İslam tevhid geleneğinin son dinidir.
Resulullah'a (as) temel ilkeler, emir ve yasaklar vahiy yoluyla bildirilmiştir.
Resulullah(as) örnek ahlakıyla ve ashabının desteğiyle müslümanlığın en güzel örneğini ortaya koymuştur.
Resulullah (as) ‘ın vazifesi, İslamı örnek olacak bir şekilde yaşamakla beraber onu gelecek nesillere de aktarması miras bırakmasıydı.
Bu amaçla bizzat kendi emriyle ashabından okuryazar olanlar, vahyedilen Kitab’ı ezbere bildikleri halde Kur’an’ı Kerim’i zamanının imkanlarıyla yazıya geçirmiştir.
Kur’an ilk ayetlerinde buna dikkat çekmiştir.
Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (Alak 3,4,5) Satır satır yazılmış Kitab'a (andolsun) (Tur 2)
Dinin kıyamete kadar uyulması gereken ilkelerinin gelecek nesillere aktarılması Resulullah'ın en büyük vazifesiydi. Resulullah da bu vazifeyi Kur’an ayetlerini hassasiyetle birçok katibe yazdırarak en iyi şekilde yerine getirmiştir.
Resulullah’ın ardından Hz Ebu Bekir döneminde ashabın ortak kararıyla Kur’an büyük bir hassasiyetle toplanmış bir araya getirilmiş. Hz Osman döneminde Kur’an bugün elimizde olan Mushaf şeklinde çoğaltılmıştır. Bu çalışma esnasında ashabdan bazılarının kendileri için yazdıkları Kur’an sayfaları toplanıp imha edilmiştir. Kur'an dışında yazılı kayıt bırakmama hassasiyeti öyle ileriydi ki bu sahifelerden bazıların kenarlarında Resulullah’tan duydukları ayet açıklamaları da yazılıydı.
Ashab, Kur’an’ın mushaf haline getirilmesinde, çoğaltılmasında gösterdikleri hassasiyeti hadisler konusunda neden göstermedi? Bugün bazılarının iddia ettiği gibi hapsi ''vahiy mahsülü'' olan hadisler gelecek ümmet için neden aynı hassasiyetle toplanıp kayıt altına alınmadı? Ashabtan bazılarının kendileri için yazılı hale getirdiği bazı hadis sahifeleri vardı. Fakat mesela Hz Ebu Bekir bu şekilde toplanmış beşyüz hadisin bulunduğu hadis mecmuasını yaktırdığı rivayetler arasındadır. Resmi olarak Kur’an’ın toplanmasına gösterilen hassasiyet hadisler için gösterilmemiş bu konu ashabın ortak derdi olmamıştır.
Resulullah’ın yazdırmadığı, ashabın duyduğu, bildiği Resulullah’ın söz ve uygulamalarını yazıya geçirip toplamadığı hadisler sonraki dönemde çok önemli bir mesele haline gelmiştir. Reslullah’ın sünneti olmayan, ashabın uygulaması olmayan bir hassasiyet, müslümanlar için 2. Asırda en önemli islami gayret haline gelmiştir.
Ashabdan bazılarının yazdığı Kur’an sahifelerinin kenarlarındaki, Resulullah’tan duydukları açıklamaların kayıtlarını bile imha etme hassasiyeti nedir? Resulullah’ın dile getirdiği rivayet edilen peygamber kıssaları, rivayetlerde önemli yer tutan Recm gibi ceza uygulamaları, rivayetlerde fazlasıyla yer bulan Allah’ı bize tanıtan hatta sonradan kuts-i hadis şeklinde isimlendirilen ''Allah kelamlarını'' neden ashab bize aktarmakta hassasiyet göstermedi?
Hz Osman döneminde ashabın ulaştığı durumu anlamak istersek Şam , Mısır, Kudüs, Irak fethedilmiş para, güç konusunda zirveye çıkılmış, devlet tecrübesi açısından ileri bir devlet düzenine geçilmiş, divan tutulmaya başlanmış bir islam toplumundan bahsediyoruz ve bu devleti ömrünü Resulullah ile geçirmiş ashab idare ediyordu. Fakat onlar bütün bu imkanlarına rağmen hadisleri toplamıyor Resulullah’ın Kur’an dışında uyguladığı bazı hukuki kuralları da yazıya geçirmiyor.
Buradaki hikmeti, ümmet sonraki dönemde neden anlayamadı?
Ashabı, gerekli hassasiyeti göstermediler diye suçlamadan, hadisler bizim için çok önemlidir, islamın iki kaynağından biridir hatta onlar da vahiy mahsulüdür ve bizi aynı ayetler gibi bağlarlar demek mantıklı mıdır? Biz tabiki Ashabı bu konuda suçlayamıyoruz çünkü onlar Resulullah’tan öyle gördüler. Resulullah da hadisleri yazdırmamıştı.
Resulullah'ın kendisine verilen vazifeyi Allah’ın muradına uygun olarak yerine getiridiğine her müslüman bütün kalbiyle inanır. Ashab da aynı şekilde Resulullah’a en güzel şekilde yardımcı olmuştur. Ashab İsrailoğullarının düştüğü hatalara çoğunlukla düşmemiştir. Çok soru sormak, işi yokuşa sürmek gibi İsrailoğullarının zaaflarını göstermemişlerdir.
Resulullah'a ve ashabına bir minnet borcumuz da bu yüzden vardır. Resulullah’ın örnek ahlakı ve sabrı yanında ashabının desteği ve sabrı da islamın şu anki haliyle tamamlanmasında bir etken olduğunu bu konudaki ayetlerden anlamaktayız.
Biz İsrailoğullarının sabırsızlığı ve çok soru sormasından dolayı ağır vecibelere muhatab olduklarını Kur'an'dan biliyoruz. (Bakara 67-71)
“Biz, Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Ancak bu hayvanların sırtlarının, yahut bağırsaklarının taşıdığı, ya da kemiğe karışan yağlarını haram kılmadık. Zulümlerinden dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Biz, elbette doğru söyleyenleriz”(Enam Suresi, /146).
Ey İnananlar! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah Bağışlayan'dır, Halim'dir. Mâide / 101
Ne hikmetse ashabın düşmediği hataya sonraki dönemde ümmet düştü. Yeni kültürlerle tanışma, İsrailoğulları gibi gerek işi yokuşa sürmek için soru sormalar gerek ekollerin kendi aralarında takvalık yarışına girip yeni haramlar ihdas etme yoluna gitmeleri, müslümanları Ehl-I Kitabın düştüğü duruma düşürdü.
Ashab, Kur'an-ı Kerim'i yazılı olarak sonraki nesillere aktarmadaki rolünü en iyi bir şekilde yerine getirmiştir.
Resulullah'ın uygulamalarını ikiye ayırmışlar ibadetleri aynen ondan gördükleri gibi uygulamışlar diğer işlerde şartlar ve fayda aynı ise uygulamışlar diğer hallerde kendi ictihadlarıyla hareket etmişler.
Buna en büyük örnek halife seçimidir.
Resulullah(as) kendinden sonra halife tayin etmemiştir. Hz Ebu Bekir ictihad edip Hz Ömer'i halife tayin etmiştir. Hz Ömer kendi ictihadını yapmış 6 kişilik heyete bu işi bırakmıştır. Din ve dünya işleri açısından en önemli kurum olan halifelik seçiminde Resulullah'ın uygulamasının bağlayıcı olduğu düşünülmemiştir.
Sonraki dönemde islamın din ve dünya ile ilgili uygulamaları mezhep imamlarının oluşturduğu ders halkalarında kaydedilmeye başlanıyor. Resulullah'ın irtihalinden yaklaşık 90 yıl sonra başlayıp 230 yıllarına kadar olan dönemde mezheplerin derlediği islami uygulamalar kitaplara geçiriliyor.
Sonraki dönem; yeni tanışılan kültürler, artan sorular ve siyasi çatışmalarla birlikte yaygınlaşan uydurma rivayetler sahih hadislerin ayıklanması gerektiği paniğini ortaya çıkarıyor.
Hadislerin kayıt altına alınma dönemi;
Resulullah'ın irtihalinden 230 yıl sonra yani mezheplerin uygulama esasları kitaplara geçirilmesinden sonraki dönem. Müslümanlar Resulullah’ın ve ashabının tavrını göz önüne almayarak hadislerin toplanması gerektiği fikrine kapılıyor. Aslında uydurulan hadisler ile mücadele etmenin en doğru yolu, sünnete ve ashabın uygulamasına bağlı kalmaktı fakat müslümanlar da Ehl-i Kitabın düştüğü hataya düştü ve uydurmalardan kurtulmanın yolunu bir çeşit ‘’konsil’’ tertip etmekte buldu. Hristiyanlar bunu konsiller yoluyla yapmaya çalışmışken müslümanlar cerh tadil ilmi geliştirip rivayetleri, belli kriterlerle dinin esas kuralları arasına koyma yoluna gittiler. Halbuki bu onlardan istenen bir vazife değildi çünkü ellerinde Kur’an vardı. Kur’an’ın, basit bir ticari borç ilişkisinde iki şahit tutun demesine rağmen ahad rivayetler (İmâm Şafiî, haber-i vâhidi, "Hz. Peygamber'e veya ondan sonraki bir şahsa ulaşıncaya kadar bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haber" şeklinde tarif etmiştir.) (eş-Şâfiî, er-Risâle, 160) üzerine din bina edilemeyeceğini müslümanların anlayamaması Allah’ın, Ümmeti Muhammed için yazdığı bir imtihan olmalıdır.
İslam,
Resulullah ve ashabı tarafından vahyin kontrolünde yaşanmıştır
Sonraki dönemde mezhepler aracılığıyla kitaplara geçirilmiştir.
İbadetler, günümüze kadar kitaplardan ziyade nesilden nesile uygulanarak nakledilmiştir. İbadetler konusunda mezhepler arasında çok önemli farklar da yoktur.
Bizim bugün ihtiyacımız olan Kur'an'ın ortaya koyduğu itikâdi ve ahlaki ilkelerdir bunlarla beraber Kur'an'da açıkça belirtilen ve uygulamaları Resulullah'tan nesilden nesile bize gelmiş (namaz, oruç, hac)ibadetlerdir ki bunlarda bir sorun yaşanmamaktadır.
Sorunlar nerede çıkıyor?
İkinci asırdan sonra ortaya çıkan rivayetler ve bunların getirdiği sorular ve sorunlar.
İbadetlerin yaşanması için mezheplerin kayıt altına aldığı bilgiler nesilden nesile aktarılarak bize ulaşmıştır. Mesela namazın kılınış şekli Resulullah'tan görüldüğü gibi nesilden nesile bize ulaşmıştır ve bunlar için hadis kitaplarına ihtiyaç yoktur
Biz bugün iyi bir müslüman olmak ve hurafelerden arınmak istersek. Namaz, oruç, hac, zekat için hadis kitaplarına ihtiyacımız yok bunlar fıkıh kitaplarında var. Yani buradaki uygulamalar için İmam-ı Azam veya talebeleri, Resulullah ve ashabının uygulamalarını Buhari'den veya Müslim'den bulmadı çünkü o kitaplar kendilerinden yüz yıl sonra yazıldı.
Onlar kendilerine ulaşan dini uygulamaları teyit ettirdikleri rivayetlere dayanarak kitaplarına geçirdiler. Burada esas olan kelime ''uygulamalar''dır. Bir şey dini bir uygulama ise bir çok kimse tarafından bilinmeli, özellikle Medine ehli tarafından uygulanıyor olmalıdır. Yoksa 200 yıl sonra bir iki kişiden birkaç rivayet yoluyla gelen bir habere dayanan şeyler islamın yaygın uygulamalarını temsil etmez. Ayrıca mezheplerin tespit ettikleri esaslar her şeyin sonu da değildir neticede insandırlar ve ulaşamadıkları rivayetler olabilmiştir ve dönemlerinde uygulanmakta olan bazı yerel gelenekleri külli esas olarak da görmüş olabilirler. Örneğin müzik dört mezhebe göre haram kabul edildiği halde sonradan bir çok alim Kur'an'da ve Sünnette müziği haram kılan bir delil olmadığını tespit etmiştir ve bugün yaygın uygulama bu yöndedir. İmam-ı Azam'ın vasiyeti şudur ''Sahih bir rivayet bulursanız bilin ki benim mezhebim'' odur.
Ümmetin yaşadığı sorun şurada başlıyor.
İddia şu; Resulullah'ın hadisleri hadis kitaplarında derlenmiştir bunların sayısı da 6 veya 9 veya diğerlerini de ihmal etmeyelim diyerek birçok hadis kitabı dini yaşamak için şarttır denmektedir. Halbuki bu kitapları hiç bir mezhep imamı görmemiştir. Çünkü tekrar ediyoruz onlar islam dininin uygulamalarını mekteplerinde kayıtlara geçirirken hadis kitaplarının yazılmasına daha 100 yıl vardı.
Söylenecek ki işte bu mezheplerin kullandığı hadisler bu kitaplarda derlenmiştir. Hayır bu kitaplarda faziletler, kıssalar ve ahlaki tavsiyelerle ilgili rivayetler ağırlıktadır. Üstelik ibadetlerle ilgili uygulamaları bize taşıyorlar diye bir sürü yanlış anlamayı, hafıza kazasını, abartmayı hatta uydurmayı dinin aslındandır diye kabul etmek durumunda kalıyoruz. Üstelik hadis kitaplarında ibadetlerle ilgili bazı hadisler hanefilerin veya diğer mezheplerin görüşüne ters uygulamaları barındırır. (kanın abdesti bozmaması gibi) Hadis kitaplarındaki hadislerden dolayı hanefiler veya diğer mezhep mensupları fıkhi görüşlerini değişmezler. Bununla beraber çok sonradan ortaya çıkan uygulamalar, inanışlar mezheplere nispet edilmeden dinin içerisinde sayılmıştır. Biz işte mezheplerimizden gelen kitaplarla dinimizi yaşayabilecekken bu hadis kitaplarını esas alarak mezhep imamlarımızın haberi olmadığı bir çok itikad konuları ve ibadet şekilleriyle muhatap oluyoruz. Mesela ne Ashab-ı Kiramdan ne de mezhep imamlarından bugünkü anlamda bir şeyh-mürit ilişkisi barındıran tarikat uygulaması rivayet edilmemektedir fakat bu uygulama ilginç şekilde bugün Ehl-i Sünnetin tam merkezinde kendisine yer bulmuş gibi gösterilebilmektedir. Üstelik bu tür uygulamalar temel hadis kitaplarında da yer bulmadığı halde olmaktadır bu durum.
Demek ki mesele sadece Hadislere uyuyoruz iddiası da değil, hadislerde olmadığı halde Ehl-i Sünnet sayılan uygulamalarla da karşı karşıyayız. Çünkü hadis hassasiyetini güdüleyen esas amir, geleneğe bağlı kalma zaafıdır ve bu insanlığın başını en çok ağrıtan zaaftır.
Sonuçta bugün Kur'an'a uymayan Resulullah'ın vazettiği temel ilkelere uymayan sözlerle ve ritüellerle karşılaşıyoruz fakat bu kitaplar toptan kutsandığı için bütün bu rivayetler de dine girmiş oluyor.
1400 yıllık islam kültürünü reddedelim demiyoruz o büyük bir tecrübe olarak önümüzdedir. Kur’an bile indiği toplumun bütün geleneklerini reddetmemiştir. Bize düşen her paygamberin yaptığı gibi şirke bulaşan inanışları reddetmek, yozlaşan dini uygulamaları yeniden tevhid geleneğine oturtmak olmalıdır. Kur’an’da açıkça sayılan ibadetlerimizi zaten nesilden nesile Resulullah'tan öğrendik, Kur'an-ı Kerim de sağlam bir şekilde elimizde, oradan gereği gibi Rabbimizi tanıyalım ve takdir edelim, geleneğin taşıdığı değil Kur’an’ın öngördüğü ahlak ve itikadi ilkeleri tespit edelim Allah'ın huzuruna şirksiz ve şeksiz çıkalım.
Kur'an'da karşılığını bulmayan her rivayetin, ya Allah’ı yanlış tanımamıza ya da Resulullah’a iftira atmamıza sebep olma ihtimali vardır.
Bu riski neden alalım ki?
Kur’an’da geçen ibadetlerin uygulamasını nesilden nesile Resulullah’tan bize aktarıldığı gibi zaten uyguluyoruz
Resulullah verdiği bir tavsiyeyi uygulamayız diye mi yoksa ona yalan bir isnatta bulunuruz diye mi beddua etmiştir. Onun ahlakını Kur'an'da bulabileceğimizi Hz Aişe söylemişti peki Resulullah'ın söylememiş olduğu bir sözü ona birileri bilerek veya bilmeyerek isnat etmişse ve biz o rivayeti devamlı kullanırsak Resulullah ile ciddi bir hesaplaşmanın muhatabı olmayacak mıyız?
Bu tehlikeli sınırı neden zorlayalım ki?
Allah kendisini, bize lazım olanı kadarıyla Kur'an'ta tanıtmıştır. Bunun dışında rivayetlerle gelen bir tanımlamayı Allah'a isnat etmenin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu anlamıyor muyuz? ( Ör: Mirac hadisinde Allah’ın insanın taşıyamayacağı 50 vakit namaz emretmesi rivayeti veya “Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı.” (Buhari, İstizan 1; Müslim, Bir 115) rivayetleri gibi) .
Kur’an’da geçmeyen bu tanımlamaları bir kişinin rivayetiyle (ahad rivayet)* nasıl kabul edip de Allah hakkında bir kanaate varalım bu riski almak akla ve takva hassasiyetine sığar mı?
Böyle yapanların örneği önümüzde duruyorken (ehl-i kitap) bütün amellerimizin boşa çıkmasına sebep olacak bu riski neden alalım?
*Ahad rivayet: (İmâm Şafiî, haber-i vâhidi, "Hz. Peygamber'e veya ondan sonraki bir şahsa ulaşıncaya kadar bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haber" şeklinde tarif etmiştir.) (eş-Şâfiî, er-Risâle, 160)