Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr.
Fatma Günaydın, İmam Hatiplilerle yaptığı çalışma kapsamında, gençleri “Deizm”e
yönelten 100’den fazla soruyu derlemiş:
• Allah bizim cennete ve cehenneme gireceğimizi biliyor
neden bizi imtihan ediyor?
• Öldükten sonra dirileceksek neden ölüyoruz?
• Allah her şeyi bildiği halde neden bizi yarattı?
• Bizler Müslüman ailede doğduğumuz için mi Allah’a
inanıyoruz. İnanmayan aileden doğanların suçu ne? Allah akıl vermiş ama bizlere
de vermiş ama biz de tam kullanamıyoruz?
• Allah’ın varlığını bir ateiste nasıl ispatlayabiliriz?
Onlar big bang deyip geçiyorlar?---
• Allah bizi seviyor da neden günah işlememize izin verip
sonra bizi yakıyor?----
• Sonsuzluk kavramı akıl almaz bir şey Allah’ın sonsuz
olmasını algılayamıyorum.--
• Kuran’da kadın ve erkek niçin eşit değil?---
• Allah neden bir kuluna eziyet verirken diğerine rahatlık
veriyor. Rabbimiz neden bu konuda eşit davranmıyor?-----
• Kaderde ne zaman öleceğimiz belli ise neden sadaka ömrü
uzatıyor? Kaderde cennete ve cehenneme gideceğimiz belliyse neden ibadet
ediyoruz?---
• Allah’ın ihtiyacı yokken bizi niçin test etmekte?-----
• Cennette birini istiyorum o da başka birini ne olacak?
• Allah kötülüklere neden engel olmaz?----
• Tarikatlar gerekli midir, neden?
• Biz putperestleri eleştiriyoruz ama biz de Kabe’nin
etrafında dönüyoruz.---
• Ya Hıristiyan veya ateistler haklıysa?-----
• Allah ile iletişimde neden Kur’an okumak, dua etmek değil
de namaz ön plandadır?---
• Adem’le Havva dünyaya nasıl geldiler? (Uzay gemisi ile
olabilir mi?)----
• Bu dünyaya gelmek benim tercihim değil. Allah bunun benim
seçimim olduğunu ve hatırlamadığımı söylüyor.----
• Allah kalplerini mühürlediği insanları niçin cehennemle
cezalandırıyor?---
• Kelam dersinde mucize, olay görüyoruz ama hiçbirinin
delili yok. Sadece anlatılıyor bana göre delil yok.
• Allah niçin önceki kitapların bozulmasına izin vermiştir?-------
• İçki öncekilere yavaş yavaş yasaklanırken bizlere neden
direkt haram kılındı?
• Ahirette hesap verirken insanların yetiştirildiği çevre
göz önünde bulundurulacak mı?----
• Allah’ın hep ‘ben
yaptım, ben yarattım demesi’ tuhafıma gidiyor.
• Allah bizi yaratmasaydı ne ile uğraşırdı?
• Dünyanın her yerinde ezan farklı saatlerde okunuyorsa
kıyamet nasıl kopacak?
• Allah bizim cennete ve cehenneme gireceğimizi biliyor
neden bizi imtihan ediyor?
• Allah her şeyi bildiği halde neden bizi yarattı?
• Kaderde ne zaman öleceğimiz belli ise neden sadaka ömrü
uzatıyor? Kaderde cennete ve cehenneme gideceğimiz belliyse neden ibadet
ediyoruz?
Kur’an’da kimin cennete veya
cehenneme gideceği bir kitapta (Levh-i Mahfuz) yazılıdır diye bir ifade yoktur.
Ama bu kanaat yani Tanrı’nın bunu yazdığı şeklinde bir inanış, paganlarda ve
yozlaşmış bütün dinlerde yer bulmaktadır. Ateistlerin dinlerde en sevdikleri
inanış da budur. Çünkü buna dayanarak eğer Tanrı varsa bu ‘’yazı’’ konusu
kendilerini kurtaracak bir argüman olarak işe yarayacağı düşüncesindedirler.
Kur’an bu inancı reddetmektedir
ve bunun sadece delili olmayan bir tahmin yürütme olduğunu ilan etmektedir.
Allah’a ortak koşanlar diyecekler
ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi
de haram kılmazdık.” onlardan öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana
kadar böyle demişlerdi. Onlara 'Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var
mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz' de.
EN'AM-148
Allah Teala Kur’an’da kendini
bize tanıtırken, bizim dilememize, duamıza ve irademize göre yaratma halinde
olduğunu beyan etmektedir. ‘’O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır’’ RAHMAN
Suresi 29
Allah, hür iradeyi yaratma
kudretini göstermiştir. Buna şüphe düşürecek iddialardan kaçınmamızı
istemektedir. Yanlış yola sapmaların mesuliyetini Allah’a yükleme girişimlerini
şiddetle reddetmektedir. İnsanlar başarısızlıklarını, günahlarını bazen ileri
giderek başkalarına verdikleri zararları bu önceden yazılmış olma inancına
yüklemek istemektedirler.
Halbuki Allah, bizim hür
irademizle neyi dileyeceğimizi bilmek istemektedir yaratmayı ona göre
yapacaktır.
Andolsun, biz elçilerimizi açık
mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki,
insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için
birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar).
Allah da kendisine ve Resûllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin.
Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. HADİD 25 ve benzer ayetler(Ali
İmran 140, Maide 94)
Allah sonsuz ilmiyle şu anda
insanların neler dileyebileceklerini yani herkesin önündeki konuda dileme
ihtimalleri olan bütün olasılıkları ve her eylem değişkenliğinde
etkileyecekleri bütün olayların olasılıklarını da bilmektedir ve bunu kainat
durdukça olabilecek bütün değişkenlerin sebep olduğu bütün olasılıklarla
bilmektedir. Bununla beraber hür iradeyi insana verdiği için insanın dilemesiyle,
bu olasılıklardan hangisinin hayata geçeceğini iradeye bırakmıştır ve yaratmayı
o istikamette başlatmaktadır. Allah hür iradeyi yaratma kudretine sahiptir ve
bunu insana bahşetmiştir. Hür iradeyi kısıtlayacak bütün inanışlar,
tanımlamalar, yaşanan hayat önceden yazılana tabi olduğu şeklinde anlamalar,
Allah’ın hür iradeyi yaratmış olma kudretini doğru anlamamaktır.
Kur’an’ın öğretisiyle oluşan İslam’ın ilk asırlarındaki Yaratıcı tanımı,
Kelam ilminin Felsefe ile buluşmasından sonra değişime uğramıştır. Kur’an, arşa
istiva eden, meleklerin ona insanların katındaki zamandan farklı da olsa bir
zaman içerisinde yükseldiği, Onun arşı su üzerindeydi, eğer ondan başka ilahlar
olsaydı ona ulaşmak için yol arayacaklarını ifade eden ayetlerle, Kelam ilminin Allah’I tanımlarken Felsefenin
sorularına cevap vermeye çelışırken ürettiği tariflerden daha müşahhas tanımlamalar yapmaktadır. Kelam ilmi
ilk başta mutezili kelamcılar Nazzam, Cahız ile beraber Kelamın felsefeyle birleştirilmesi başlamış
sonradan Eşari kelamcılar işi ele aldıktan sonra Bakıllani ve Cüveyni de yine
mecburen felsefenin oluşturduğu düzlemde reddiyeler ve metodlar kullanmak
durumunda kalmışlardır. Aynı şekilde Gazali de müteahhirin kelamcıları Razi,
Amidi ve Taftazani aynı düzlemde
kalmışlardır ve zaten onların ardından artık kelam ilmi donma dönemine
girmiştir. Kur’an’ın tanımladığı yaratıcı inancı aksine felsefenin sorularıyla
çok soyut bir tanrı inancı Ehl-I Sünnetin Kelamına yerleşti. Tasavvuf buna
karşı kendi argümanlarını geliştirdi. Tasavvuf düşünürleri, vahdet-I vucüt ve
hulul nazariyesi ile Allah’ı daha hissedilir şekilde bağlılarına anlatma yolunu
tutunca insanlar tarafından kabul gördü ve insanların Yaratıcıyı hissetme
ihtiyaçlarına belli ölçüde cevap verdi. Fakat Kur’an’ın tanımladığı Allah
inancı bu da değildi. İnsanlar ya Allah’ı çok somutlaştırıp ona insan
özellikleri ve maddi beden atfetmekte, Hristiyanlık gibi yeryüzüne indirmek
istemektedir ki hristiyanlık bu özelliğinden dolayı kolay yayılmıştır. Ya da
çok soyutlaştırıp zamandan, mekandan
münezzeh gibi ne anlama geldiği
belli olmayan tanımlamalar yapmaktadır, bu tanımlama da insanlara Yaratıcıyı
hissettirme konusunda yeterli etkiyi göstermemektedir.
İslam kelamcılarından sonra uzun
süre geçmiştir. İnsanlık çok aşama katetmiştir. Antikçağ felsefesi birçok yönden
aşılmış olmakla beraber bu seviyeye uygun bir yaratıcı tanımı yapılmamıştır. Bu
Aydınlanma filozoflarından beklenirdi ama onların hem tarzları hem de
önlerindeki Tevrat-İncil teolojisi doğru tanrı inancı açısından çok ilham
verici değildi.
Sonuç olarak Kur’an’da, kimin
cehenneme gideceği, her şeyin kayıtlı olduğunu söylediği levhi mahfuzda
yazılıdır diye bir ifade yoktur. Allah, kimlerin affedileceğine, kimlerin azaba
düçar olacağına hükmetmiştir, bu zaten ezeli ilimde sabittir anlamına gelecek bir ayet yoktur. Kur’an’da
bu inanış insanların delilsiz bir tahmini olarak tanımlanmaktadır.Bkz. Enam 148
Allah bizim zaten cehnneme
gideceğimizi yazmıştır şeklindeki iddia Kur’an’da yer bulmaz. Bu iddia
özellikle Kur’an’da reddedilmesine rağmen bugün İslam ile ilgili inanç sorunu
yaşayanların en çok öne sürdüğü argümanın bu olması, geleneğin getirdiği
tortuların, Kur’an’ı anlamada engel olmasına bir örnektir.
Gaybın anahtarları yalnızca O’nun
katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir
yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir
yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde,
Levh-i Mahfuz’da) olmasın. (Enam 59)
‘’Sadaka ömrü uzatır’’ hadisi,
kader konusunun sonradan anlaşıldığı gibi olmadığı hakkında fikir verir.
Ölmekten korkup savaşa
gitmeyenler için inen ayette de bu konu kaderin yazgı olmadığını ortaya
koyuyor.
De ki: Eğer ölümden
veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok
değildir.
Bu ayet yazgı anlamındaki kader
anlayışını reddediyor, Çünkü ayet ‘’ Sizin ölüm vaktiniz yazılmıştır savaştan
kaçsanız bile aynı vakitte ölürsünüz’’ demiyor. Kaçarsanız yaşarsınız ama ‘’hayat
zaten kısadır’’a dikkat çekiyor
• Bizler Müslüman ailede
doğduğumuz için mi Allah’a inanıyoruz. İnanmayan aileden doğanların suçu ne?
Allah akıl vermiş ama bizlere de vermiş ama biz de tam kullanamıyoruz?
• Ahirette hesap
verirken insanların yetiştirildiği çevre göz önünde bulundurulacak mı?
Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak
kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir
günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi
göndermedikçe azap edici değiliz. (İsra 15)
Şu anda Müslüman veya Hristiyan bir
toplumda yaşayanlar için tevhidi bir inanca ulaşma açısından insanlar eşit
durumdadır. Kur’an’ı, İncil’I veya Tevrat’ı geleneğin kültürüyle okursanız sizi
tevhid inancına götürmez. Ancak selim bir akılla ilahi kitaplara yaklaşırsanız sizi
içinizdeki Allah inancıyla buluşturur.İlahi kitaplar bir hatırlatmadır ve sizin
selim aklınız burada muhataptır. Kitaptaki tahrifi veya geleneğin
tortularını, Allah’ın sınırlarına karşı
duyduğumuz hassasiyet endişesi ve selim akılla farkederiz.
Ey iman edenler! Eğer Allah’a
karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış
verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf
sahibidir.Enfal 29
İnsan, Allah’a inanmak için eğer
bir arayış içerisindeyse onun sadece bir hatırlatmaya ihtiyacı vardır. Arayış
ihtiyacı hissetmeyen, bu duygusunu nefsi tarafıyla baskılayan insan, hangi
toplumda olursa olsun onun için bir şey farketmemektedir.
Hatırlatma yapılamayan insan İsra 15’e göre
mesul değildir. Fakat o insana hatırlatma yapmayan müminler bu konuda mesuldür.
Bu durumda islam dünyasında doğanlar diğerlerine göre daha zor bir sınavın
içerisinde olmaktadır. Her insan kendi kabiliyetleri, imkanları ve gerçeğe
ulaşabilme zorluğu oranında bir katsayıyla hesaba çekilecektir.Ayet bu konudaki
hassasiyeti belirtmektedir.
Kıyamet günü için adalet
terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek.
(Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya
koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. (Enbiya 47)
Sonuç olarak insanların bir kısmı
vahyin mesajını sahih bir şekilde duymadığı için imtihana muhatap olmayacaktır.
Bu bütün insanlık planında zorunlu olarak ortaya çıkan bir durumdur. O insanlar
azap görmeyecekler ama insan olarak yaptıkları iyilikler derecesinde mükafat
görmeleri umulur.
• Allah kalplerini mühürlediği
insanları niçin cehennemle cezalandırıyor?
Allah’ın izni olmaksızın hiçbir
musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir.
Allah, her şeyi hakkıyla bilendir (Tegabun 11)
Arayışta olan, inanmaya yönelen
insana Allah hidayet eder. Hidayet hediye ile aynı köktendir, Allah inanmasını,
mutmain olmasını kolaylaştırmak için o kuluna inancını temellendirecek hediye
doneler verir.
Kendini müstağni gören, kendi
alanını genişletip Allah’ın alanına giren, Allah’ın imtihan planını hakkını
verecek düzeyde anlamlı görmeyen, kendini bundan muaf gören kişiler, Kur’an’ın
tanımına göre nefsini ilah edinmektedir.
Allah bunların kalplerini mühürler ama sonuçta onların yine doğru yola
ulaşmaları Allah’ın diğer kuralına tabidir yani inanmaya meylederlerse hidayet
onlar için yine vardır.
Nefsinin arzusunu ilâh edinen,
Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği,
gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru
yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? (Casiye 23)
• Kuran’da kadın ve erkek niçin
eşit değil?
Kur’an’da kadın ve erkek insani
değer ve din açısından eşittir.
Şüphesiz müslüman erkeklerle
müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle
itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle
sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden
saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan
erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını
koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya,
işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (Ahzab 35)
Hukuk açısından şartlar,
ihtiyaçlar ve gelenekler kadın ve erkek arasında hakları belirler.
Hukuk, hakları belirlerken
hayatın şartlarını ve tarafların kozlarını göz önünde bulundurmak zorundadır.
Aksi halde taraflara sahip çıkamayacakları, hayatın doğal akışına ters fazla
haklar verirseniz bu durum kargaşaya
hatta cinayetlere sebep olur. Kur’an dönemin şartlarında kölelikte olduğu gibi kadın
haklarında da insan onuruna yönelik hedef koyarak uygulamalar vazetmiştir. Kur’an,
İslam toplumuna insan hakları konusunda özellikle de kadın hakları konusunda
daha ileri haklar düzenlemelerine ilham verir.
• Allah bizi seviyor da neden
günah işlememize izin verip sonra bizi yakıyor?
• Allah neden bir kuluna eziyet
verirken diğerine rahatlık veriyor. Rabbimiz neden bu konuda eşit davranmıyor?
• Allah kötülüklere neden engel
olmaz?
• Bu dünyaya gelmek benim
tercihim değil. Allah bunun benim seçimim olduğunu ve hatırlamadığımı söylüyor.
Eğer Allah bir tek insan yaratmış
olsaydı o zaman bu sorular anlamlı olurdu. Birden fazla insan varsa ve hür
irade varsa mutlaka farklılıklar olacak. Allah aynı güç ve zekada bin insan
yaratmış olsaydı hür iradeli oldukları için bir süre sonra bir kısmı yine
mağlup olacak birkaç nesil sonra yine fiziki eşitsizlikler oluşacaktı.
İnsan hür iradesini bedelini ödemek durumundadır.
İnsan bugün yine seçecek olsa robot olmak yerine her türlü sıkıntısına karşı
hür iradeyi seçecektir.
Varlık planında biz insanlara kul
olmak düşmüştür. İşin doğrusu bu durum, insan için kabullenmesi kolay bir şey
değildir. İnsanlar bir gerekçe, bir bahane bulup bazen çok daha sofistike
anlmalar keşfedip bu kulluk tarafından kendini
karşı tarafa atmak ister. İşin gerçeği budur.
Biz varlığımızı Yaratcıya
borçluyuz. İlkel kabilelerde dahi insanlar, varlıklarını borçlu olduklarını
düşündükleri ilahlara bunun karşılığını vermek istemişler hatta insan kurban
etmeyi bile bu yolda gerekli görecek kadar bu borçluluk duygusunu
yaşamışlardır.
İnsanlığın ilerlediği toplumlarda
da iyiliğe karşı teşekkür etmek, iyiliğin karşılığını vermek, üstün bir
davranış olarak yer bulmaktadır. Sorun yine arada kalan insan modelinde ortaya
çıkmaktadır.
İnsan önce şunu kabul etmeli,
insan aciz bir varlıktır, Yaratıcının bir planıdır
Biz emaneti, göklere, yere ve
dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan)
korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.(Ahzab 72)
Emanet, Allah’tan insana yüklenen
‘’hür iradeye sahip bilinçtir’’
İnsan yalnız olmayı
istemeyeceğine, hür iradeyi isteyeceğine göre insanlar arasında adaletin
sağlanması için gereken kurallara uymak zorundadır. Allah insanların hayat
emniyeti için yasaklar koymuştur. Bir diktatör çıkıp bu insanlardan 50
Milyonunun ölümüne sebep oluyorsa Allah adaleti sağlamak için her insan için bu
zalimi bir yıl azaba soksa 50 milyon yıl azap görmesi gerekecektir.
•Allah niçin önceki kitapların
bozulmasına izin vermiştir?
Bunun cevabı Kur’an’ın neden son
kitap olabildiği ile anlaşılır.
Kur’an’ın indiği dönem ve
bölgenin özellikleri
-Büyük bir devlet otoritesi yok,
kitabı, mü’minlerin elinden alıp yok edecek veya yasaklayacak bir otorite yok
-Bölge insanının bir felsefi geleneği
yok, derin felsefi meselelerin tartışıldığı bir toplum değil
-İnsanlığın yazı ile kayıt tutma
kabiliyeti açısından geldiği seviye, İlmi bir geleneği olmayan bu bölge bile
kayıt tutma açısından yeterli seviyeye ulaşmıştır.
Kur’an insanlığın geldiği bu
seviyede son kitap olarak indirilmiştir. Tevhid dini geleneğinin risalet
silsilesi için böyle bir final gerekirdi. Yani kayıt tutma açısından insanlık
bir seviyeye geldiğinde son bir Kitap ile bu risalet işinin insanlığa emanet
edilmesi akli olarak beklenir bir
şeydir.
• Kelam dersinde mucize, olay
görüyoruz ama hiçbirinin delili yok. Sadece anlatılıyor bana göre delil yok.
Müşrikler Resulullah’tan
defalarca mucize göstermesini istedikleri halde Kur’an bunu reddetmiştir.
Gerekçe olarak önceki ümmetlerin bunlara da inanmadığını mucizeden sonra azabın
hak olacağı, ellerindeki Kitab’ın mucize olarak yeteceği şeklinde
cevaplanmıştır.
Resulullah mucize göstermemiştir.
Bu ayetlere göre eğer Resulullah mucize göstermiş olsaydı mesela ayın yarılması
gibi. Bu ayetler şu şekilde olurdu, ‘’daha önce ayı yardın inanmadılar daha ne
mucizesi istiyorlar’’
Hakbuki ayetler mucize
gönderilmemesinin sebeplerini açıklıyor
Bizi, mucizeleri göndermekten, ancak, öncekilerin
onları yalanlamış olması alıkoydu. (Nitekim) Semûd kavmine o dişi deveyi açık
bir mucize olarak verdik de onlar bu yüzden zalim oldular. Oysa biz mucizeleri
sırf korkutmak için göndeririz. (İsra 59)
Dediler ki: “Ona Rabbinden
mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben
ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız
onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt
vardır. (Ankebut 50-51)
• Adem’le Havva dünyaya nasıl
geldiler? (Uzay gemisi ile olabilir mi?)
Kur’an, insanın yeryüzünün
halifesi olarak yaratıldığını beyan etmiştir.
Halife, bir şeyin ardından gelen
anlamındadır. İnsan, yeryüzünde oluşan mahlukatın en son, en üst özelliğe sahip
üyesidir.
Andolsun, sizi yarattık. Sonra
size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik.
İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.
(Araf 11)
Bu ayetten, önce insanların
yaratıldığı, şekil aldıkları, ardından Adem’in sahneye çıktığı anlaşılabilir.
İnsanın üzerinden, henüz
kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi? (İnsan 1)
Bu ayetten, insanın akıl sahibi
olup ortaya eser koyamadığı bu yüzden de anılmaya değer olmadığı uzun bir zaman
geçirdiği anlaşılabilir.
Allah sizi de yerden ot (bitirir)
gibi bitirmiştir. (Nuh 17)
Bu ayetten, insanın yeryüzünde
yaratıldığını anlarız.
Sonuç olarak insanın yeryüzünde
bir süreç içerisinde yaratılmış olabileceği Kur’an’daki birçok ayetten
ulaşılabilecek bir sonuçtur. Adem ilk akıllı insanların seçilmiş Nebisidir.
Allâh Âdem'i, Nûh'u, İbrâhim
âilesini ve İmrân âilesini seçip âlemlere üstün kıldı. (Al-I İmran 33)
Daha sonraki birçok nebiye
verilen mucizelere benzeyen şekilde özellikleri olan bir bahçeye(cennet arapça bahçe anlamına
gelmektedir) yerleştirilmiş ve bir imtihana tabi tutulmuştur.
Sonuç olarak Adem ve eşi dünyada
yaratılan insanların neslinden gelen ve nebi olarak seçilen ilk akıllı insanların
örnekleridir. Bildiğimiz anlamda bir cennetten inmemişlerdir.
• Allah ile iletişimde neden
Kur’an okumak, dua etmek değil de namaz ön plandadır?
Namaz Kur’an okumak ve dua etmeyi
içerdiği için Allah ile iletişimin en zirve anını temsil eder.
İslamda toplumu ilgilendirmeyen
hiçbir ibadet yoktur. Bütün ibadetler bizim diğer insanlarla olan ilişkimizi
daha kaliteli hale getirmek için vardır.
Namaz insanı eğiten bir
ibadettir. İnsanlık, tarihinde ve halen geldiği noktada dini ve dünyevi işlerde bedeni hareketler içeren
seremonileri hep kullanmıştır.
İnsanın Yaratcısı, insanın ‘’kullanma
kılavuzunda’’ olmazsa olmaz bir şekilde namazı tekrarlamış olmasının büyük bir anlamı
olmalıdır. Biz şöyle deriz. Mesela bir insan on birim derecesinde asabi ve sabırsız
ise namaz kıldığı sürece bu asabiyet 9 birime düşüyorsa bu insanın toplum için bu
kadar zararsız olmasını sağlar. Dolayısıyla namaz bu açıdan da kul hakkı olarak
anlaşılabilir.
• Ya Hıristiyan veya ateistler
haklıysa?
Bu soru neden burada var diye
düşününce ancak şunu çıkarabiliyoruz
İslamı terketmeye niyeti
olanların bir kısmı bunu bir düşünce temelli bir sebebe dayandırma ihtiyacı
duymuyor. Bu tipleri Nasrettin Hoca deşifre etmişti. Göl ya maya tutarsa
dediğinde gülmeyip bir an gölün maya tutmasına tamah eden tipler vardır. Bu tipler de, ya ateistler veya hristiyanlar doğruysa ne güzel yan gelip yatmak vardı
bunu kaçırmasak tamahkârlığıdır bu.
• Biz putperestleri eleştiriyoruz
ama biz de Kabe’nin etrafında dönüyoruz.
İnsanlar dini veya dindışı
gerekçelerle bir araya gelmeyi, seremoniler, törenler, ritüeller tertip etmeyi
bir ihtiyaç olarak görmüştür ve halen bu geleneği her toplumda görmekteyiz.
İslam, insanların bir araya
gelmesi ve etkileşim göstermeleri üzerine kurulmuş bir din özelliği
göstermektedir. Tevhid dini geleneğinde de bu hep var olmuştur. Kabe İbrahim as
dan beri bu konuda merkez olmuştur.
Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin
yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar,
rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.
İnsanlar arasında haccı ilan et
ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana
gelsinler. (Hac 26-27)
İslamda Kabe’nin kendisi
kutsanmaz bunun delili Kabe eski halinde küp şeklinde değil bir tarafı oval
idi. Hicr denilen bu kısım 605 yılında Mekkeliler tarafından Kabe yenilenirken
yapılmamış o kısım bir duvarla çevrilmişti. Resulullah daha sonra o kısmı
tamamlamak gereği duymadı. Çünkü kutsal olan Kabenin duvarları değildir, o
sembolik bir yapıdır.
• Tarikatlar gerekli midir,
neden?
Tarikat , Kur’an’da işaret
edilmeyen Resulullah’ın ve Ashab’ın hayatında yer tutmayan bir yapıdır.
Tarikatların felsefi temeli olan
tasavvufun, Allah-insan ilişkisi ve Resulullah’ın konumu konusunda Kur’an’a aykırı bir çok tarifi vardır. Normalde
Tasavvuf Ehl-i Sünnet anlayışı içerisinde
de yer bulamamıştı. Daha sonra bazı tasavvufi kabuller sessize alınmış, sadece
erbabının bileceği şekilde kitaplarda gizlenmiş ilerleyen dönemde Osmanlı’da
resmileşerek merkeze oturmuştur.
• Sonsuzluk kavramı akıl almaz
bir şey Allah’ın sonsuz olmasını algılayamıyorum.
Sonsuzluğu akıl almıyor ama sonlu
evrenin ancak sonsuzluk üzerine
kurulabileceğini düşünmek de zorunlu geliyor.
• Dünyanın her yerinde ezan
farklı saatlerde okunuyorsa kıyamet nasıl kopacak?
Böyle bir hadis sahih olsa bile
şu anlamda söylenmiştir. Akşam, günün zeval vakti olduğu gibi Kıyamet de dünya
hayatının zeval vaktidir.
• Allah’ın ihtiyacı yokken bizi
niçin test etmekte?
Allah’ın test etmeden nimet
verdiği başka kulları olmadığını bilmiyoruz. Allah’ın şu anda milyonlarca çeşit alemlere rablık yaptığını düşünmek durumundayız ve her birini çeşitli şekillerde nimetlendirdiği veya teste tabi
tuttuğunu her birinde farklı bir metod vazettiğini düşünürüz.
Biz de hür iradeli, eşitsiz
şartlarda yarattığı bir alem modeliyiz.
Bizim anlayışımıza göre mantıklı
bir imtihana tabiyiz. Nimet külfet
dengesi insanın ilk aklına gelen düzlemdir.
Bu dünyada sakat doğan, açlıktan
ölen veya işkence altında ömrünü geçiren insanlar ile diğerlerinin durumu nasıl
karşılaştırılabilir?
İnsan ömrü bu dünyada başlayıp
ebedi olduğuna inandığımız ahiret yurdunda devam edecektir. Bir milyon yıl
sonra cennette oturup bu dünyadaki günlerini konuşan iki insan düşünelim.
Birisi rahat bir hayat yaşamış diğeri acılarla dolu bir hayat yaşamış olsa,
milyonlarca yıl içerisinde 80 yılın bir anlamı olur mu? Bir de o cennete
kavuşmasında o çektiği acıların faydası olmuşsa.
• Cennette birini istiyorum o da
başka birini ne olacak?
Birini istemek zaaftır, cennette
böyle bir duygu olmayacak.
• Allah’ın varlığını bir ateiste
nasıl ispatlayabiliriz? Onlar big bang deyip geçiyorlar?
Allah’ın varlığı ispat konusu
değil iman konusudur. Allah, müminleri gayba iman ettikleri için övmektedir.
Allah kendisini, bulmak isteyenler için çok hissedilir, inanmak istemeyenler
için gizli kılmıştır. İnsanoğlu gözüyle gördüğüne bile bir gerekçe bulup
inanmayan bir varlık olarak yaratılmıştır. Mucize gördüğünde bile inanmayan
insan, bunun bir göz boyaması olduğunu iddia ederek inancını değişmeyen bir
varlıktır.
Bilim çağında değişen, insanın eskiden göz boyaması diye bir
gerekçesi varken şimdi buna birkaç argüman daha eklenmesidir.
Kur’an tabiki muciz bir kitaptır.
Döneminin anlayışına göre bir evrenden bahsetmemesi bunun en büyük delilidir.
Öyle ayetler vardır ki hem o dönemin anlayışına hem sonraki dönemin anlayışına
hitap edecek şekilde gelmiştir.
Örnek olarak Rahman Suresi 33’te
o günün insanına göklere çıkamayacaklarını ancak ‘’sultan’’ ın gücüyle çıkabileceklerini
söylemiştir. Bu ayetteki ‘’sultan’’ o günün insanında Allah’ı çağrıştırırken bugünün
insanı için, bu iş için gerekli gücü ifade eder. Bu şekilde birçok yerde
kullanılan ‘’tevriye sanatı’’ Kur’an’ın
muciz yönlerindendir.
Ey cinler ve insanlar topluluğu,
göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeğe gücünüz yeterse geçin gidin.
Ancak kudretle ( sultan) geçebilirsiniz. (Rahman 33)
Fakat bu tür olağanüstü işaretler
insan için ispat değil bir hatırlatma bir işarettir. Çünkü söz konusu olan muhatap,
gördüğünden çok inandığını doğru kabul eden insandır.
Allah imtihan dünyası var etmeyi
dilemiştir ve imtihan dünyasının gerektirdiği şekilde kendisini gizlemiştir. Bu
gizleme beş bin sene önceki insan için de bugünün bilim çağındaki insan için de
eşit vaziyettedir. Bilim hiçbir zaman Allah’ı %100 ispat etme kudretine
ulaşamayacak ve hiçbir zaman Allah %100 yoktur deme gücüne de ulaşamayacaktır.
Ateistler, şu anda evrenin nasıl var olduğunu tam bilemiyoruz ama bu bir gün
bilmeyeceğimiz anlamına gelmez diyerek Allah’ın varlığına inanmak zorunda
değiliz derler. Yani Allah’ın yokluğunun, bilim tarafından ispatlanmış
olmadığını kabul ederler.
Bizim için Allah’ın varlığı her
baktığımız yerde güneş kadar aşikardır. Her olayda onun ışığını görürüz.
Dünyada işlerin yürüyüşünde maddenin üstünde bir etken olduğunu her insan ömrü boyunca
deneyimler. Etme bulma dünyası, şanslı kişi, yürü ya kulum demiş benzeri sözler
her dilde her toplumda yer bulan tecrübe eseri sözlerdir. Bir filimde bir
replik vardı. Biri diyor ki, Allah kesin var diğeri, neden? diyor. -Çünkü hep
onun dediği oluyor diye cevap veriyor.
Kur’an’da Allah işin hep bu
tarafına dikkat çekmiştir.
O, inananların imanlarını kat kat
artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin
orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Fetih 4)
İnsan bazen kalbine inen güven
duygusunu hisseder, bazen bazılarının işi hep yürür, bazılarının ki hep tökezler. Bunlar maddi
alemle izah edilecek şeyler değildir.
Deizm açısından bakanlar için çok
daha büyük açmazlar vardır.
Kainatın yaratıcısı her şeyin
sahibi mükemmel bir varlık olmalıdır. Adalet ve merhamet mükemmelliğin olmazsa
olmaz şartıdır. Söz konusu insanın algısı ise, buna itiraz edilemez. Çünkü
Allah bizi yaratmıştır ve biz bu duygu içerisindeyiz. Biz adalet ve merhamet
sahibi olmayan bir yaratıcıyı eksik görürüz. Bu Yaratıcı tarafından da bilinen
br durum olduğuna göre (insanın böyle düşündüğü) Allah neden kendini eksik
gören bir bilinç yaratsın? Bu hiçbir aklın kabul edeceği bir şey değildir.
Dünya, afetlerle malul ise bunun
bir sebebi olmalıdır, insan farklı kabiliyetlerde yaratılmış ise bu insanlar
bir yerde eşitlenmeli ve hesap görülmelidir. Aksini her şeyin sahibi Allah’a
isnat etmek Allah’ı inkar etmekten farksızdır. Allah’ı yok sayanın aklıyla derdi vardır, deistin
nefsiyle derdi vardır.
İnsanların her zaman bir tanrı
inancı edinme gayreti gösteriyor ki insan bu şekilde yaratılmıştır. Yaratanın
insanın bu vasfını bildiği halde ona doğru yolu göstermemesi de adalet ve
merhamet sahibi olan Allah için düşünülemez. Allah tuzak kurmaz, imtihan eder. İmtihanda önce öğretim vardır.
İnsanlık tarihine baktığımızda
bir din geleneğinin olduğunu görüyoruz. Bu gelenek, Allah’ın birliğini esas
alan ve peygamberler aracılığıyla emir
ve yasaklar içeren öğretiyi insanlara ulaştıran risalet silsilesini gösteriyor.
Bu risalet, art arda gelen sonrakilerin öncekileri tasdik ettiği ve yine bu
sistemin devam edeceğini bildiren öğretiyi tekrarlamıştır. Bu silsile Kur’an
ile son bulmuştur. Kur’an kendisinin son kitap olduğunu söylemiştir ve
gerçekten de bir daha aynı özellikleri taşıyan bir kitap gelmemiştir. Yahudiler
çok uyanık insanlar olduğununa dünya şahittir, Yahudiler bu risalet işini
kendileri uyduruyor olsaydı son yüzyıla kadar çektikleri eziyeti çekmezler yine
bir peygamber üretir onunla yeniden kendilerini kurtarırlardı. Netice de baktılar
risalet onlara gelmiyor seküler bir din icat ettiler (masonluk).
Bütün bu olaylar insanların gözü önünde
gerçekleşmiştir ve bunlar insanlığın ortak hafızasıdır. Akıl, bu kadar büyük
prodüksiyonun bir yalan üzerine kurulamayacağını anlar.