Rauf Orbay gibi) Fakat bu isimler daha sonra Halk Fırkası (CHP) yerine başka siyasi yapılarda yer aldılar. Bununla beraber Kurtuluş Savaşının bütün başarısı Halk Fırkası’na yüklenerek devleti kuran kurtaran Halk Fırkasıymış gibi bir baskı oluşturuldu.
Devlet CHP ilkelerine göre kuruldu. Ülkeyi düşman işgalinden kurtarma iradesi tamamen CHP üzerine toplanarak halk üzerinde bir minnet baskısı oluşturuldu. 90 yıldır bu minnet baskısı sürmektedir. O dönemin eksiklerinden bahseden herkese hemen, ‘’seni kurtaran kişiyi eleştiremezsin, hainlik yapma’’ denilerek kutsal koruma zırhına çarpmış muamelesi yapılmıştır yapılmaktadır.
İşte bu tezgahın sahipleri şimdi bu minnet işini 15 Temmuz yüzünden kaptırmak istemiyorlar. Aslında şunu anlamıyorlar o dönemde ülkeler hangi amaçla işgal ediliyorduysa şimdi işbirlikçiler yoluyla darbe yaptırılıyor veya ülkeler parçalanıyor. Çevremizde onlarca örnek ülke var böyle.
İşte 15 Temmuz zaferi bu yüzden bazılarının kabusudur. Halbuki şimdiki iktidar bunu bir minnet yüklemesi olarak kullanmadı. Sadece suçluları yargılamayı tercih etti. O dönemdeki kafa bugün olsaydı ülkede uzun zaman seçim yapmayı askıya alacak şekilde bu darbe ve işgal girişimi kullanılırdı.
O kafanın bugünkü temsilcileri tam da böyle düşünüyorlar, biz olsak diyorlar buradan öyle bir minnet baskısı oluştururduk ki bu bizi yüz sene daha götürürdü.
Bu yüzden onların 15 Temmuz'u bizim gibi kutlayacaklarını hiç beklemeyin.

Avrupa'da soykırım yoktu demek nasıl suç sayılıyorsa 15 Temmuz tiyatro demek de suç sayılmalı

Avrupa'da birçok ülkede nasıl Naziler soykırım yapmadı demek hapis cezasıyla cezalandırılan bir suç sayılıyorsa
Türkiye'de de 15 Temmuz darbe girişimini hafife almak, kontrollü darbe, tiyatro demek, darbe girişiminde Fetönün suçunu örtecek şekilde hedef saptırıcı sözler söylemek suç sayılmalıdır.
Avrupalı bunu boşuna yapmadı onlarda ırkçılık hastalığı var biraz kaşıyınca, ortalığı boş bırakınca hemen ortaya çıkıyor. Bizde de CHP diye bir dert var.
Bunlar hiçbir iş yapmayı bilmeyen, her işe engel olmak isteyen, her yalana inanan bir gruptur.
Fetö gibi iyi yalan uyduran, insanların beynini yıkamayı meslek haline getirmiş, varlıklarını insanları aldatmak üzerine bina etmiş bir yapıyla bu CHP'yi normal şekilde bir arada tutmak çok ciddi tehlike arzetmektedir.
Kanuni tedbir almak zaruri görünmektedir.

Atatürkçüler hiç değilse Atatürk gibi Lozan'ın nihai bir anlaşma olmadığını bir aşama olduğunu kabul etseler önümüz açılacak.

Atatürkçüler hiç değilse Atatürk gibi Lozan'ın nihai bir anlaşma olmadığını bir aşama olduğunu kabul etseler önümüz açılacak. Bunlara Atatürkçülüğü batılılar öğrettiği için Lozan'ı nihai zafer olarak bilirler.
Bu gazete 1936 tarihli, boğazlara askerlerimizin girmesini işgal olarak manşete çekiyor. Çünkü boğazları ancak 1936'da imzaladığımız Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile büyük oranda elimize geçirdik.(henüz tam bağımsız ülkenin olması gerektiği kadar bizim sayılmıyor.) Lozan'da boğazları alamamıştık. Hatay'ı alamamıştık, Ege adlarını alamamıştık, Musul Kerkük'ü alamamıştık. Yani demek istiyoruz ki Lozan'ı bir aşama olarak görelim, putlaştırmayalım. Anlıyoruz siz Lozan'ı Laik devlete geçiş olarak gördüğünüz için ona devletin tapusu muamelesi yapıyorsunuz ama bu ülkenin önünü kesiyor. Lütfen bu sizin laikçilik hastalığınızın ülkeyi geri bıraktığı günleri artık geride bırakalım.

Megri megri Kandil ile ittifaka nasıl gerekçe yapılıyor

Çözüm Süreci zamanın ve şartların gereği olarak mutlaka denenmeliydi. O dönemin hemen hemen bütün akilleri bu sürece destek verdi. Erdoğan bu süreci baldıran zehiri içmek olarak tanımlamıştı. Neden? Çünkü bu süreç tam anlamıyla başarıya ulaşamazsa hükümetin aleyhine tepe tepe kullanılacaktı.

PKK'nın, şartların değişmesiyle, Suriye savaşının çıkması neticesinde bölgede yeniden küresel güçler tarafından işe koşulması, Fetönün tasfiyeye sokulması neticesinde ülkenin aleyhine bütün güçlerini devreye sokmasıyla süreç zehirlendi ve bitirildi.

Çözüm Sürecinde yaşanan olaylar, sürecin doğası gereği yapılan toleranslar, her barışmanın gereği yapılan şölenler süreci zehirleyenler tarafından şimdi devamlı spotlar şeklinde dile getiriliyor. PKK ile işbirliği yapmayın diyene hemen spot cümlelerle cevap verilmek suretiyle (megri megri-Habur rezaleti, mektup okutulması) bugün PKK ile işbirliği yapılmasına kılıf uydurulmaya çalışılıyor.

Bu bugünlerde Türkiye'yi bir yere taşımaya çalışan akıl tarafından öyle kullanılıyor ki, muhalefetin bir kısmı Kandil ile işbirliği yapmaktan gocunmaz duruma geldi.

Algıyı büyük bir başarıyla yönetenler Çözüm Sürecinde yaşanan üç beş olayı öyle bir şekilde devamlı gündeme getirdiler ve sanki PKK, çözüm sürecinde tasfiye edilecek olan, silahları bırakacak, teslim olacak örgüt değil de Türkiye'nin Barolar Birliği, Tüsiad gibi bir teşkilatı yapılmak için süreç işletildi gibi sunuluyor. Ve bu algı çalışması öyle başarılı oldu ki, ulusalcı, milliyetçi bir genç artık rahatça şöyle diyor; madem devlet bunlarla çözüm süreci yaptı, halay çekmelerine göz yumdu, megri megri ağıt yaktırdı ''o zaman şimdi bizim partimiz de Kandil ile işbirliği yapabilir'' diyebilme rahatlığına ulaştırıldı.

Çözüm Süreciyle bugün Kandil ile işbirliğini kıyaslamak

Düğünde havaya ateş etmekle, mekan basarken havaya ateş etmeyi kıyaslamaya benziyor.

Tabii, algıyı başarılı yürüte bilirseniz bu saçma kıyas bile işe yarıyor. İnsanoğlu ilginç bir varlık.

Çözüm Süreci ile CHP/HDP ittifakı karşılaştırması

Çözüm Süreci, PKK'ya ve siyasi uzantısına karşı kürt halkını güçlendirmek amacıyla yapıldı. Sloganı ''analar ağlamasın'' dı.

Hapiste devletin kontrolündeki Öcalan ile suça bulaşmamış halk arasında bir köprü kurulması sağlanması yoluyla Kandil ve BDP/HDP'nin baypas edilmesi, etkisiz kılınması hedefleniyordu.

Bugün CHP'nin yapmak istediği, HDP'nin gücünü kullanmak. Bu yüzden HDP'nin peşine takılan kürtleri çoğaltmak istiyor. HDP'nin güçlü kalması için Kandil'in güç kaybetmemesini istiyor. Çünkü biliniyor ki, Kandil'in bölgede korku salma etkisi azalınca kürt köylerinden HDP'nin aldığı oy azalıyor.

Mesele tabii ki ülkenin barışa ve huzura ermesiydi ama diğer taraftan Çözüm Sürecini yürütenlerin hedefi ve menfaatleri dağdan dönüş üzerineydi. Çünkü Kandil ve BDP/HDP zayıfladıkça iktidar partisinin oyu da artacaktı

CHP'nin hedefi ve menfaati dağın güçlü kalması üzerine. Çünkü Kandil ve HDP güçlü kaldıkça ittifaklarının oyu artacak.

Çözüm Sürecine destek verenler analar ağlamasın diye çırpınıyordu. Bugün HDP ile işbirliği yapanlar analar HDP'nin kapısında haykırmasınlar gidip evlerinde ağlasınlar demektedir. Çünkü onların nasipleneceği tezgahı bozmaktadırlar.

Ve bu insanlar adaletten, ahlaktan bahsediyorlar.

Bunun bedeli iki dünyada da ağır olacaktır.

82 Anayasasının oylanması

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında yapılan 82 Anayasasının oylanması ve darbenin komutanı Kenan Evren'in Cumhurbaşkanı seçilmesi referandumunda
Hayır oylarının oranı % 8.6'dır.
Darbeden önceki son seçim olan 1977 seçimlerinde
MSP'nin oyu da %8.6'dır

Darbenin aslında kimlere karşı yapıldığı ve kimlerin darbecileri desteklediğine bir işaret olsun.

Diyarbakır Anneleri, Cumartesi Anneleri ve CHP

CHP’lilere neden Diyarbakır’daki anneleri görmezden geliyorsunuz dendiğinde, Cumartesi Annelerini öne sürüyorlar, onlara da destek verildi mi diyerek meseleyi geçiştirmeye çalışıyorlar. Bizim taraftaki sözcüler de buna gereken cevabı vermiyorlar.

Cumartesi Annelerinin gözyaşlarında CHP’nin payına bakalım.

Cumartesi Anneleri ilk oturma eylemine 27 Mayıs 1995 tarihinde başladı.

Kayıplar, 12 Mart 1995’te gerçekleşen Gazi Mahallesi olaylarında ve ondan önce 1990’dan başlayıp 1995’e kadar güneydoğuda ağırlıklı olarak JİTEM adıyla bilinen askeri istihbarat ve operasyon örgütünün hukuk dışı operasyonlarında kaybolan insanlarla ilgilidir.

Bu dönemde hükümet DYP-SHP koalisyonudur, yani dönemin CHP’si hükümet ortağıdır. Operasyonları askeriye yapıyordu denebilir evet doğrudur ama o operasyonları yapan askerlerin de yargılandığı ergenekon davalarında CHP bu kişilere sonuna kadar sahip çıkmış bütün iddiaların asılsız olduğunu savunmuştur. Gazi Olayları, İstanbul’da adalet bakanlığının SHP’nin elinde olduğu dönemde gerçekleşmişti ve bu kayıpların Annelerini CHP’liler yıllarca istismar etti.

Kılıçdaroğlu bugünkü konuşmasında Cumartesi Anneleri tam 755 haftadır oturuyorlar diyor. Halbuki bu oturma eylemi 1995’te başladı normalde 1250 haftadır sürüyor olması gerekirdi değil mi? Neden 755 hafta?

Çünkü CHP’liler 90’ların sonundan sonra bir süre ulusalcılık dönemi yaşadılar ve bu eylemlere duyarsız kaldılar çünkü o dönemde Ak Parti hükümeti Cumartesi annelerinin kayıplarına sebep olanları yargılıyor CHP onlara sahip çıkıyordu. Bu yüzden eylemler solcu medyanın işine yaramadığı için anneler uzun süre gündemden düşmüştü.

CHP'nin günah geçmişi üzerinden gidilirse CHP en az üçe bölünür

Ak Parti’nin en büyük sorunu kendini anlatamaması, yaptıklarını ve statükoya direnip yapmadıklarını halkın anlayacağı şekilde ortaya dökememesidir.
Ak Parti’nin en büyük gücü diğer partiler gibi geçmişten taşımak zorunda olduğu bir bagajının olmamasıdır.
Ak Parti toplumun hiç bir kesimine özgürlüklerini kısarak sırf bizim anlayışımız, ilkelerimiz, inkılaplarımız diyerek bir yasaklamada bulunmadı. Faali meçhul cinayetlerin işlendiği bir dönem yaşatmadı. JİTEM gibi karanlık operasyonlar yapan bir yapının işlediği günahlarda bir ortaklığı olmadı.

Bu yüzden CHP ile siyasi mücadele Ak Parti için çok kolay bir mücadeledir. CHP kürtlere mi yanaşıyor. 1991-1995 yılları arasında SHP/CHP ’nin koalisyon ortağı olduğu dönemdeki faili meçhul cinayetleri, köy yakmaları ortaya dökülür, bu operasyonlarda adı geçen komutanlar yargılarken CHP’nin onlara sahip çıkması gündeme getirilir veya yeniden yargılanmalarına başlanılır ve CHP bunları savunanlar ve savunmayanlar olarak ikiye bölünür. Daha önceye gidilse zaten 12 Eylül Diyarbakır hapishanesindeki işkenceler (o dönem askeriyenin cumhuriyet döneminde her zaman olduğu gibi CHP'li olduğu herkesin malumudur, O gün CHP' li olmasalar bile bugün hepsi CHP kanadını destekliyor) daha öncesine gidilirse general Mustafa Muğlalı gibi askerlerin kürtlere yaptıkları kıyımlar ve CHP’nin bu askerleri nasıl koruduğu da ortaya dökülebilir. Şair Ahmet Arif’in Otuzüç Kurşun şiirini niçin yazdığını ve bu yüzden bir gece alınıp işkence görüp bir çöplüğe nasıl bırakıldığı, sonradan CHP çizgisindeki ulusalcı askerlerin Mustafa Muğlalı adını Özalp garnizonuna ad olarak verdikleri sonra Ak Parti bu ismi oradan kaldırttığı gibi konular tekrar tekrar bölge halkına anlatılmalı. Bu konular hatırlatıldı diye HDP’li kürtler ve CHP’nin vicdanlıları madem öyle biz ayrılalım demezler tabii ki. Bunların sıcak bir tartışma konusu haline gelmesini sağlayacak girişimlerde bulunulacak, bunlarla ilgili mecliste araştırma komisyonları kurulur, bazı isimlerin yeniden yargılanması gündeme getirilir, CHP’nin kurum olarak bazı özürler dilemesi gündemde tutulur. Bu örneklerin ve CHP’yi içinden bölecek tartışma konularının sayısı oldukça fazladır.
Neticede CHP bu bagajla millete hizmet ve adalet konusunda asla Ak Parti’nin rakibi olamaz. CHP algı oluşturmada Ak Parti’yi geçiyor olması eskiden beri büyük güç odakları için kullanışlı bir yapı olması yüzündendir.
Bunu da Ak Parti küçük bir müdahaleyle yıkabilir. Yapılacak bir çalışmayla CHP’li birçok isim artık sokağa çıkamaz hale getirilir ve en fazla 6 ayda CHP üçe bölünür.

Kanal İstanbul projesinin mali büyüklüğü bazı vatandaşlarımızı korkutuyor.


Proje 75 Milyar TL 'ye mal olacağı hesaplanıyor
12 Milyar 700 Milyon Dolar yapar
Osmangazi Köprüsü ve İzmir otoyolu 11 Milyar Dolara mal oldu ve bitti.
Osmangazi köprüsü, İzmir otoyolu Kuzey Marmara otoyolu ve Yavuz Selim köprüsüne devlet 2020 yılında toplam 1.2 Milyar dolar garanti ödemesi yapmak için bütçede pay ayırdı.
2018 yılında SGK'yı desteklemek için Hazine'den aktarılan toplam kaynak 73,2 milyar TL olmuştu yani 13 Milyar dolar.
Türkiye eski Türkiye değil.
Bu yap işlet projeleri için devletin yılda 2-3 milyar dolar ödemesi kimseyi korkutmasın.

Solcuların İslamcılar için söyledikleri her şey boşa çıktı ama yine vazgeçmiyor aynı ezberlerini okumaya devam ediyorlar.


İslamclar arapları sever onlarla ittifak peşindeler dediler;

Lider arap ülkeleriyle bizim inisiyatifimizde karşı karşıyayız.

ABD’cidir bunlar dediler;

ABD ile birçok sefer karşı karşıya geldik, gerilimlerin zirvesini yaşadık, yıllardır ağırlık merkezimizi Rusya ekseninde tutuyoruz.

Bunlar mezhepçilik yapar dediler;

Suriye rejimi halkını katletmeye başlamadan önce Esed ile en yakın ülke pozisyonuna gelmiştik.

İran’ı nükleer baskılar karşısında rahatlatan girişimler yaptık, Erdoğan, 2014 İran ziyaretinde burada, "Kendimizi ikinci evimizde hissediyoruz dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı, 2010 yılından sonra ikinci kez geçen ay İran Kültür ve İslami İletişim Kurumu ile işbirliği mutabakat zabtı imzaladı.

Araplar sizi sevmez dediler. Katar, Tunus, Sudan, Libya’nın bizden yana tavır almalarını sağladık.

İslamcılar komşularımızdan sadece müslümanlarla iyi ilişki kurabilir dediler;

Bulgaristan, Macaristan, Sırbistan, Gürcistan ile ilişkilerimizin en iyi olduğu dönemi yaşıyoruz.

Yunanistan kayalıklarımızı işgal ediyor islamcıların umrunda değil dediler.

Orduya hakim olduğumuz andan itibaren Yunanistan’ı Akdeniz'den silmek üzere harekat başlattık.

İslamcılar ümmetçilik yaparlar ülkenin menfaatini savunamazlar dediler.

Ülkenin menfaatinin gerektirdiği yerde İran’ı da, Suudi Arabistanı da BAE’yi de karşımıza aldık.

14 Temmuz 2020 Salı

Arap Baharı ve Suriye İç savaşı Renkli Devrimler Sürecinin Devamıdır.



2000’li yılların başlarında Gürcistan’da ‘’Gül Devrimi’’ Ukrayna’da ‘’Turuncu Devrim’’ ve Kırgızistan’da ‘’Lale Devrimi’’ adında Renkli Devrimler yaşandı.

2002’de Venezuella’da düzene başkaldıran Cavez’e darbe girişimi daha sonra Çavez’in şüpheli kanseri ve başlattığı bağımsızlaşma hareketinin bitirilmesi ve şu anda hâlâ ülkenin normalleşmesi engelleniyor..

Ukrayna’da 2004’te Yuşçenko CB seçildiği halde turuncu devrimle seçim iptal edildi. 2010 yılında CB seçildi 2013’te AB ile ticaret anlaşması imzalamaması üzerine büyük protesto gösterileri başlatıldı ve Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı ve Ukrayna Kırım’ı kaybetti iç çatışma süreci başladı.

Tunus'ta 2011'de halk ayaklandı Zeynel Abidin görevden ayrıldığını belirterek ülkeden kaçtı.

Mısır’da 2011’de Tahrir meydanında başlayan süreç seçilmiş iktidarın yıkılmasıyla neticelendi ve dış yardımlarla ayakta durmaya çalışan Mısır’ın Suud’a ve ABD’ye bağımlı kukla bir devlet haline geldi.

Yemen’de 2011'de iç savaş çıkarıldı ordusu dağıldı.

Brezilya’da seçilmiş başkan azledildi yerine baronların başkanı atandı büyümede bizimle yarışan Brezilya 2015-16’da %8 küçüldü.

Libya’da 2011'de iç savaş çıkarıldı ülke yıllardır iç savaş yaşıyor. İran’da 2009 seçimlerine itiraz ile büyük olaylar başlatıldı fakat İran o günün güç sahipleriyle anlaşma yaparak şii hilalini kurmak ve islam dünyasını bölmek üzerinden bir anlaşmayla ülkesini kurtarma anlaşmasıyla ömrünü uzattı fakat şimdi topun ağzında olmanın kaygısını yaşıyor.

Rusya 7500 nükleer başlıklı füze sahibi olmasa 2014 yılında Ukrayna üzerinden karışıklığa çekildiğinde bütün ülkeleri karıştıran şebeke onu da sadece ambargoyla %50 lik devalüasyonla kurtulmasına imkan vermez Rusya'yı da operasyon alanına çevirirdi.

Dünyada bütün bunlar herkesin gözünün önünde oldu. Belli ki bir güç peş peşe bu ülkelerin karışmasını sağladı.

Fakat bizim muhaliflere ve bir kısım Ak Partiliye göre Suriye'de iç savaşı Türkiye çıkardı. Ortadoğu'yu karıştıran BOP adında bir projedir.

Muhaliflerin dilinde bir sakız var Ak Parti ile Fetö ortaktı diye. Mahalle örneği

Muhaliflerin dilinde bir sakız var Ak Parti ile Fetö ortaktı diye.
Bunu şundan söylüyorlar; şu anda kendi partilerinin fetö ile bir işbirliği yaptığının farkındalar. Bunu perdelemek için bunu devamlı kullanmak istiyorlar. Bir de bir kızgınlıkları var. Laikçi vesayet sistemi CHP'lilerin iktidara gelmeden iktidar gibi hareket etmelerini sağlıyordu.
Ak Parti 2014 öncesinde henüz dini bir cemaat diye bilinen bu yapının, çok önceden devlete yerleşmiş kadrolarını laik cunta/vesayet sistemine karşı yürütülen demokratikleşme/normalleşme sürecinde kullandığı doğrudur.
Fakat o dönemde bu yapı devlet tarafından suç örgütü olarak tanımlanmamıştı çünkü bu örgüt devlet aleyhine alenen bir suç işlediği kanun önünde sabit olmamıştı.

Bu şuna benziyor siz bir işletme devralıyorsunuz, mahalleden bir ailenin üyeleri de bu işletmede yöneticilik yapıyor, sonra bu kişiler hırsızlık yapmaya başlıyor siz de onları işten atıyorsunuz. Bu sefer bu kişiler sizin iş yerinizi sabote etmeye kundaklamaya kalkışıyorlar ve siz onları suç üstü yakalatıp içeri attırıyorsunuz bundan sonra aile size karşı düşmanlık ilan ediyor ve her türlü fırsatı sizin işletmenizi sabote etmek için kullanıyor.
Bu arada rakip işletmeler sizinle ticari alanda baş edemeyince bu mafyatik aileyi size karşı kullanmaya başlıyorlar.

Yani siz aile üyelerini yönetici diye kullanmıştınız şimdi rakipleriniz onları mafya oldukları için kullanıyorlar.

Fetö, 2014 yılından itibaren MGK'da terör örgütleriyle işbirliği yapan zararlı örgüt olarak tanımlanmaya başlanmış 2016 yılında ''fetö'' terör örgütü olarak kırmızı kitaba girmiştir.

2004 yılında MGK'da gündeme gelen şey başkaydı. O dönemde bütün dini yapılar konusu irtica koduyla hükümetin uyarıldığı bir rutindi.

Bugün artık bu örgüt yargıtay kararlarıyla, MGK kararlarıyla törör örgütü olarak ilan edilmiştir. Hiç hukuktan haberi yokmuş gibi efendim siz de bunları zamanında desteklediniz sözü hukuk açısından hiçbir anlam ifade etmez.
Hukuki açıdan eskiden farklı olarak bu örgüt ile herhangi bir işbirliği terör örgütüyle işbirliği olarak değerlendirilir ve büyük suç sayılır.

Türkiye’de Muhaliflik; Nankörlük ve Toptancılık Açısından,



Muhalif olmak en doğal tavırdır ve kimse kendini ve savunduğu siyasileri HATASIZ GÜNAHSIZ GÖRMÜYOR.

Türkiye toplumu AHLAK konusunda aile, komşuluk, yardımseverlik açısından dünya ortalamalarının üzerinde olmakla beraber TİCARİ AHLAK VE KAYIRMACILIK açısından iyi değildir. Bu durum her dönemde az veya çok kendini gösterir.
Fakat Türkiye’de şu günlerde sesi çok çıkan muhalefet tarzının ortak özelliği, kıymet bilmemezlik ve toptancılık olarak öne çıkmaktadır.

Bu konuda biz CHP’yi zihniyet açısından eleştirir her hizmete, her yatırıma karşı çıkmak onların ortak özelliği bilirdik. Fakat şimdi ortaya çıkan bir gerçek var. Ak Parti SAFLARINDAN muhalefete geçenler de aynı tavrı takınıyor. Bu insanlar kendi yaptıkları İCRAATLARI BİLE SIFIRLAMAK pahasına TOPTAN KARALAMA ve yapılana kötü gerekçe bulma gayretine düştüler.

Yanlışı ELEŞTİRMEK başkadır. Biz de yanlış gördüklerimizi eleştiriyoruz. Bizim muhalefette haset ve ucu nereye varırsan varsın TOPTAN YOK ETME İŞTAHI var.
Bunun adı nankörlüktür ve ne olursa olsun iktidarı yıkmak için ülkeye her türlü karayı çalmak İHANETİN GİRİŞ KAPISIDIR.
Bu yüzden İNSANLIK TARİHİ, çökmüş, yıkılmış Kur’an-ı Kerim'in tabiriyle HELAK olmuş kavimlerle doludur.
Allah, Kur’an’da verdiği mesajlarda insana verilen NİMETİ VE BOLLUĞU kendi lütfuna bağlar.

Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğinden de kısar. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ibretler vardır. (ZÜMER 52)
Allah, (ibret için) bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı. (NAHL 112)

Burada ince bir nokta var şöyle ki;
Bir takım sebepler bir araya gelmiş ve bu ülkede son yıllarda bir zenginleşme, bolluk olmuştur. Bu sadece Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın başarısı değil bazı şartlar bir araya gelmiş ve Türkiye bazı engellerini bazen dostlarının, bazen düşmanlarının menfaatlerinin örtüşmesiyle savmıştır.

Sonuçta iktidarda eleştirilecek şeyler vardır ve mutlaka olacaktır ama toptan bir nankörlük ve haset kaynaklı yıkım hamlelerinin ilahi boyutta bir karşılığı olur. Biz bunu Kur’an’dan biliyoruz.

«Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti. (İBRAHİM 7)

Ve Kur’an temel bir kuraldan bahseder
Allah, iman edenleri korur. Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder. (HAC 38)

Bu kurala uyulmadığında sevgi/rahmet şemsiyesinden çıkartılan toplum hızlı bir şekilde çöküşe sürüklenir.
Bu yıkım, freni boşalmış kamyon gibi davranan şımarıkların kör bir şekilde bütün kazanımları yıka yıka gitmesiyle hızlanır.

Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz. (İSRA 16)

“Onlar bir iyilikle karşılaşınca ‘Bu kendimizden kaynaklanıyor’ derler. Fakat eğer başlarına bir kötülük gelecek olursa bunu Musa ile arkadaşlarının uğursuzluğuna yorarlar. Biz de onlara, ayrı ayrı birer mucize olarak su baskını, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de burun kıvırarak günahkâr bir toplum oldular.” (A’RAF 131-133).

“Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine açtık, nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden şımarıklığa kapıldıklarında kendilerini ansızın, kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya düştü!” “Böylece, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun ki, zalimler güruhunun arkası kesildi, soyu kurudu.” (EN'ÂM 44-45)

Evet bu yıkımın İKİ TARAFI var.
Bir tarafı idarecilerin ŞIMARMASI, diğer tarafı NANKÖRLÜK VE HASET sebebiyle ihaneti meşru gören muhaliflik.
Herkes kendi pozisyonuna göre dikkat etsin ülke uçurumun kenarında dolaşıyor. İşlerin kötü gitmesinden değil şımarıklık ve nankörlüğün İLAHİ PLANDA CEZASI OLMASI yüzünden.

Başbuğ farkında değil, sağolsun gençlere eski VESAYETÇİ silahlı kuvvetlerimizi hatırlatmış olacak.

ERGENEKON kalıntıları ve iktidara karşı her yolu mubah sayan ZAMANE KEMALİSTLERİ son bir hamle ile hükümete saldırıya geçmeye başladılar. Bu plan dahilinde İLKER BAŞBUĞ durumdan vazife çıkartıp bazı beyanlarda bulunmaya başladı.

Başbuğ farkında değil, sağolsun gençlere eski VESAYETÇİ silahlı kuvvetlerimizi hatırlatmış olacak.

O dönemlerde gücü sadece siyasi iktidara yeten silahlı kuvvetlerimiz. Fetö gibi bir örgüt en tepesine çıkana kadar bir şey yapamamış. PKK on binlerce sivilin. binlerce askerin hayatına kastederken PKK ile düşük yoğunluklu mücadele sürdüren, hatta durup seyreden TSK.
İlker Başbuğ 2002’de general olmuş, 2006’da Kara Kuvvetleri komutanı, 2008’den 2010’a kadar da genelkurmay başkanlığı yapmıştı. FETÖ bu dönemde GATA’ya, TSK PERSONEL DAİRESİNE, Genelkurmay İSTİHBARAT DAİRESİNE hakim olmuştu. Sadece rutbeleri yetmediği için ele geçiremedikleri kuvvet komutanlığı koltukları kalmıştı. TSK’nın bu iç hiyerarşisine ve TERFİLERİNE hükümetin MÜDAHALE etmesi o dönemde SÖZ KONUSU bile değildi.

Gelelim PKK karşısında TSK’nın durumuna. (sadece Başbuğ döneminde yaşanan bazı saldırıları)
21 Ekim 2007: Hakkari'nin Yüksekova ilçesine bağlı Dağlıca köyünde 4 ay önce konuşlanan piyade taburu, 250 PKK'lı teröristin saldırısına uğradı. 12 asker şehit oldu, 16 asker de yaralandı.
27 Temmuz 2008: İstanbul Güngören'de 10 dakika arayla iki bombanın patlatılması sonucu; beşi çocuk, biri doğmamış bebek olmak üzere 18 kişi öldü,
11 Ağustos 2008: PKK'lılar tarafından Erzincan'ın Kemah ilçesi Olukpınar köyüne yerleştirilen mayının patlaması sonucu, 9 asker yaşamını yitirdi,
3 Ekim 2008: 350 PKK'lının ağır silahlarla Şemdinli Aktütün karakoluna ateş açmaları sonucu 15 Türk askeri hayatını kaybetti.
29 Nisan 2009: PKK militanlarının Diyarbakır-Bingöl karayoluna döşediği mayının patlaması sonucu 9 Türk askeri şehit oldu.
19 Haziran 2010: Hakkari Şemdinli'de Gediktepe Üst Bölgesine yapılan saldırı sonucu 11 asker şehit oldu.

Şimdi böyle ASIL GÖREVİNİ YAPAMAYIP 350 kişilik terör gruplarıyla sınırlarının içinde baskın yiyen, bu karakollarda binlerce şehit veren ama her fırsatta hükümete PARMAK SALLAYIP duran bir TSK'YI ıslah etmek için gerekli yasaları çıkartmak neden Fetö ile ilişkilendiriliyor. Bu yasalar VESAYETİ TASFİYE etmek VE ASKERİ GERÇEK GÖREVİNE DÖNDÜRMEK için çıkartıldı. Bunu Başbuğ da CHP'liler de bal gibi biliyor.

Şeker fabrikaları ve Aselsan

Çok lafı edilen özelleştirilen şeker fabrikalarının toplam bedeli 2 Milyar 675 Milyon TL olmuştu. Üstelik değerlerine göre kâr da etmiyorlardı. Son 18 yılda yapılan yatırım ve atılımlarla değeri 140 kat artan Aselsan’ın 2019 net kârı 3 Milyar 400 Milyon TL oldu

Suriye iç savaşı ve bizim oraya müdahil olmamız bizi bir ÜST LİGE çıkardı

Suriye iç savaşı ve bizim oraya müdahil olmamız bizi bir ÜST LİGE çıkardı. Kendi iç savaşını engellemeye çalışan ülkeden başka ülkenin iç savaşını büyük devletlerle MASADA VE SAHADA çözmeye çalışan bir ülke haline getirdi bizi.
Rusya ile ilişkilerimiz gelişti, bu ilişki bize dünyada s400 alan Çin'den sonra ilk ülke olma imkanını verdi.
IRKÇILIĞIN son dönemde hızla yükseldiği AB ülkeleriyle ciddi sorunlarımız vardı, bize her fırsatta sorunlar çıkartan bu ülkeler son 2-3 senedir Suriyeli GÖÇMENLERDEN KORKTUKLARI için bize bulaşmamaya çalışıyorlar.
Avrupa'da son yıllarda Türklere karşı artan IRKÇI SALDIRILAR son 2-3 yıldır artmamakta hatta azalma eğilimine girmiştir. Bu durum AB ülkelerinde her seçimde ırkçı partilerin oylarını artırmasına rağmen olmaktadır. Buna paralel olarak Avrupa'daki Türkleri GÖÇMEN İLE AVRUPALILAR ARASINDA BİR YERE taşımıştır.
Burada Suriyelilerin yükünü taşımak AVRUPA'DAKİ TÜRKLERE YAPILAN SALDIRILARI, DIŞLANMAYI, HORLANMAYI azaltmaktadır.
Doğu Akdeniz’deki SONDAJ çalışmalarımız konusunda AB ülkeleri çok daha fazla üzerimize gelebilirdi. Fakat AB’li sözcüler, bugünlerde Türkiye’ye karşı ellerinin güçlü olmadığını söylemek durumunda kalıyorlar, bu durum ABD basınına da yansımıştır.
Evet biz bunları hesap etmeden Suriyeli kardeşlerimize kapımızı açtık büyük bir yükü üstlendik ama geldiğimiz noktada nükleer silahın sağlayamayacağı bir gücü bize sağlamış olmadı mı bu ENSARLIK?
Önceki dönemden bize güçlü, nükleer silahı olan, sanayileşmiş bir ülke bırakılmadı ama geleneklerimizde olan GÖÇMENLERE KAPI AÇMA GELENEĞİ bize bugün büyük kapılar açıyor.
Hiç bedel ödemeden BÜYÜMEK VE GÜÇLENMEK mümkün değildir.
Şimdi bu sermayemizi de içimizdeki bencil ve korkaklar yüzünden kaybetmeyelim.

Fetö, LAİKÇİ MÜESSES NİZAMIN zararsız, EDİLGEN dindar yaratma projesidir.

Fetö ile mücadelede bir üst boyuta geçilmeli Fetö gibi belaları bu ülkenin başına saran o zihniyet mahkum edilmelidir.

Ecevit gibi başörtüsünün kamusal alana girmesine tahammül edemeyen bir siyasetçi, amacı devlet kadrolarına insan yerleştirmek olan bir dini yapıya neden destek verir.
28 Şubat darbesinin tek hedefi dindarlardı, siyaset ile ilişkilendirilen dindarlar. Bu darbenin generalleri neden gülencilere dokunmadı.
Sadece bu iki konu bir CHP’liye her şeyi anlatmaya yeter aslında.
CHP genel sekreteri Kasım Gülek’lere MİT müsteşarı Fuat Doğu’nun bu yapıya verdiği desteklere girmeyelim bile.
Dinin devlete, siyasete bulaşmasına tahammülü olmayan bu siyasetçi ve generaller neden bu gülen hareketine yol verdi, destek verdi?
Bu çok basit sorunun herkesin bildiği çok kolay bir cevabı var.
Gülen hareketi siyasal islamcılara karşı panzehir olarak kuruldu, desteklendi.
DİNDARLAR bu ülkede SİYASETE bulaşmasın DEVLET DİNDEN UZAK OLSUN diye müesses nizam bu milleti nelerden GERİ bıraktı. Bu ülkenin gelişmesine ENGEL olmakla kalınmadı insanının gelişmesine, BAĞIMSIZ KAREKTERDE olamamasına ve DİRAYETLİ bir insan olmasına engel olmak için bu tür yapılara destekler verildi.
Fetö, LAİKÇİ MÜESSES NİZAMIN zararsız, EDİLGEN dindar yaratma projesidir. Bu proje ABD tarafından ellerinden alınıp av köpeğine dönüştürülmüş ve değişen dünya dengelerinde Kemalist laikçi CUNTANIN yerine konulmak için bütün batı tarafından desteklenen bir CANAVARA dönüşmüştür.
Fetö, din konusundan hiç anlamayan laikçi Kemalistlerin CAHİLANE ve ÇIKARCI duygularla, sonucunu kestiremeden yarattıkları FRANKEŞTAYNDIR. Fetö bütün topluma bela olduğu gibi en çokta kendini yaratanların belalısı olmuştur. Şimdi bu laikçi Kemalistlerin ağlayıp zırlaması yine cahilliklerinin devam etmesinin sonucudur. Soracakları bir hesap varsa KENDİ BÜYÜKLERİNDEN hesap sormaları gerekir.
Bu HESABI biz de yani ülke olarak, millet olarak dine karşı mücadele ederken bu ülkeye dünyanın ZARARINI VEREN bu insanlardan sormalıyız. Onlar yaşamıyorlar ama bu ZİHNİYET mahkum edilmeli, NAZİZM GİBİ SAKINCALI İLAN EDİLMELİDİR.
BİZ HESAP SORMAZSAK KENDİ SUÇLARININ HESABINI BİZE SORMAYA KALKARLAR

Tarih 15 Haziran 2012 Başbakan Tayyip Erdoğan Feto'ya çağrı yapıyor: Bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz

Tarih 15 Haziran 2012 Başbakan Tayyip Erdoğan Feto'ya çağrı yapıyor:
"Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz"
Bundan 4 ay önce 12 Şubat 2012'de Fetöcüler MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı gözaltına almak istemişler, Erdoğan bunu engellemiş buna karşı yasa çıkartmış, bu girişimin aslında kendisini hedef aldığını söylemişti.
O zaman bu çağrının anlamı nedir, kim kendisine savaş açan birine hasretini ilan eder?
Anlamı şu;
''Bize öyle uzaktan operasyon çekmeye çalışma, kendine güveniyorsan buraya gel, uzaktan ihanetin bedeli ağır olur''

Tabii Ak Partili birçok üst yönetici henüz başlayan bu kavganın gereğini yerine getirmiyordu. Hadi bürokratlar o günlerde askeri ve yargı gücü hâlâ Fetönün elinde olduğu için çekiniyorlardı. Peki gazetecilerimizin daha cesur olması beklenmez miydi?

Bugünler yine böyle bir korku havası iktidarın el değiştirmesi ihtimaline karşı bazı kişileri esir almaya başladı gibi.
Bu sefer korku, ''karşı tarafı anlama, onlara hak verme'' kılıfında kendini gösteriyor.
Bugünler karşı tarafı anlamak demek CHP'nin peşine takılmayı gerektiriyor. CHP Kanal'a karşı çıkıyor bizimkiler de karşı çıkıyor, CHP KHK mağduriyeti diyor bizimkiler de, yatırımlarda, dış politikada, Suriye, Libya politikasında mecburen bu yeni muhaliflerimiz CHP'nin peşine takılıyor.
CHP ilerleyen dönemde Kandil ittifakı yüzünden aynı Fetö gibi patlayacak. Çünkü ABD nasıl Fetö'yü erken kalkışmaya zorladıysa Kandil ve CHP içindeki Kandillileri bir şeylere zorlayacak ve CHP legal gülen cemaatinin Fetö'ye dönüşmesi gibi sakıncalı örgüte dönüşecek. Ve bugün CHP peşine takılanlar biz bilmiyorduk devlet biliyorduysa engel olsaydı diyecekler.

CHP 60'larda BİR İMAM OLAN Güleni hangi amaçla PİYASAYA SÜRDÜĞÜ ortaya dökülmelidir.

Kılıçdaroğlu ''BİR AKILLA'' birlikte hareket ediyor. Bunu artık birçok CHP'li yönetici de İTİRAF etti. Bu akıl Kılıçdaroğlu gibi defolu birinden bile bir ''lider'' çıkartmayı bugüne kadar başardı. Bırakın İslami bir partiyi herhangi bir sağ partide böyle birinin bu kadar zaman başta kalması mümkün değildi o ayrı.

Tabii bu akıl da her şeyi iyi planlıyor diye bir şey yok.
Mesela ya Kılıçdaroğlu 15 TEMMUZ'DA HAVALİMANINDAN çıkışta o tankın üzerine çıkıp bir fotoğraf verseydi şimdi ne havada olacaktı?
Ak Parti'ye devamlı sizi darbeden ben kurtardım deyip duracaktı ve bu karşılığı olan bir laf olacağı için gitgide ağırlığı artan bir baskı oluşturacaktı.

İşte şimdi bu ''akıl'' uyandı gibi

Kontrollü darbe sözleri, Fetö'nün ürettiği söylemleri kullanıp Fetöyü diri tutmaya çalışmaları, İmamoğlu ve CHP genel başkan danışmanları gibi Fetö ile irtibatı olmuş kişileri oyunda tutmaları istedikleri sonucu vermedi.

''Akıl'' bu sefer Fetö'nün kötülüğünü kullanıp geçmişteki Fetö ile Ak Parti birlikteliği üzerinden yürümeye başladı.

Ak Parti de buna karşı;

CHP'Lİ, LAİKÇİ, DİNDEN NEFRET ETTİĞİNİ her zaman, her fırsatta gösteren devlet bürokrasisinin 60'larda BİR İMAM OLAN Güleni hangi amaçla PİYASAYA SÜRDÜĞÜNÜ ortaya dökmelidir.

Edilgen, zararsız, siyasete karışmayacak bir İslam anlayışını yayması için Gülen piyasaya sürülmüştü.

Bu çok ahlaksızca, halkın aklına, imanına müdahale demek olan ZALİMCE VE SİNSİCE bir girişimdi.

Ak Parti en üst düzeyde sadece bu durumu gündeme getirmeli Fetö konusunda GÜNDEMİ buraya taşımalıdır.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...