29 Mayıs 2018 Salı

Resulullah’ın Kur’an’ı tebliğ etmesi yanında, örnekliği, emir ve yasakları. (1. bölüm)




Resulullah’ın her sözü vahiy midir?
O kendi hevâ-hevesi ile konuşmaz.” (Necm 3)
Bu ayet delil getirilerek onun her söylediği vahiy olduğu savunulur. Durum öyle midir?
Resulullah tebliğine ilk başladığı dönemde müşrikler tarafından mecnun, kâhin, sihirbaz ve şair gibi sıfatlarla suçlandı. Bu durum ayetler ile de sabittir
'Onu peygamberin kendisi uydurdu' diyorlar, öyle mi? Hayır; O, senden önce peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir. Belki artık doğru yolu bulurlar.(Secde 3)
Yoksa “O Kur’an’ı kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır, iman etmiyorlar. (Tur 33)
Bunlara cevap olarak bu ayet indirilmiştir
“Arkadaşınız ne saptı ne de şaşırdı. O kendi hevâ-hevesi ile konuşmaz.” (Necm 53/3)
Resulullah’ın her sözünün vahiy kaynaklı olmadığını anlayacağımız ayetler var mı?
Enfal Suresi 67 ve 68. ayetler.
- Bu ayetler, Bedir Savaşı'nda alınan esirlerden fidye alınıp salıverilmelerinden sonra indirilmiş ve yapılan işin isabetsiz olduğu bildirilmiştir.
Tebük Seferine katılmamak için mazeret öne sürenlere Resulullah’ın izin vermesi üzerine inen
Tevbe Suresi, ayet 43 :
Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sence belli olmadan ve kimlerin yalancı olduğunu bilmeden niçin onlara izin verdin?"
Bu ayetler Resulullah’ın kendi ihtiyarıyla verdiği kararların vahiy kaynaklı olmadığını göstermektedir.
Resulullah birçok konuda ashabıyla istişare ederek karar vermiştir. Bunların bazıları isabetli olmadı Bedir savaşında esirleri salmak gibi, veya Uhud savaşını Resulullah Medine’de savunma savaşı yapma taraftarı iken ashabın ağırlıklı olarak kabul etmemesi üzerine Uhud savaşı yapıldı ve başarıya ulaşılamadı.
Hudeybiye anlaşması yapıldığında ashab yine Resulullah’ın kararına direndi ama bunun kesin karar olduğunu gördüklerinde itaat ettiler. Halbuki işi yavaştan alma şeklinde bir tavrı hiçbir ayet karşısında yapmadılar.
Bütün bunlar gösteriyor ki Resulullah her işi vahiy ile çözmüyordu.
Tabiki Resulullah lider olarak verdiği kararlar mutlak itaat gerektiriyordu bu her lider için geçerli bir durumdur.
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. (Nisa 59)
Örnek olarak Resulullah Hayber seferinde bir ihtiyaç üzerine eşek eti yemeyi yasakladı ki benzer yasakaları olmuştur ve bunların olması da doğaldır.
Bunun yanında Resulullah’ın Kur’an dışında verdiği emir ve yasaklar, ümmeti kıyamete kadar bağlayıcı hükümler midir?
Bu konuda eti yenen hayvanlar konusu iyi bir örnektir.
Kur’an’da yenmeyen tek hayvan domuz olarak geçmektedir. Fıkıhta pençeli kuşlar, azı dişi olan yırtıcı hayvanlar yanmesi yasak kapsamında sayılır. Peki Ehl-i Sünnet kapsamında sayılan mezhepler açısından durum böyle midir? Mezhepler bu işi çözebilmiş midir? Hayır o kadar farklı görüşler ortaya çıkmıştır ki bu fetvalardan Resulullah’ın kastı asla anlaşılamaz. Sadece şu anlaşılır Resulullah kıyamete kadar geçerli bir yasak koymamıştır koysaydı bunu ashab çok iyi anlardı. Eğer Resulullah’ın bu konuda bizi kıyamete kadar bağlayan emirleri vardır dersek malesef eti yenmeyen hayvanlar konusunda ipin ucu kaçmıştır. İslam’ın bu duruma düştüğüne inanmak çok büyük sorundur
Sırtlan ve çekirgenin yenmesinin caiz sayıldığı yerde hangi hayvan yenmez olabilir? Sırtlan ve tilki Şafii mezhebine göre yenir benzer farklı fetvalara kaynaklık eden bir sürü hadis vardır. Bu hadisleri toplayan Buluğu'l-Meram isimli İbn Hacer El Askalani’nin ahkam hadislerini topladığı kitap bu konudaki önemli eserlerdendir buradan bu konu incelenebilir.
Şu sayfada bu kitabın ilgili bölümü var
http://munekkit.blogspot.com.tr/…/bulugul-meram-eti-yenilen…
Resulullah’a uymak, itaat etmek onunla birlikte yaşayanlar için olmazsa olmaz bir durumdu bu çok anlaşılabilir bir durumdur aksi nasıl olabilir. O hem resul hem toplumun lideriydi verdiği karar kendi görüşü de olsa istişareyle aldığı karar da olsa bu yapılacak dediğinde buna itaat etmek dinin ve devletin gereği olmaktaydı.
Bu kararlar Kur’an temelli değilse bunlar Resulullah tarafından da kayıt altına alınmadığından bunların üzerinde bir ittifak sağlanması mümkün olamamıştır. Yukarıda bahsettiğimiz eti yenmeyen hayvanlar konusunda bu çok açık ortadarır.
Kur’an’ın açıklanması konusunda da benzer sıkıntılar vardır
Müzik konusunda Lokman 6 ‘nın tefsirinde İbn-i Abbas ve fakih sahabe Abdullah ibni Mesud r.a. bu ayetteki “Lehvel-hadis” hakkında : “Bir olan Allah'a yemin ederim ki şarkıdır, çalgıdır” rivayetleri üzerine müzik bütün mezheplerin çoğunluk görüşüne göre haram sayılmıştır halbuki daha sonraki alimler müziğin Kur’an’da haram kılınmadığı için caizliğine hükmetmiştir ve bugünkü fetva bu şekildedir.
Resulullah’ın örnek hayatı, ahlakı, mücadelesi bizim için mutlaka örnektir ve bir müminin özellikle de İslam konusunda anlayış geliştirmek isteyen okur-yazar her müslümanın bilmesi öğrenmesi gereken bir örnekliktir. Fakat Resulullah’ın kendisinin çeşitli gerekçelerle koyduğu yasakları Kur’an gibi kaydetmediğinin, yazdırmadığının anlamını gözden kaçırmamalıdır.
Kur’an’da açık bir hüküm karşısında rivayetlerle gelen tahsis etme veya istisna etme gibi bilgiler müzik örneğindeki gibi ihtiyatla karşılanmalıdır. Ashabın bir kısmı yazdıkları ayet sahifelerinin kenarlarına Resulullah’tan duydukları açıklamaları kaydetmişler fakat Kur’an Hz Ebu Bekir zamanında toplanırken bu açıklama yazılmış sahifeler de yakılmıştır.
Biz Resulullah’tan gelen rivayetlerden şunu anlıyoruz. Lider gerektiğinde bazı yasaklar ve kurallar getirebilir ki buna en iyi örnek Hz Ömer’dir.

Buluğul Meram «Eti Yenilen Ve Yenilmeyen Hayvanlar» bölümü


1344/1134- «Ebû Hüreyre radıyaltahü anh'dm Peygamber salîalla-hü aleyhi ve sellem'den duymuş olarak rivayet edildiğine göre, Resûlüllah sdüaUahü aleyhi ve seîlem:
— Azı dişi olan her yırtıcı hayvanın yenilmesi haramdır; buyurmuşlardır.»[266]

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Müslim bu hadîsi Ibni Abbas'dan cnehyettl» lâfzı ile tahrîc etmiştir. Ibnf Abbas : «ve pençesi ile avlanan her kuşu» ibaresini ziyâde eylemiştir.
Hadîs-i şerîf azı dişleri ile avlanan yırtıcı hayvan ve pençeleri ile avlanan yırtıcı kuş etlerinin yenilmesi haram olduğuna delildir.
Sebu : yırtıcı hayvan demektir, «en - Nihâye nâm eserde : «Azl dişi olan yırtıcıdan murâd aralan, kaplan, kurd ve emsali gibi avını kahren parçalayıp yiyen hayvanlardır.  deniliyor.
Ulemâ bu gibi hayvanların hangileri haram kılındığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmam-ı Â'sam Ebû Hantfe, Şafiî, Ahmed b. Han-bel ve Dâvud-u Zahirî bu hadisle amel etmişlerdir. Yalnız haram kılınan yartıcılann cinsini ta'yinde ihtilâf halindedirler. Ebu Hani-/e'ye göre etle beslenen ve aaa dis>olan her hayvan yırtıcıdır. Aralan, kaplan, pars, kurd, ayı, tilki, çakal, sırtlan, fil, maymun, yaban, faresi, yaban kedisi, gelincik, sansar, samur, sincap ve şâire gibi. Bu hayvanların haram kılınması insana Allah'ın bir ikramıdır. Çünkü, onları yemekle o hayvanların kötü hasletleri insana da geçer. Akar kanı olmayan, sinek, arı, akreb ve şâire sinek ve böcek nev'ileri ile yerin içinde yaşayan solucan ve yılanlar; fareler, kirpiler pis oldukları için yenmezler. Bunlardan yalnız çekirge müstesnadır. Nitekim az ileride görülecektir. Diğerlerini yemek haramdır. Şafüler'e güre insana saldıran arslan, kaplan, kurd gibi hayvanlar yırtıcıdır; sırtlan ve tilki gibileri yırtıcı sayılmazlar. Çünkü bu hayvanlar insana saldırmazlar. Ibni Abdüberr'in nakline göre ashâb-i kira m'dan İbnl Abbas, Alşe ve bir rivayete göre Ibnİ Ömer (R. anküm) Ue Şa'bî ve Saîd b. Cübeyr yırtıcı hayvanların yenilebileceğine kail olmuşlardır. Delilleri:
«[267] De ki: ben bana vaht olunan kuKân'da haram kılınmış bir şey bulamıyorum..» âyet-i kerîme'sidir. Onlara göre yenilmesi haram olan. şeyler mezkûr âyette zikredilmiştir. Zikredilmeyenleri yemek helâldir. Fakat bu âyetle istidlale ftfr&s edilmiş; onun Ebu Hüreyre hadisi ile neshedildiği ileri sürülmüştür. «Zâten âyet-i kerîme ondan önceki âyet-te sekiz çift hayvanın bazılarını haram i'tikâd eden küffâra bir red cevabı olmak üzere nazil olmuştur. Mânâ şudur : Asü sizin helâl dedikleriniz haram; haram telâkki ettikleriniz helâldir. Sizin yaptıklarınız* Allah'a iftiradır. Yenilmesi haram olan şeyler : lâşe, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah'tan başka bir mabud ismi ile kesilen hayvanlardır... Görülüyor ki, En'a m süresindeki âyetler: leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başka ma'bud adı ile kesilen hayvan etini helâl eden; şerîatia mubah kıldığı bir çok şeyleri haram sayan küffâr hakkındadır; ve onların hâlini beyân eder» diyorlar.
İmam Mâlik'e göre: Yırtıcı hayvanları yemek haram değil mekruhtur. Köpek hakkında ondan biri haram, diğeri mekruh olmak üzere iki kavil rivayet olunur. Bu kavillerden meşhur olanı haram olmasıdır.
Hanbelîler'in yırtıcı hayvanlar hakin d a ki kavli hemen hemen Ha-nefîler'in kavli gibidir.
Yırtıcı kuşlara gelince : Bu hususta babımızın hadîsinden maada tmam Tirmizî'nin Hr. Câbir (R.A.) ile Irbâd b. Sâriye (R.A.)'âan ı^hrîc ettiği hadîs de vardır. Mezkûr hadîsde bu tahrimin Hayber gazasında vuku' bulduğu zikredilmektedir.
Kamus'da.: «mihleb yırtıcı hayvan ve kuşların tırnağı; yâhud (mihleb) avlanan kuşun tırnağı; (zufr) da avlanmayanm tırnağıdır» deniliyor.
Hansffler, Şâfiîler, Hanbeİîler, Zahirîler ve cumhur-u ulemâ yırtıcı kuşların yenilmesinin haram olduğuna kaildirler. Hanbcîîler'in «Delilü't - talib» adlı fıkıh kitabında şöyle deniliyor: «kuşlardan haram olanlar: kartal, atmaca, şahin gibi avını pençesi ile yakalayanlardır.» Hanefîler'le Şâfiîler'in kitapları dahî buna benzer îzâhât vermektedir.
imam Malik'e göre : Yırtıcı kuşların dahî yenilmesi haram değil, mekruhtur. Hattâ «nesir» denilen kartal onlara göre yırtıcı değilse de yenilmesi doğru değildir; çünkü pis bir hayvandır.
Şâfiiler'e göre: Öldürülmesi mendub olan yılan, akreb, alaca karga, çaylak, fare ve zararı dokunan her yırtıcı haramdır. Delilleri:
«Beş nev'i fâsık (hayvan) vardır; bunlar hılde ve haremde Öldürülürler...» hadîs-i şerîfi'dir. Bu hadîs «hacc bahsi» nde geçmişti. Aklî delilleri ise adı r"eçen hayvanların şer'an ve tab'an pis sayılmalarıdır.
Hanefiler'e göre : Akbaba, karga, keler[268], kaplumbağa ve emsalini yemek mekruh; tohum kargası, saksağan, güvercin, kaz, ördek, tavuk, bıldırcın, keklik, sığırcık, çulluk, bülbül ve şâir kuşları yemek helâldir. Deniz hayvanlarından ise yalnız balık helâldir. Sair deniz hayvanları habâisten me'dudtur. Bunlara kurbağa bile dâhildir.
Malikiler'e göre : Haşerat ite bilumurn deniz hayvanlarını yemek mubahtır; Elverir ki, yiyenin tabiatı kabul etsin ve kendisine bir zararı dokunmasın. Deniz hayvanları hakkında Şâfiiler de Mâllkller'le beraberdir. Şâir 'fiayvanların hükmü ygri geldikçe görülecektir.[269]

1345/1135- «Cabir radıydtlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: ResûlüHah salîallahü aleyhi ve sellem Hay ter gazasında ehl eşeklerin etlerini yasak etti; at etleri (nl yemek) İçin de İzin verdi.»[270]

Hadîs müttefekun aleyh'dir. Buhârt'nin (Câbîr'den) bir rivayetinde (fzîn verdi yerine), «ruhsat verdi» denilmiştir.
Bu hadîsin bir çok rivayetleri olup bazılarında: Resulü Hah (S.A.V.)'-in o gün, tencereleri ehlî eşek etleri ile kaynarken görerek derhal bunların dökülmesini emrettiği; ve :                                
— Bu hayvanların etlerinden bîr şey yemeyin;  buyurduğu zikrediliyor. Diğer rivayetlerinde :                                
— Çünkü bu hayvanlar ricstîr; yâhud «necistir» buyurduğu görülüyor. Hattâ bir rivâyetde :
— Çünkü bunlar, şeytan İşi rİcs şeylerdir» buyurmuştur. Rics dahî necis demektir. Hadîs-i şerifte İki mesele vardır:
1— Bu hadîs, mantuku ile ehli eşeklerin yenilmesi haram olduğuna delâlet eder. Zîrâ nehyin aslı tahrim içindir. Nitekim Sahâbe-İ kî-râm ile Tabiîn hazerâtı'nın cumhuru ve onlardan sonraki ulemâ ehli eşek etlerinin haram olduğuna kaildirler. Yalnız Ibni Abbas (R. A.)'ın:. «haram değildir» dediği rivayet edilmişse de bu sözünden döndüğü sabit olmuştur. Hanefîler'den Kemal b. Bümam (788—861)'m %Fethü’l-Kadir» nâm eserinde beyânına göre: üç şey vardır ki bunların iki defa neshedildiği söylenir. Bunlar: Nikâh-ı müt'a, ehli eşek etlerinin yenilmesi ve namazda Beyt-i Makdis'e dönmektir. Hx. Âişe (R. Anka) ile İmam Mâhk'âen ehli eşeklerin yenilmesi hususunda: haram, mekruh ve mubah olmak üzere üç Ijavil rivayet edilmiştir .
Bazıları: cehil eşeklerin yenilmesi binek hayvanları azalacağı için yasak edilmiştir» derler; ve iddialarını, Hx. Ibnt Abbas (R.A.)'ın bu bâbtaki bir bözü üe isbât etmek isterlerse de onların bu iddialarını Muhammedb. 8'ırîn'in H. Enes b. Malik (R.A.) 'dan rivayet ettiği şu hadis reddeder :
Enes demiştir ki: ResûliilJah (S.A.V.) Hayberl fethettiği zaman biz oradan çıkan bir fakım eşekler ele geçirdik; ve bunları keserek (etlerinden yemek) pişirdik. Derken Resûlülfah (S.A.V.)'in kâhyası nida ederek :
— Gerçekten Allah ve Resulü sizi bu hayvanların etlerini yemek-den nehyedfyorlar. Çünkü bunlar murdardır, şeytan işidir; dedi. Bunun üzerine tencereler döküldü.»
Vakıa Peygamber (S.A.V.) in bazı zevata ehli eşeklerin etlerini yemek için müsaade ettiğine dair rivayetler varsa da bu rivayetler sa-hîh değildir. Binâenaleyh buradaki sahîh hadislere muâraza edemezler.
2— Hadîs-i Şerif, atların yenilebileceğine delâlet ediyor, imam Şafiî ile Hanefller'den İmam Ebu Yusuf ve İmam, Muhammed'in İmam Ahmed b. Hanbel ve Cumhur-u ulemânın mezhebleri budur. Onlar bu manâda daha başka hadîslerle de istidlal ederler. Meselâ tbni EH Şeybe Şeyheyn'nin, şartları üzere, Atâ'd&nşu hadîsi tahrîc etmiştir.              
«Atâ, tbni Cüreyc'e:
— Senin selefin onu yerlerdi; demiş, tbni Cüreyc diyor ki: kendisine:
— Ashâb-ı Resûlütah mı? diye sordum:
— Evet; dedi.
İleride görülecek Esma hadîsinde Peygamber (S.A.V.) zamanında at keserek yediklerinden bahsolunacaktır.
îmam-ı A'zam Ebu Hanîfe ile İmam Mâlik'e ve diğer bir takım ulemâ'ya göre at etinin haram olduğu rivayet olunursa da mutemed rivayete göre at eti yemek İmam A'zam'a göre kerâhet-i tenzihiyye ile mekruhtur, imam Mâlik'ten rivayet olunan meşhur kavle göre haramdır. Fakat mübâh olduğu da rivayet edilmiştir. Ebu, Hanîfe ile Mâlik'in delilleri Hâlld b. Veltd hadisidir. Bu hadîsde şöyle deniliyor:
ResûIüllah (S.A.V.) at katır, eşek,'etlerinden ve azı dtşl bulunan her yırtıcı hayvanın etinden nehyettl.» Bir rivâyetde: «Hayber gazasında» deniliyor. Fakat mezkûr hadîsi Buhâri, Beyhakî, İmam Ahmed b. Hanbel ve Dâre Kutnî gibi hadîs imamları zaîf bulmuşalrdır. İmam-ı A'zamta bir delili de ayni mânâdaki MIkdâm hadîsidir. Ebû Hanife ile Malik :
 [271] Atları, katırları ve eşekleri onlara binmeniz ve zlnet ofmak tçln yarattı» âyet-i kerîmesîle-de'îstidlâl ederler. Bu âyetle bir kaç şekilde istidlal edilmiştir.          
1— Âyetteki «Binmeniz: ve zlnet olmak tçfn» cümlesi illet-i mahsusadır. Ület-i mahsusa ise hasr-u kasır ifâde eder. Şu halde yerresi mubahtır demek hilâf-ı zahir bir mânâ olur.
2— Âyet-i kerîme'de katırlarla eşekleri atların üzerine atfetmek, hükümde müşterek olduklarını gösterir.    Bilhassa burada olduğu gibi müfredatın atfında bu hüküm ittifakıdır. Binâenaleyh katır ve eşeklerin etleri yenmediği gibi atların etleri de yenmez. Bunlara başka başka hükümler verenler delîl göstermeye muhtaçtırlar.
3— Bu âyet imtinan[272] için nazil olmuştur. Şâyed atların etleri yenilse, onunla daha imtinan etmek lâzım gelirdi.    Çünkü yemek vücudun bakasına mütelİliktir. Hakim olan Atlah Teâlâ imtinan için a'lâyı bırakıp ednâyı almaz. Bahusus bu âyetin üst tarafında, yemekle imtinan buyurmuştu^'
4— Atların yenilmesi mubah olsa kendisîle imtinan olunan binme ve zînet menfaati kalmaz; çünkü cinsleri tükenirdi. Bu tevcihlere bazı muhalifler tarafında cevap verilmeye çalışılmış ve icmâlen şöyle denilmiştir: «İstidlal ettiğiniz sûre-i Nahl âyeti bilittifak Mekke'de nazil olmuştur. Atların yenmesine ise hicretten altı sene sonra izin verilmiştir..»
Fakat İmam-ı A'zam tarafından bu cevabın da cevabı verilmiş ve;. «hadîsler tearuz edince muharrim yani at etini haram kılan hadîs tercih edilir» denilmiştir.
Ebû fîani/e'nin aklî deliline gelince: Katır eti haram olunca onu doğuran atın eti evleviyetle haram olmak îcâbeder. Çünkü yavrunun yenmesi annesine göredir. Bundan dolayıdır ki yaban eşeğinin eti helâl olduğu halde anası ehlî babası yabanî eşek olan yavrunun eti yenmez. Bir de atın yenmemesi onun kıymetindendir. Zîrâ harp âletidir. Yenilmesi mubah kıkmrsa cihâd âleti azaltılmış olur.[273]

1347/1136- «İbni Ebî Evfa radıyaüahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ye seilem t!e birlikte yedi gaza yaptık; (bunlarda hep) çekirge yiyorduk.[274]

Hadîs müttefekun aleyh'tir.
Bu hadîs çekirge yemenin helâl olduğuna delildir. Nevevî (631 — 676) bu bâbta iemâ' olduğunu söyler. îbni Mâce'nin. Hi. Enes (B.A.)'den tahrîc ettiği bir hadîsden anlaşıldığına göre Peygamber (S.A.V.)'in zevceleri tabaklar içinde birbirlerine çekirge hediye ederlermiş. Yalnız tbnül - A'rabl «Tirmizi şerhi» nde Endülüs çekirge-sünitı yenmediğini zîra tamamîle zarar verdiğini söylemiştir.
ResûlüUah (S.A.V.)'in çekirge yeyip yemediği ihtilaflıdır.Bâbım hadîsi, yemiş olması ihtimalinden öteye geçmiyorsa da Buhârî'nin bir rivayetinde
«Onunla birlikte çek'rge yiyorduk» denilmektedir. Maamâfîh  bu ifâde dahî onun yediği hakkında nass değildir. Çünkü «Biz yiyorduk» mânasına gelebilir; ve Resûîülah (S.A.V.) ile beraber bulunmuş olmayı te'kid için söylemiş olabilir. Bazıları: «yeni bir hükmü te'sis başka bir hükmü te'kidden evlâdır» diyerek Resûlüllah (S.A.V.)'in eshâbîle birlik-de yemiş olması ihtimalini daha kabule şayan görüyorlar. Ebu Nuaym-'m tahrîc ettiği bir ziyâdede : «O da bizimle beraber yiyordu» denilmiştir, ki bu ziyâde yediğini tercih edenlere delil olabilir. Vakıa Ebu Davud'un Süleyman'dan tahrîc ettiği bir hâdîsde: ResûlüIJah (S.A.V.)-'e çekirgenin hükmü soruldukda :
«Onw ne yerim; ne de haram kılarım» buyurdukları rivayet olunmuşsa da bu hadîsi Münzirî (— 656) mürsel olmakla il-îetlencliraıiştir. îbni Adiyy'in keler hakkında aynı lâfızlarla tahrîc ettiği İbni Ömer hadîsi de öyledir.
Maamâfîh cumhuru ulemâ'ya göre çekirge sebebsiz ölmüş olsa bile yenir. Çünkü yenileceği hakkında:
«Bize iki ölü ve iki kan hefâ! kılındı: balık ile çekirge VO kara ciğerle dalak» hadîsi vârid olmuştur. Mezkûr hadîsi îmcmı Ahmed b. Hanbel ile Dâre Kutnî Ömer (R. A.J'âan merfu' olarak tahrîc etmişlerdir. Bu hadîs hakkında Dâre Kutnî: «mevkuf oî-maşı esahdır» demiş, Beyhâkî dahî mevkuf olduğunu tercih etmiş; fakat onun msrfu' hükmünde olduğunu söylemiştir. Mâlİkîler'e göre yenilebilmesi için çekirgenin bîr sebsble ölmesi şarttır.
Çekirgenin deniz avımı yoksa kara avımı olduğu dahî   ihtilaflıdır. Deniz avı sayılacağına dâir iki zaîf hadîs vârîd olmuştur. Sahâbe-î kf--râm'ın bazılarından çekirge sebebi ile ihramlı hacılara ceza lâzım geleceği rivayet olunduğuna bakılırsa onlara göre kara avı sayılacağı anlaşılır. Esasen çekirge kara hayvanıdır.[275]

1348/1137- «Brses radıyaltahü anh'âtn tavşan kıssası hakkında rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Ebu Talha onu keserek budunu RtsûlüllaîsaUallahü aleyhi ve sellem 'e gönderdi. Peygamber sallahü aleyhi ve seÜem onu kabul efti.[276]

Hadîs mütiefekun aleyh'tir.
Bu kıssada Hz. Enes (B.A.). 'in şöyle dediği rivayet olunuyor: cBİz Merru's Zahranda iken bir tavşan kaldırdık. Kavim onu tutmak için koştu ve yoruldular. Nihayet onu ben futtum ve Ebû Talhaya getirdim. O da onun bîr budunu yahud uyluğunu ResiHûHah sallaUahü aleyhi ve seUem'e gönderdi. Peygamber saUallahü alehyi ve seUem onu kabul buyurdu Sar» Bu hadîs Resûlüllah (S.A.V.) 'in o tavşanın etinden yediğine delâlet etmiyorsa da Buhâri'de râvî Hişâm b. Yezîd'in Enes'e:
«— Peygamber (S.A.V.) ondan yedi mi?' dedim:
— Ondan yedî; dedi. Sonra onu kabul ettiğini söyledi» dediği rivayet olmuştur.              
Tavşan etinin yenileceğine icmâ-ı ümmet vardır. Yalnız Hz. Abdullah b. Ömer (B. A.) ile İkrime ve tbni Bbî Leyla'ya göre mekruhtur. Delilleri: Bbu Dâvud ile BeyhdkVidn tahrîc ettikleri İbni Ömer (B.A.) hadîsidir. Bu hadîse göre: Peygamber (S.A.V.) 'e tavşan eti getirilmiş fakat ondan ne yemiş ne de yasak etmiştir.
Hz. İbni Ömer (R.A.) tavşanın hayz gördüğüne kaanîdir. Beyhakî buna benzer bir rivayeti Hz. Ömber'le Ammâr (R.Anhümâ) 'dan tahrîc etmiştir. O rivayete göre Peygaber (S.A.V.) tavşan etinin yenilmesini emretmiş; lâkin kendisi yememiştir. Ancak yememesi mskruh olduğuna delâlet etmez.
Fâide : Demin «Bayatü'l - Hayvan» nâm eserinde hayız gören hayvanların kadın, sırtlan, yarasa ve tavşan olduğunu; söyler. Köpeğin dahî hayız gördüğünü söylerler.[277]

1349/1138- «İbni Abbas radıyallahü anhümâ'dan nvâyet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlülfah saUattaJıü aleyhi ve sellem hayvanlardan dördünün (yani): karınca, baf arısı, hüdhüd ve surad [278]' ın öldürülmesini yasak etti.»[279]              

Hadîsi Ahrrted ve Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. fbnİ Hİbbân onu sahîhlemiştir.     
Beyhakî: «Bu hadîsin ricali sahîh kitaplar ricalidir. Bu bâbda vârid olan en kuvvetli hadîs budur» diyor.
Sur a d: Ahterî'ye göre göcgân dedikleri kuştur; kî karnı ak, arkası yeşil olur. Bu kuş «vak vak» diye öttüğü için bazıları ona «vaki» bazıları «vak» demişlerdir. Küçük kuşları avlamakla geçinir; kendisi ile teşe'üm olunurmuş.
Hadîs-i şerîf, mezkûr hayvanların öldürülmesinin haram olduğuna delilidir. Bundan onların yenilmesinin de haram olduğu anlaşılır. Çünkü etleri yenilse öldürülmeleri-yasak edilmezdi. Cumhur-u ulemâ'nin mezhebi budur. Öldürülemeyecek hayvanların her biri hakkında- hilaf varsa da karınca hakkında ittifak edilmiştir.[280]

1350/1139- «[281] İbni Ebî Ammâr radıyaUdhü anh'öan rlvâyel olunmuştur. Demiştir kî: Câbîre:      
—  Sırtlan avmıdır? dedim;
—  Evet; dedi.»[282]

Bu hadîsi Ahıfiedile Dört'Ier rivayet etmiştir. Bubâri ile İbni Hîb-bân onu sahîhiemişlerdir.
İbni Abdilberr bu hadîsin ma'lûl olduğunu söylemişse de vehmetmiştir. Beyhdkî: «Şüphesiz ki bu   hadîs sahihtir» demiştir.
Hadîs-i şerîf sırtlanın yenilmesi helâl bir hayvan olduğuna delildir. ŞâfiVnin mezhebi budur. Şu halde sırtlanın hükmü yırtıcı hayvanların hükmünden tahsis edilmiş oluyor. Ebu Dâvud'vm Hz. Câbir (R.A.) 'dan merfu' olarak tahric ettiği bir hadîsde sırtlanın av olduğu ve yenilebileceği tasrih edilmiştir. Hadîs «Sırtlan avchr. Onu ihrâmh (hacı) yakalarsa yaşlı bir koç (kesmesi) îcâbeder; ve sırtlan yenir» Bu hadîsi Hâkim dahî tahrîc etmiş ve: «İsnadı sahihtir» demiştir, imam Şafiî diyor iri: «Hiç bir İnkâr vâki' olmaksızın halk onu   yemeye ve Safa ile Merve arasında satmaya devam ede gelmiştir.
Hanefîler'le diğer bazı ulemâ'ya göre sırtlanı yemek haramdır. Delilleri bilumum yırtıcı hayvanların yenilmesini haram kılan hadîstir. Nitekim babımızın ilk hadîsinde görmüştük. Hanefîler Tirmizî'nin tah-rîc ettiği Huıeyrm hadîsi İle de istidlal ederler. Mezkûr hadîsde Resû-tüllah (S.A.V.) :
«Sırtların bir kimse yer mi hiç?» buyurmuşlardır .Ancak hadîsin isnadında Abdiilkerîm Ebu Ümeyye vardır ki, zât zaîftir.[283]

1351/1140- «İbnî Ömer radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre kendisine kirpinin hükmü sorulunca (De ki: ben bana vahyolu-nan Kur'ânda haram kılınmış bir şey bulamıyorum) âyetini okumuş. Derken yanında bulunan bir ihtiyar:
— Ben Ebu Hüreyre'den: Peygamber sdllallahü aleyhi ve seîlem'ln yanında kirpinin sözü geçti de:
— O  habâisien bir  habistir;  buyurdu, derken    işitîim;  demiş. Bunun üzerine İbni Ömer:
— Eğer bunu Rcsûlültah sdllaîlhü aleyhi ve seUem söyledi İse (hüküm) onun buyurduğu gibidir; demiştir.»[284]

Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud tahrîc etmişlerdir. İsnadı zâîftir.
Zaifiiğine sebeb hadîs'de zikri geçen ihtiyardır. Hattâbî : «Bu hadîsin îsnâdı bir şey değil» demiştir. Hadîsin bir çok tarîkleri var^ sa da Beyhdkl: «Bu hâdiş ancak zaif yollardan gelmiştir» demiştir.
Hanefîler'le Hanbelîler'e ve diğer bazı ulemâ'ya göre kirpi yemek haramdır. Çünkü onun habâisden olduğu hadîsle sabittir. îbni Ehî Leylâ, helâl olduğuna kaildir. Mes'ele ulemâ arasmda ihtilaflıdır.[285]

1352/1141- «İbni Ömer radıyallahü anhümâ'ûan rivayet olunmuştur. Demiştir kî, ResûlülSah sallallahü aleyhi ve seTtem pislik yiyen develer (i yemek) den ve sütlerin (i içmek) den nehyetti.»[286]

Eu hadîsi Nesaî müstesna DÖrt'ler tahrîc etmişlerdir. Tİrmizî onu hasen bulmuştur.
Hadîsin benzerini Hâkim, Dâre Kutnî ve Beyhakî, Abdullah b. Amr b. Âs'dan rivayet etmişlerdir. O hadîsde:
«Kırk gün yemleninceye kadar» ziyâdesi de vardır. Ayni hadîsi Ebv, Dâvud, İmam Ahmed b. Hanbel, Nesaî ve Hâkim, Amr l'bni Şua.yb'ten o da babasından o da dedesinden işitmiş olmak üzere 'gır lâfızlarla rivayet etmişlerdir.
«Ehli eşeklerin etlerinden, pislik yiyen deyeierden ve onlara bîn mekdcn nchyeiti.» Ebu Davud'un rivayetinde:
«Onlara binmskden ve sütlerini İçmekten» ifâdesi vardır.
Cellâle: Deve, sığır, koyun ve tavukların pislik yiyenlerine verilen isimdir.   
Hâdîs-i şerif pislik yiyen hayvanın etîle sütünün hattâ binilmesinin haram olduğunu gösteriyor. îbni Hazm-i Zahirî Arafât'da ceîîâîe hayvan üzerinde vakfe yapan bir kimsenin haccı sahîh olmadığına cezmen hükmetmiştir. Hadîsin zahiri, pisliği yemekle hayvanın hemen ceîîâîe olacağına delâlet ediyorsa da îmam Nevevî : hayvanın yemine pislik galebe çalmadıkça cellâle olmayacağını; söylemiştir. Şu halde arada sirade pislikten bîr şey almakla cellâle olmaz. Bazıları koku ve pisliği nazar-ı itibara almışlardır. Nevevî buna cezmen kail olmuştur. Hattâbî diyor ki: «Cellâle hayvanı yemeyi İmam Ahmed, Haneftler ve Şâfü mekruh saymışlardır. Bunlar çel-lâlenin birkaç gün hapsedilmeden yenifemiyeceğine kaildirler.»
Hapis müddeti bir hadîse göre 40 gündür, ibnî Ömer (R.A.) tavuğu üç gün hapsedermiş.
İmam Mâlik cellâleyi hapsetmeden yemekde beis görmemiştir. Sevrî ile İmam Ahmed b. HanbeVden bir rivayete göre ise haramdır.
«Mekruhtur» diyenler : «Bu bâbtaki nehî, etin değişmesinden-dir. Bu ise haram olmasını icâbetmez. Zîrâ kesilen hayvanın eti ku-' rursa yenilir» derler. Cellâle hayvanlardan tavuğu kesmezden evvel üç gün, koyunun yedi gün, sığırla deveyi on dört gün hapsetmek mendupdur. Mâlik'e göre buna lüzum yoktur.[287]

1353/1142- «Ebû Kata de radıyalîahü cm/ı'dan yaban eşeği kıssasında: Peygamber sallaUahü aleyhi ve selîem ondan yedi; dediği rivayet olunmuştur.»[288]

Hadîs mü t tefekun aleyh'dir.
Hz. Ebu Kata de (R. A J'ın Peygamber (S.A.V.)'e hediye ettiği yaban eşeği kıssası «Hacc bahsi» nde geçmişti. Bu hadîsde onun yenilmesinin helâl olduğuna delâlet vardır. Mesele ittifâkîdir. Maamâfih, yaban eşeği ehlîleştirilirse ehli eşek hükmüne girer.[289]

1354/1143- «Esma binli Ebî Bekir radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur : Resul ül I ah saUdllahü aleyhi ve seUem devrinde bîr at kesdik ve yedik; demiştir.»[290]

Hadîs müttefekun aleyh'tir.Hadîsin bir rivayetinde;                                    
«Bİz   Medine'de İken» kaydı vardır. Dâre Kutnî'nm rivayetinde;
«Onu bîz ve Peygamber (S.A.V.) 'in chl-İ beyti beraberce yedik.»
denilmiştir. Bu.hadîs at etinin helâl olduğuna delildir. Çünkü zahire göre Peygamber (S.A.V.) 'in bu işi-takrîr buyurduğu anlaşılıyor. Hadîsin bir rivayetinde: «Ehli heyt-İ ResûHHâh» denilmesi de bunu gösteriyor. Keza hadîsin buradaki rivayetinde «nahreyledik» diğer rivayetinde tczebhettik» ta'birleri kullanılmıştır. Nahır: deveyi göğüsten boğazlamaktır. Zebîh: hayvanın çenesiiiin altındaki damarlarını kesmektir. At için bunların ikisi birden zikredildiğine bakarak bazıları: «hahır'la zebih ayni mânâyadır» demişlerdir. Diğer bazı ulemâ ise bu iki kelimenin mecazen birbirinin yerine kullanıldığına zâhib olmuşlardır. İbnü't Tîn diyor ki: «Esas i'tibârîle deve nahredilir. Şâir hayvanlar ise zebholunurlar».
Deveyi nahır yerine zebih, diğer hayvanları da zebih yerine nah-retmenin hükmü ihtilaflıdır. Cumhur-u ulemâ'ya göre caizdir. Mâll-kîler'den bazısına göre caiz değildir.
«Bİz Medine'de iken» ifâdesi: «at yemek cihâd farz olmazdan önce meşru' idi: cihâd farzoldukdan sonra onu yemek haram olmuştur.» diyenlerin sözünü reddetmektedir. Çünkü cihâd Medine'ye varır varmaz farzolmuştur.[291]                                                             

1355/1144- «Ibni Abbâs radıyattahü anhümâ'âan rivayet olunmuştur. Resûlüllah sallaUahü aleyhi ve seîlem'ın sofrasında  keler[292]   yenîldl; demiştir.[293]

Hadîs müttefekun ateyb'tir.                                      
Bu hadîs keler yemenin helâl olduğuna delildir. Cumhur-u ulemâ'-mn kavli de budur. Kaadi îyaz (476—544) bazı ulemâ ya göre haram, Hanefîler'e göre mekruh olduğunu nakletmiştir. Fakat îmam Nevevî: «Bunun hiç bîr kimseden sahih olarak rivayet edildiğini zannetmiyorum. Edilse bite nass ve daha önceden mün'akid icmâ'la merdüd-tür.» demiştir.
Haram olduğunu söyleyenler, Ebtı Dâvûd'vaı tahrîc ettiği şu hadisle istidlal ederler:                                           
«Gerçekten Peygamber (S.A.V.) keleri yemekten nehyettî.» Lâkin hadîsin isnadında îsmaü b. Ayyaş vardır. Bu zâtın Şamîılar'dan rivayet ettiği hadîsler kuvvetlidir. Binâenaleyh Hattâbi'nin onun hadîsi hakkında: «isnadı birşey değildir» demesi ile îbni Hazm'm: «Bu hadîsin isnadında zaîf ve meçhul râvîler vardır.» şeklindeki mütâlâası ve keza Beyhakî'nin: «İsmail b. Ayyaş hüccet değildir.» sözü. tam bir isabet sayılmaz. Çünkü İsmail b. Ayyaş bu hadîsi Şamdlar'-dan rivayet etmiştir. Şu kadar var ki: «Nehyin aslı her ne kadar tahrîm için olsa da Müslim'in tahrîc ettiği:
«Onu yeyîn, zira helâldir; lâkin o benim yiyeceğim şeylerden değildir.» hadîsi bu tahrimi kerahete tebdil etmiştir.» deniliyor.
«Keler yemek haramdır» diyenlerin bir delili de Ebû Davud'un Abdurrahman b. Hasene'âen. tahrîc ettiği şu hadîsdir:
«Ashab keler pişirmîşler. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.):
— Şu muhakkak ki, Beni israîlden bir ümmet yerde debeleyen 'tayvan şekline tebdil edilmiştir/Ben onun bu hayvan  olmasından   korkarım;   binâenaleyh   onu   atın; buyurmuştur.» bu hadîsi İmam Ahmed b. Hanbel tahrîc etmiştir. îbni Hibbân ile Tahâvî onu sahîhlemislerdir. Senedi Şeyheyn'in şartları üzerinedir. Mezkûr hadîsle istidlale de söyle cevap verilmiştir. «İhtimal Peygamber (S.A.V.)'in bu hayvanın tebdil edilmiş bir ümmet olmasından endişe etmesi, tebdil edilen ümmetin nesil bırakmayacağı kendisine bildirilmezden Önce vâki' olmuştur. Zîra tebdil edilen ümmetin nesil bırakmayacağı Tahâvî'rtin Hz. İbni Mes'ud (R. A J'dan tahrîc ettiği şu hadîsle sabittir.
İbnî Mesûd şöyle demiştin Rcsûlüilah (S.A.V.) 'e maymunlarla domuzların, şeklî tebdil edilen insanlardan olup olmadığı soruldu. Buyurdular ki:
— Allah hjç bir kavrni helak etmemiştir, yahûd hayvan şekline tebdil etmemiştir ki onlara nesil ve sülâle halketsin.» Hadîsin aslı Müslim'dedir. İbnül - Arabi, bu'hadîse muttali' olamamış; ve «Hayvan kılığına tebdil edilen kavmin nesli olmaz; sözü bir iddiadır. Böyle şeyler akılla bilinmez. Onları bilmenin yolu nakildir. Bu bâbta i'timâda şayan bir şey yoktur.» demiştir,
«Keler'i yemek haramdır» diyenlere şöyle de cevap verilmiştir. «Kelerin insandan dönme bir hayvan oladuğunu kabul etsek bile bu onun yenilmemesini iktizâ etmez. Çünkü, sureti tebdil edilmekle ondan insan hükmü kaldırılmıştır. Resûlüllah (S.A.V.) 'in yememesi bu hayvan Allah'ın hışmına uğradığı içindir. Nitekim Resûlüllah (S.A.V.) Se-mûd kavminin sularından da içmezlerdi.
Buraya kadar verilen izahattan anlaşılır ki, keleri yemek caiz, fakat Peygamber (S.A.V.) onu kerih görmüştür.[294]

1356/1145- «[295] Abdurrahman b. Osman el-Kureşî radıyallahü arih'-dan rivayet olunduğuna göre hekimin bîri Resûlü'lah salldllakü aleyhi ve sellem'e kurbağayı ilâca katmanın hükmünü sormuş; bunun üzerine Peygamber sallallahii aleyhi ve selîem onu öldürmeyi yasak etmiştir.»[296]

Bu hadîsi Ahmed tahrîc etmiştir. Hâkim onu sahîh bulmuş; Ebu Dâvud ile Nesaî dahî tahrîc etmişlerdir.
Onların rivayetlerinde az çok lâfız farkı vardır. Beyhakî: Bu hadîs, kurbağayı öldürmekden nehî hususunda vârid olan" hadîslerin en kuvvetlisidir.» demiştir. Yine Beyhakî, Hz. İbni Ömer (İC.A.) dan şu hadîsi tahrîc etmiş ve isnadı için «sahih» demiştir:
«Kurbağaları öldürmeyin; çünkü onların vakvakass tesbîhdir. Yarasayı da Öldürmeyin; zîrâ Beyt-i Makdis. harap edildiği zaman yarasa: YâRâb! beni denize musallat kıl da şunları boğayım; demiştir» Beyhâkî, Hz. Enes (R.A.} dan da şu hadîsi rivayet etmiştir:
«Kurbağları öldürmeyin; çünkü onlar ağızlarına su doldurarak ibrahim'in ateşine varmışlardır. Bu suyu ateşin üzerine serpiyorlardı.»
Gerek babımızın hadîsi, gerekse diğerleri kurbağa öldürmenin haram olduğuna delâlet etmektedirler. Öldürülmesi haram olunca bundaa yenmesinin de haram olduğu anlaşılmıştır. Zîrâ yenilmesi helâl olsa Öldürülmesi yasak edilmezdi. Buna benzer bir istidlal yukarıda da geçmişti.[297]

18 Mayıs 2018 Cuma

Sürüngen Beyin, Gelenekçilik, İslam’da Kaynak Tartışması, Müslümanların Akılcılık Fobisi


Bugün müslümanlar arasında yaşanmakta olan dinin kaynakları konusundaki tartışma, Kur’an ve Hadis tartışması mıdır, yoksa insanlık tarihi kadar eski olan ‘’toplumsal aklın’’ geleneksel ''değişime direnme'' sancıları mıdır?
İnsan düşünen, değişen, gelişen bir varlıktır. Fakat toplum bazında bu değişim insanın bireysel gelişimi kadar kolay olmuyor. Toplumu oluşturan bireylerin tek tek zeka-akletme düzeyi yüksek olduğu halde genellikle toplumsal zeka-akıl bunun altında seyredebilmektedir. Çünkü toplumun korkuları, alışkanlıkları vardır ve bunları toplumun bir kısmı terk etmeyerek diğerlerine direnç gösterdiği için değişim sancılı olmaktadır. Bu çatışma aslında insan beyninde de yaşanmaktadır.
Beyin üç katmandan oluşuyor.
Sürüngen beyin; Bağımlılık ya da alışkanlık gibi otomatik şeyleri yönetir. Sabırsızdır, tepkileri koşullanma temellidir, korkularına, alışkanlıklarına bağımlıdır. Bir şey güvenli, zevkliyse devam etmek ister, tehlike, sıkıntı veriyorsa yapmaktan kaçınmak ister.
Duygusal beyin; Koşullanmada sürüngen beyin ile birlikte çalışır. Duygular ve hafıza buradadır. Bilinçaltı buradan etkilerini sürdürür.
Sürüngen beyin ve duygusal beyin birlikte eski beyini oluşturur. Eski beyin inatçıdır, değişmesi zaman alır
Yeni beyin (Prefrontal korteks); Plan yapmayı, hazzı ertelemeyi, gelecek kararları almayı sağlayan kısım.
Beyin, stres altında , korku durumlarında daha çok eski beynin(sürüngen ve duygusal beyin) kontrolüne geçer. Çünkü eski beyin hızlı komut verir ve güvenliği önceler.
İnsanın değişime kapalı olmasını, gelenekçilikte ısrar etmesini anlamak isteyenlerin beynin bu çalışma sistemini incelemelerini tavsiye ederim.
Tutucu olma konusunda toplumsal akıl, bu sistem yüzünden en az iki kat daha değişime karşı zorluk yaşamak durumunda oluyor. Birincisi bireysel beyinde vaki olan engellemeler ikincisi bireylerin kendi engellerini aştıktan sonra diğer bireylerin engellemelerini de aşmak zorunda kalması.
Bu yüzden toplumsal akıl daha çok eski beynin etki alanında kalır. Eski beyin denen kısmın tepkileri, toplumun değişime direnmesine, korku durumlarında savunma geliştirmesine çok benzer. Gelişme için risk alma, planlama yapma korteksin işidir ama toplumda bu korteksi temsil eden insanların tepki görmesi, dışlanması, tehdit olarak algılanması; gelişmenin önündeki en büyük engel olmuştur.
Konunun islamın kaynakları ile alakası nedir mevzusuna gelirsek.
Resulullah’tan kısa süre sonra müslümanlar, ortaya çıkan fitne yüzünden iç çatışmalar ve savaşlar yaşamıştı. Bu savaşlarda rivayetlere göre 50.000’in üzerinde müslüman katledilmiştir. Bu durum toplumda büyük travmaya sebep olmuş, savunma refleksiyle büyük günah işleyen insanların dinden çıkmış olacağı fikri yaygınlık kazanmaya başlamıştı. Hariciler bu inançları yüzünden kan dökmeye varacak asabiyet sergilemişler ve toplumda takvalık, bu fikre yakın olmak gibi görünmeye başlamıştı. Çünkü korumacılık refleksi bunu gerektiriyordu.
Bu büyük günah işleyenlerin dinden çıkacağı inancına karşı, büyük günah işleyen kimse hakkındaki son karar ahirette belli olacaktır. Allah onu isterse affeder, isterse cezalandırır şeklinde ortaya çıkan savunmanın sahiplerinden birisi İmam-ı Azam’dır. Bu görüşe, kararı sonraya bırakma anlamında mürcie adı verilmiştir. İmam-ı Azam’ın bu görüşü daha sonra Ehl-i Sünnetin de temel görüşü olacağı halde İmam-ı Azam bu görüşünden dolayı muarızları tarafından tenkit edilmiştir.

Mürcie fırkası diye adlandırılan bu düşünce tarzı ilerleyen zamanda işi abartmış , imanı sadece ikrar, tasdik, sevgi ve bilgiden ibaret sayarak kuru bir iman anlayışına sahip olmuş, şirkin dışında kalan bütün günahlar kesinlikle affedilir, tevhid üzere ölen kimseye işlemiş olduğu günah ve kötülükler zarar vermez şeklinde bir inanışa ulaşmışlardı. İşte bu mürcie anlayışı muarızları tarafından İmam-ı Azam’a yakıştırılmaya çalışılmıştır.
Yapılan şudur, ilk dönem toplumu saran bir yanlışı düzeltmek için insanları Kur’an’ın tarif ettiği iman anlayışına çağıran İmam-ı Azam’ı, muarızları mürciecilerin sonradan aldıkları bidat halini gözden uzak tutup aynı şekilde onu da bu isimle tahkir amaçlı anmaktan çekinmemişlerdir. Çünkü İmam-ı Azam rey ehliydi ve değişimi, gelişimi temsil ediyordu toplumda tutuculuğu temsil edenler toplumun korunma refleksini arkalarına alıp onu bidatçi bir fırkanın adıyla yaftalamak istemişti çünkü bunun alıcısı vardı, toplum müslümanların katli gibi büyük günah travmasından henüz kurtulmaktaydı. Toplum açısından takva tavır, büyük günaha en şiddetli cezayı kesenleri tutmak eğilimindeydi.
Bundan sonraki dönemde Kur’an’ın halik mi mahluk mu olduğu tartışması yaygınlık kazanmıştı. Bu tartışmanın çıkış sebebi hakkında birçok görüş var ama bizim kanaatimiz kader anlayışı ile ilgilidir. Yezid’in biz size Allah’ın yazdığını uyguluyoruz savunması ve babaları, dedeleri Bedir savaşında müşrikler tarafında olanların bu durumunun, Allah’ın ezeli ilminde olan bir şey olduğunu dolayısıyla Allah’ın takdiri olduğu, bu yüzden atalarının da aklanması çalışmasıdır.
Halku’l-Kur’an konusunun, ilerleyen zamanda başka bir hâl alması yeni bir travmanın sonucu olduğunu düşünüyoruz. 2. Asır itibariyle artan uydurma hadis rivayetleri ümmetin en önemli gündemi oldu. Bu konuda hadisleri toplama çalışmaları başlamıştı. Bu konuda işin nereye vardığını, muhaddislerin hadisleri yüz binlerce rivayet arasından seçip kitaplarına ancak 6-7 bin hadis dercetmelerinden anlıyoruz. İşte bu ortamda Kur’an’ın mahluk olduğu iddiası çok büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Çünkü değiştirilemeyecek, bozulmayacak tek kaynak olan Kur’an’ın da bu mahluk olma iddiasıyla tehlikeye gireceği endişe edilmiştir. İş o seviyeye vardırılmıştır ki Kur’an’ın bizim ağzımızdan çıktığı haline de mahluktur demek dışlanmak sebebi olmuştur. Nişabur’a gelen Buhari’ye Halku’l-Kuran konusu sorulmuş, Buhârî "Bütün fiillerimiz mahlûktur sözlerimiz de fiillerimizdir " dediği için şehri terk etmesi için baskı görmüş, kendisinden hadis almanın terk edilmesini tavsiye edenler olmuştur ,aynı istikamette İbnu Ebî Hâtim, Buhârî'yi el-Cerh ve't-Tâdîl kitabında cerh etmiştir. Bu şekilde işin ortasını bulmak isteyenler cerhedildiği için hadis rivayetlerinde bunlar büyük bidatçiler sayılmaları yüzünden, bu konu dönemsel bir yanlış anlama olduğu halde rivayetlerin kabulünde temel bir argüman olmuştur. Buhari’nin bu muameleye tabi tutulmasını yine İmam-ı Azam’a yapılanla benzer sebebe bağlanabilir. Buhari hadis rivayetleri konusunda işi en sıkı tutanlardandı. Bu yüzden rivayetlerle itibar kazananlar, bunun şöhretini sürenler, bu rivayetlerin uydurulmasından menfaat elde edenler için tehdit olarak görülmüştür.
Buhari ne yapmak istemişti? Toplum yine bir travma sonucunda savunmacılık yapmaktayken Buhari işin aslını söyleme cesaretini gösteren ender insanlardan biri olmuştur fakat bunun bedelini sürgünle ödemek durumunda kalmıştır. Biz bugünden baktığımızda o travmayı yaşamadığımız için Buhari’ye yapılan muameleyi haksız görmekte zorlanmıyoruz ama o travma, o günlerde, bize ulaşan hadislerin sıhhatinin tespitinde yanlış bir şekilde mihenk olmuştur.
Bugün ümmet yine aynı sıkıntıyla karşı karşıya. Ümmet uzun zamandır bilimden uzak kalmış bu alanı yüzlerce yıldır savaş ve çatışma içerisinde olduğu batı alemine kaptırmıştır. Akılcılık dolayısıyla da bilim, batının ilerlemesinde en büyük etken olduğu gerçeğinden çok, batının bu gücünü kullanarak islamı tahrif edip yok edeceği endişesi ümmetin korkusu haline gelmişti. Bu yüzden aklı öne çıkaran islami düşünürler şüpheyle karşılanmış arkalarında batı etkisi ve desteği aranmıştır. Kur’an defalarca akletmeyi tavsiye ederken ümmet için din konusunda aklı kullanma fobi haline gelmiştir.
Sonuçta düşünmek, gerçeğe, hakikate merak duymak insanın bir diğer özelliğidir ve bu ümmet içerisinde de vücut bulmuştur. Ümmetin halinde bir sorun olduğu apaçık ortada, peki buna sebep olan ‘’İslam dininin bizzat kendisi midir yoksa İslam’ı yanlış anlamak mıdır?’’ sorusu bugün okur-yazar, düşünen her müslümanın gündemindedir. Soru sormak aklın işi olduğu için esasla ilgili her soru geleneğin savunucularını korkutmaktadır. Okur-yazar her insanın ‘’bilimsellik’’ ile ilgili aşağı yukarı bir fikri olduğu için bilimde en önemli esasların ispatlanabilme ve kaynak konusu olduğu bilinmektedir. Herhangi konuda okuduğu ciddi kitapta ve makalade dipnot ve kaynakçaya bakmayı öğrenen okur-yazar kişi, dininde de bu ciddiyeti sağlamak istemektedir.
İnsanlar sağlam kulpa tutunmak amacıyla Kur’an’a tutunmak istemektedir. Bu çok anlaşılır bir durumdur. Buna endişeyle yaklaşmanın sebeplerini yukarıda anlatmaya çalıştık. Kur’an okuyanlar arasında mürcie anlayışında olanların(her şeyi mübahlaştıran, ibadete gerek duymayanlar) olması, erken verilen fetvalar olabilir ama bunlar esas kaynağın Kur’an olduğu gerçeğini değiştirmez. Kur’an din bilginlerinin de esas kaynağı olmalıdır. İslam literatürü incelendiğinde görülecektir ki Kur’an’ın esas kaynak olma durumu uzun zaman önce islam alimlerince terkedilmiş bir durumdur.
Şimdi din bilginlerine düşen, yeni bir kelam ve fıkıh usûlü geliştirmeleri, Kur’an okuyanlarla dolayısıyla Kur’an’la mücadele etmek yerine Kur’an’ın esas olduğu bir usûl çalışması yapmalarıdır. İslamda akılcılığın başladığı yer burasıdır önce kaynakların sıhhatini tespitte akıl esas olacak sonra aklederek, hükümleri Kur’an’ı esas alarak güncelleyeceğiz.


3 Mayıs 2018 Perşembe

Deizme ve Ateizme Sürüklediği İddia Edilen Sorulara Cevaplarımız




Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Fatma Günaydın, İmam Hatiplilerle yaptığı çalışma kapsamında, gençleri “Deizm”e yönelten 100’den fazla soruyu derlemiş:
• Allah bizim cennete ve cehenneme gireceğimizi biliyor neden bizi imtihan ediyor?
• Öldükten sonra dirileceksek neden ölüyoruz?
• Allah her şeyi bildiği halde neden bizi yarattı?
• Bizler Müslüman ailede doğduğumuz için mi Allah’a inanıyoruz. İnanmayan aileden doğanların suçu ne? Allah akıl vermiş ama bizlere de vermiş ama biz de tam kullanamıyoruz?
• Allah’ın varlığını bir ateiste nasıl ispatlayabiliriz? Onlar big bang deyip geçiyorlar?---
• Allah bizi seviyor da neden günah işlememize izin verip sonra bizi yakıyor?----
• Sonsuzluk kavramı akıl almaz bir şey Allah’ın sonsuz olmasını algılayamıyorum.--
• Kuran’da kadın ve erkek niçin eşit değil?---
• Allah neden bir kuluna eziyet verirken diğerine rahatlık veriyor. Rabbimiz neden bu konuda eşit davranmıyor?-----
• Kaderde ne zaman öleceğimiz belli ise neden sadaka ömrü uzatıyor? Kaderde cennete ve cehenneme gideceğimiz belliyse neden ibadet ediyoruz?---
• Allah’ın ihtiyacı yokken bizi niçin test etmekte?-----
• Cennette birini istiyorum o da başka birini ne olacak?
• Allah kötülüklere neden engel olmaz?----
• Tarikatlar gerekli midir, neden?
• Biz putperestleri eleştiriyoruz ama biz de Kabe’nin etrafında dönüyoruz.---
• Ya Hıristiyan veya ateistler haklıysa?-----
• Allah ile iletişimde neden Kur’an okumak, dua etmek değil de namaz ön plandadır?---
• Adem’le Havva dünyaya nasıl geldiler? (Uzay gemisi ile olabilir mi?)----
• Bu dünyaya gelmek benim tercihim değil. Allah bunun benim seçimim olduğunu ve hatırlamadığımı söylüyor.----
• Allah kalplerini mühürlediği insanları niçin cehennemle cezalandırıyor?---
• Kelam dersinde mucize, olay görüyoruz ama hiçbirinin delili yok. Sadece anlatılıyor bana göre delil yok.
• Allah niçin önceki kitapların bozulmasına izin vermiştir?-------
• İçki öncekilere yavaş yavaş yasaklanırken bizlere neden direkt haram kılındı?
• Ahirette hesap verirken insanların yetiştirildiği çevre göz önünde bulundurulacak mı?----
  Allah’ın hep ‘ben yaptım, ben yarattım demesi’ tuhafıma gidiyor.
• Allah bizi yaratmasaydı ne ile uğraşırdı?
• Dünyanın her yerinde ezan farklı saatlerde okunuyorsa kıyamet nasıl kopacak?






• Allah bizim cennete ve cehenneme gireceğimizi biliyor neden bizi imtihan ediyor?
• Allah her şeyi bildiği halde neden bizi yarattı?
• Kaderde ne zaman öleceğimiz belli ise neden sadaka ömrü uzatıyor? Kaderde cennete ve cehenneme gideceğimiz belliyse neden ibadet ediyoruz?

Kur’an’da kimin cennete veya cehenneme gideceği bir kitapta (Levh-i Mahfuz) yazılıdır diye bir ifade yoktur. Ama bu kanaat yani Tanrı’nın bunu yazdığı şeklinde bir inanış, paganlarda ve yozlaşmış bütün dinlerde yer bulmaktadır. Ateistlerin dinlerde en sevdikleri inanış da budur. Çünkü buna dayanarak eğer Tanrı varsa bu ‘’yazı’’ konusu kendilerini kurtaracak bir argüman olarak işe yarayacağı düşüncesindedirler.
Kur’an bu inancı reddetmektedir ve bunun sadece delili olmayan bir tahmin yürütme olduğunu ilan etmektedir.

Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” onlardan öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara 'Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz' de. EN'AM-148

Allah Teala Kur’an’da kendini bize tanıtırken, bizim dilememize, duamıza ve irademize göre yaratma halinde olduğunu beyan etmektedir. ‘’O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır’’ RAHMAN Suresi 29
Allah, hür iradeyi yaratma kudretini göstermiştir. Buna şüphe düşürecek iddialardan kaçınmamızı istemektedir. Yanlış yola sapmaların mesuliyetini Allah’a yükleme girişimlerini şiddetle reddetmektedir. İnsanlar başarısızlıklarını, günahlarını bazen ileri giderek başkalarına verdikleri zararları bu önceden yazılmış olma inancına yüklemek istemektedirler.
Halbuki Allah, bizim hür irademizle neyi dileyeceğimizi bilmek istemektedir yaratmayı ona göre yapacaktır.
Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resûllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. HADİD 25 ve benzer ayetler(Ali İmran 140, Maide 94)
Allah sonsuz ilmiyle şu anda insanların neler dileyebileceklerini yani herkesin önündeki konuda dileme ihtimalleri olan bütün olasılıkları ve her eylem değişkenliğinde etkileyecekleri bütün olayların olasılıklarını da bilmektedir ve bunu kainat durdukça olabilecek bütün değişkenlerin sebep olduğu bütün olasılıklarla bilmektedir. Bununla beraber hür iradeyi insana verdiği için insanın dilemesiyle, bu olasılıklardan hangisinin hayata geçeceğini iradeye bırakmıştır ve yaratmayı o istikamette başlatmaktadır. Allah hür iradeyi yaratma kudretine sahiptir ve bunu insana bahşetmiştir. Hür iradeyi kısıtlayacak bütün inanışlar, tanımlamalar, yaşanan hayat önceden yazılana tabi olduğu şeklinde anlamalar, Allah’ın hür iradeyi yaratmış olma kudretini doğru anlamamaktır.
Kur’an’ın öğretisiyle oluşan  İslam’ın ilk asırlarındaki Yaratıcı tanımı, Kelam ilminin Felsefe ile buluşmasından sonra değişime uğramıştır. Kur’an, arşa istiva eden, meleklerin ona insanların katındaki zamandan farklı da olsa bir zaman içerisinde yükseldiği, Onun arşı su üzerindeydi, eğer ondan başka ilahlar olsaydı ona ulaşmak için yol arayacaklarını ifade eden ayetlerle,  Kelam ilminin Allah’I tanımlarken Felsefenin sorularına cevap vermeye çelışırken ürettiği tariflerden daha  müşahhas tanımlamalar yapmaktadır. Kelam ilmi ilk başta mutezili kelamcılar Nazzam, Cahız ile beraber  Kelamın felsefeyle birleştirilmesi başlamış sonradan Eşari kelamcılar işi ele aldıktan sonra Bakıllani ve Cüveyni de yine mecburen felsefenin oluşturduğu düzlemde reddiyeler ve metodlar kullanmak durumunda kalmışlardır. Aynı şekilde Gazali de müteahhirin kelamcıları Razi, Amidi ve Taftazani  aynı düzlemde kalmışlardır ve zaten onların ardından artık kelam ilmi donma dönemine girmiştir. Kur’an’ın tanımladığı yaratıcı inancı aksine felsefenin sorularıyla çok soyut bir tanrı inancı Ehl-I Sünnetin Kelamına yerleşti. Tasavvuf buna karşı kendi argümanlarını geliştirdi. Tasavvuf düşünürleri, vahdet-I vucüt ve hulul nazariyesi ile Allah’ı daha hissedilir şekilde bağlılarına anlatma yolunu tutunca insanlar tarafından kabul gördü ve insanların Yaratıcıyı hissetme ihtiyaçlarına belli ölçüde cevap verdi. Fakat Kur’an’ın tanımladığı Allah inancı bu da değildi. İnsanlar ya Allah’ı çok somutlaştırıp ona insan özellikleri ve maddi beden atfetmekte, Hristiyanlık gibi yeryüzüne indirmek istemektedir ki hristiyanlık bu özelliğinden dolayı kolay yayılmıştır. Ya da çok soyutlaştırıp zamandan, mekandan  münezzeh  gibi ne anlama geldiği belli olmayan tanımlamalar yapmaktadır, bu tanımlama da insanlara Yaratıcıyı hissettirme konusunda yeterli etkiyi göstermemektedir.
İslam kelamcılarından sonra uzun süre geçmiştir. İnsanlık çok aşama katetmiştir. Antikçağ felsefesi birçok yönden aşılmış olmakla beraber bu seviyeye uygun bir yaratıcı tanımı yapılmamıştır. Bu Aydınlanma filozoflarından beklenirdi ama onların hem tarzları hem de önlerindeki Tevrat-İncil teolojisi doğru tanrı inancı açısından çok ilham verici değildi.
Sonuç olarak Kur’an’da, kimin cehenneme gideceği, her şeyin kayıtlı olduğunu söylediği levhi mahfuzda yazılıdır diye bir ifade yoktur. Allah, kimlerin affedileceğine, kimlerin azaba düçar olacağına hükmetmiştir, bu zaten ezeli ilimde sabittir  anlamına gelecek bir ayet yoktur. Kur’an’da bu inanış insanların delilsiz bir tahmini olarak tanımlanmaktadır.Bkz. Enam 148

Allah bizim zaten cehnneme gideceğimizi yazmıştır şeklindeki iddia Kur’an’da yer bulmaz. Bu iddia özellikle Kur’an’da reddedilmesine rağmen bugün İslam ile ilgili inanç sorunu yaşayanların en çok öne sürdüğü argümanın bu olması, geleneğin getirdiği tortuların, Kur’an’ı anlamada engel olmasına bir örnektir.
Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın. (Enam 59)
‘’Sadaka ömrü uzatır’’ hadisi, kader konusunun sonradan anlaşıldığı gibi olmadığı hakkında fikir verir.
Ölmekten korkup savaşa gitmeyenler için inen ayette de bu konu kaderin yazgı olmadığını ortaya koyuyor.
De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz!  o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.
Bu ayet yazgı anlamındaki kader anlayışını reddediyor, Çünkü ayet ‘’ Sizin ölüm vaktiniz yazılmıştır savaştan kaçsanız bile aynı vakitte ölürsünüz’’ demiyor. Kaçarsanız yaşarsınız ama ‘’hayat zaten kısadır’’a dikkat çekiyor





• Bizler Müslüman ailede doğduğumuz için mi Allah’a inanıyoruz. İnanmayan aileden doğanların suçu ne? Allah akıl vermiş ama bizlere de vermiş ama biz de tam kullanamıyoruz?
• Ahirette hesap verirken insanların yetiştirildiği çevre göz önünde bulundurulacak mı?          

Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi göndermedikçe azap edici değiliz. (İsra 15)
Şu anda Müslüman veya Hristiyan bir toplumda yaşayanlar için tevhidi bir inanca ulaşma açısından insanlar eşit durumdadır. Kur’an’ı, İncil’I veya Tevrat’ı geleneğin kültürüyle okursanız sizi tevhid inancına götürmez. Ancak selim bir akılla ilahi kitaplara yaklaşırsanız sizi içinizdeki Allah inancıyla buluşturur.İlahi kitaplar bir hatırlatmadır ve sizin selim aklınız burada muhataptır. Kitaptaki tahrifi veya geleneğin tortularını,  Allah’ın sınırlarına karşı duyduğumuz hassasiyet endişesi ve selim akılla farkederiz.  
Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.Enfal 29
İnsan, Allah’a inanmak için eğer bir arayış içerisindeyse onun sadece bir hatırlatmaya ihtiyacı vardır. Arayış ihtiyacı hissetmeyen, bu duygusunu nefsi tarafıyla baskılayan insan, hangi toplumda olursa olsun onun için bir şey farketmemektedir.
 Hatırlatma yapılamayan insan İsra 15’e göre mesul değildir. Fakat o insana hatırlatma yapmayan müminler bu konuda mesuldür. Bu durumda islam dünyasında doğanlar diğerlerine göre daha zor bir sınavın içerisinde olmaktadır. Her insan kendi kabiliyetleri, imkanları ve gerçeğe ulaşabilme zorluğu oranında bir katsayıyla hesaba çekilecektir.Ayet bu konudaki hassasiyeti belirtmektedir.
Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. (Enbiya 47)
Sonuç olarak insanların bir kısmı vahyin mesajını sahih bir şekilde duymadığı için imtihana muhatap olmayacaktır. Bu bütün insanlık planında zorunlu olarak ortaya çıkan bir durumdur. O insanlar azap görmeyecekler ama insan olarak yaptıkları iyilikler derecesinde mükafat görmeleri umulur.

• Allah kalplerini mühürlediği insanları niçin cehennemle cezalandırıyor?

Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir (Tegabun 11)
Arayışta olan, inanmaya yönelen insana Allah hidayet eder. Hidayet hediye ile aynı köktendir, Allah inanmasını, mutmain olmasını kolaylaştırmak için o kuluna inancını temellendirecek hediye doneler verir.
Kendini müstağni gören, kendi alanını genişletip Allah’ın alanına giren, Allah’ın imtihan planını hakkını verecek düzeyde anlamlı görmeyen, kendini bundan muaf gören kişiler, Kur’an’ın tanımına  göre nefsini ilah edinmektedir. Allah bunların kalplerini mühürler ama sonuçta onların yine doğru yola ulaşmaları Allah’ın diğer kuralına tabidir yani inanmaya meylederlerse hidayet onlar için yine vardır.
Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? (Casiye 23)

• Kuran’da kadın ve erkek niçin eşit değil?

Kur’an’da kadın ve erkek insani değer ve din açısından eşittir.
Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (Ahzab 35)
Hukuk açısından şartlar, ihtiyaçlar ve gelenekler kadın ve erkek arasında hakları belirler.
Hukuk, hakları belirlerken hayatın şartlarını ve tarafların kozlarını göz önünde bulundurmak zorundadır. Aksi halde taraflara sahip çıkamayacakları, hayatın doğal akışına ters fazla haklar verirseniz bu durum  kargaşaya hatta cinayetlere sebep olur. Kur’an  dönemin şartlarında kölelikte olduğu gibi kadın haklarında da insan onuruna yönelik hedef koyarak uygulamalar vazetmiştir. Kur’an, İslam toplumuna insan hakları konusunda özellikle de kadın hakları konusunda daha ileri haklar düzenlemelerine ilham verir.

• Allah bizi seviyor da neden günah işlememize izin verip sonra bizi yakıyor?
• Allah neden bir kuluna eziyet verirken diğerine rahatlık veriyor. Rabbimiz neden bu konuda eşit davranmıyor?
• Allah kötülüklere neden engel olmaz?        
• Bu dünyaya gelmek benim tercihim değil. Allah bunun benim seçimim olduğunu ve hatırlamadığımı söylüyor.

Eğer Allah bir tek insan yaratmış olsaydı o zaman bu sorular anlamlı olurdu. Birden fazla insan varsa ve hür irade varsa mutlaka farklılıklar olacak. Allah aynı güç ve zekada bin insan yaratmış olsaydı hür iradeli oldukları için bir süre sonra bir kısmı yine mağlup olacak birkaç nesil sonra yine fiziki eşitsizlikler oluşacaktı.
 İnsan hür iradesini bedelini ödemek durumundadır.
İnsan bugün yine seçecek olsa robot olmak yerine her türlü sıkıntısına karşı hür iradeyi seçecektir.
Varlık planında biz insanlara kul olmak düşmüştür. İşin doğrusu bu durum, insan için kabullenmesi kolay bir şey değildir. İnsanlar bir gerekçe, bir bahane bulup bazen çok daha sofistike anlmalar keşfedip  bu kulluk tarafından kendini karşı tarafa atmak ister. İşin gerçeği budur.
Biz varlığımızı Yaratcıya borçluyuz. İlkel kabilelerde dahi insanlar, varlıklarını borçlu olduklarını düşündükleri ilahlara bunun karşılığını vermek istemişler hatta insan kurban etmeyi bile bu yolda gerekli görecek kadar bu borçluluk duygusunu yaşamışlardır.
İnsanlığın ilerlediği toplumlarda da iyiliğe karşı teşekkür etmek, iyiliğin karşılığını vermek, üstün bir davranış olarak yer bulmaktadır. Sorun yine arada kalan insan modelinde ortaya çıkmaktadır.
İnsan önce şunu kabul etmeli, insan aciz bir varlıktır, Yaratıcının bir planıdır
Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.(Ahzab 72)
Emanet, Allah’tan insana yüklenen ‘’hür iradeye sahip bilinçtir’’
İnsan yalnız olmayı istemeyeceğine, hür iradeyi isteyeceğine göre insanlar arasında adaletin sağlanması için gereken kurallara uymak zorundadır. Allah insanların hayat emniyeti için yasaklar koymuştur. Bir diktatör çıkıp bu insanlardan 50 Milyonunun ölümüne sebep oluyorsa Allah adaleti sağlamak için her insan için bu zalimi bir yıl azaba soksa 50 milyon yıl azap görmesi gerekecektir.


•Allah niçin önceki kitapların bozulmasına izin vermiştir?


Bunun cevabı Kur’an’ın neden son kitap olabildiği ile anlaşılır.
Kur’an’ın indiği dönem ve bölgenin özellikleri
-Büyük bir devlet otoritesi yok, kitabı, mü’minlerin elinden alıp yok edecek veya yasaklayacak bir otorite yok
-Bölge insanının bir felsefi geleneği yok, derin felsefi meselelerin tartışıldığı bir toplum değil
-İnsanlığın yazı ile kayıt tutma kabiliyeti açısından geldiği seviye, İlmi bir geleneği olmayan bu bölge bile kayıt tutma açısından yeterli seviyeye ulaşmıştır.
Kur’an insanlığın geldiği bu seviyede son kitap olarak indirilmiştir. Tevhid dini geleneğinin risalet silsilesi için böyle bir final gerekirdi. Yani kayıt tutma açısından insanlık bir seviyeye geldiğinde son bir Kitap ile bu risalet işinin insanlığa emanet edilmesi  akli olarak beklenir bir şeydir.


• Kelam dersinde mucize, olay görüyoruz ama hiçbirinin delili yok. Sadece anlatılıyor bana göre delil yok.

Müşrikler Resulullah’tan defalarca mucize göstermesini istedikleri halde Kur’an bunu reddetmiştir. Gerekçe olarak önceki ümmetlerin bunlara da inanmadığını mucizeden sonra azabın hak olacağı, ellerindeki Kitab’ın mucize olarak yeteceği şeklinde cevaplanmıştır.
Resulullah mucize göstermemiştir. Bu ayetlere göre eğer Resulullah mucize göstermiş olsaydı mesela ayın yarılması gibi. Bu ayetler şu şekilde olurdu, ‘’daha önce ayı yardın inanmadılar daha ne mucizesi istiyorlar’’
Hakbuki ayetler mucize gönderilmemesinin sebeplerini açıklıyor
Bizi,  mucizeleri göndermekten, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olması alıkoydu. (Nitekim) Semûd kavmine o dişi deveyi açık bir mucize olarak verdik de onlar bu yüzden zalim oldular. Oysa biz mucizeleri sırf korkutmak için göndeririz. (İsra 59)
Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır. (Ankebut 50-51)



• Adem’le Havva dünyaya nasıl geldiler? (Uzay gemisi ile olabilir mi?)

Kur’an, insanın yeryüzünün halifesi olarak yaratıldığını beyan etmiştir.
Halife, bir şeyin ardından gelen anlamındadır. İnsan, yeryüzünde oluşan mahlukatın en son, en üst özelliğe sahip üyesidir.
Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı. (Araf 11)
Bu ayetten, önce insanların yaratıldığı, şekil aldıkları, ardından Adem’in sahneye çıktığı anlaşılabilir.
İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi? (İnsan 1)
Bu ayetten, insanın akıl sahibi olup ortaya eser koyamadığı bu yüzden de anılmaya değer olmadığı uzun bir zaman geçirdiği anlaşılabilir.
Allah sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. (Nuh 17)
Bu ayetten, insanın yeryüzünde yaratıldığını anlarız.
Sonuç olarak insanın yeryüzünde bir süreç içerisinde yaratılmış olabileceği Kur’an’daki birçok ayetten ulaşılabilecek bir sonuçtur. Adem ilk akıllı insanların seçilmiş Nebisidir.
Allâh Âdem'i, Nûh'u, İbrâhim âilesini ve İmrân âilesini seçip âlemlere üstün kıldı. (Al-I İmran 33)
Daha sonraki birçok nebiye verilen mucizelere benzeyen şekilde özellikleri olan  bir bahçeye(cennet arapça bahçe anlamına gelmektedir) yerleştirilmiş ve bir imtihana tabi tutulmuştur.
Sonuç olarak Adem ve eşi dünyada yaratılan insanların neslinden gelen ve nebi olarak seçilen ilk akıllı insanların örnekleridir. Bildiğimiz anlamda bir cennetten inmemişlerdir.

• Allah ile iletişimde neden Kur’an okumak, dua etmek değil de namaz ön plandadır?

Namaz Kur’an okumak ve dua etmeyi içerdiği için Allah ile iletişimin en zirve anını temsil eder.
İslamda toplumu ilgilendirmeyen hiçbir ibadet yoktur. Bütün ibadetler bizim diğer insanlarla olan ilişkimizi daha kaliteli hale getirmek için vardır.
Namaz insanı eğiten bir ibadettir. İnsanlık, tarihinde ve halen geldiği noktada dini ve dünyevi işlerde bedeni hareketler içeren seremonileri hep kullanmıştır.
İnsanın Yaratcısı, insanın ‘’kullanma kılavuzunda’’ olmazsa olmaz bir şekilde namazı tekrarlamış olmasının büyük bir anlamı olmalıdır. Biz şöyle deriz. Mesela bir insan on birim derecesinde asabi ve sabırsız ise namaz kıldığı sürece bu asabiyet 9 birime düşüyorsa bu insanın toplum için bu kadar zararsız olmasını sağlar. Dolayısıyla namaz bu açıdan da kul hakkı olarak anlaşılabilir.



• Ya Hıristiyan veya ateistler haklıysa?

Bu soru neden burada var diye düşününce ancak şunu çıkarabiliyoruz
İslamı terketmeye niyeti olanların bir kısmı bunu bir düşünce temelli bir sebebe dayandırma ihtiyacı duymuyor. Bu tipleri Nasrettin Hoca deşifre etmişti. Göl ya maya tutarsa dediğinde gülmeyip bir an gölün maya tutmasına tamah eden tipler vardır. Bu tipler de, ya ateistler veya hristiyanlar doğruysa ne güzel yan gelip yatmak vardı bunu kaçırmasak tamahkârlığıdır bu.


• Biz putperestleri eleştiriyoruz ama biz de Kabe’nin etrafında dönüyoruz.

İnsanlar dini veya dindışı gerekçelerle bir araya gelmeyi, seremoniler, törenler, ritüeller tertip etmeyi bir ihtiyaç olarak görmüştür ve halen bu geleneği her toplumda görmekteyiz.
İslam, insanların bir araya gelmesi ve etkileşim göstermeleri üzerine kurulmuş bir din özelliği göstermektedir. Tevhid dini geleneğinde de bu hep var olmuştur. Kabe İbrahim as dan beri bu konuda merkez olmuştur.
Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.
İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. (Hac 26-27)
İslamda Kabe’nin kendisi kutsanmaz bunun delili Kabe eski halinde küp şeklinde değil bir tarafı oval idi. Hicr denilen bu kısım 605 yılında Mekkeliler tarafından Kabe yenilenirken yapılmamış o kısım bir duvarla çevrilmişti. Resulullah daha sonra o kısmı tamamlamak gereği duymadı. Çünkü kutsal olan Kabenin duvarları değildir, o sembolik bir yapıdır.


• Tarikatlar gerekli midir, neden?

Tarikat , Kur’an’da işaret edilmeyen Resulullah’ın ve Ashab’ın hayatında yer tutmayan bir yapıdır.
Tarikatların felsefi temeli olan tasavvufun, Allah-insan ilişkisi ve Resulullah’ın konumu konusunda  Kur’an’a aykırı bir çok tarifi vardır. Normalde Tasavvuf Ehl-i Sünnet anlayışı  içerisinde de yer bulamamıştı. Daha sonra bazı tasavvufi kabuller sessize alınmış, sadece erbabının bileceği şekilde kitaplarda gizlenmiş ilerleyen dönemde Osmanlı’da resmileşerek merkeze oturmuştur.

• Sonsuzluk kavramı akıl almaz bir şey Allah’ın sonsuz olmasını algılayamıyorum.

Sonsuzluğu akıl almıyor ama sonlu evrenin  ancak sonsuzluk üzerine kurulabileceğini düşünmek de zorunlu geliyor.

• Dünyanın her yerinde ezan farklı saatlerde okunuyorsa kıyamet nasıl kopacak?

Böyle bir hadis sahih olsa bile şu anlamda söylenmiştir. Akşam, günün zeval vakti olduğu gibi Kıyamet de dünya hayatının zeval vaktidir.

• Allah’ın ihtiyacı yokken bizi niçin test etmekte?

Allah’ın test etmeden nimet verdiği başka kulları olmadığını bilmiyoruz. Allah’ın şu anda milyonlarca çeşit alemlere rablık yaptığını düşünmek durumundayız ve her birini çeşitli şekillerde nimetlendirdiği veya teste tabi tuttuğunu her birinde farklı bir metod vazettiğini düşünürüz.
Biz de hür iradeli, eşitsiz şartlarda yarattığı bir alem modeliyiz.
Bizim anlayışımıza göre mantıklı bir imtihana tabiyiz.  Nimet külfet dengesi insanın ilk aklına gelen düzlemdir.
Bu dünyada sakat doğan, açlıktan ölen veya işkence altında ömrünü geçiren insanlar ile diğerlerinin durumu nasıl karşılaştırılabilir?
İnsan ömrü bu dünyada başlayıp ebedi olduğuna inandığımız ahiret yurdunda devam edecektir. Bir milyon yıl sonra cennette oturup bu dünyadaki günlerini konuşan iki insan düşünelim. Birisi rahat bir hayat yaşamış diğeri acılarla dolu bir hayat yaşamış olsa, milyonlarca yıl içerisinde 80 yılın bir anlamı olur mu? Bir de o cennete kavuşmasında o çektiği acıların faydası olmuşsa.

• Cennette birini istiyorum o da başka birini ne olacak?

Birini istemek zaaftır, cennette böyle bir duygu olmayacak.

• Allah’ın varlığını bir ateiste nasıl ispatlayabiliriz? Onlar big bang deyip geçiyorlar?

Allah’ın varlığı ispat konusu değil iman konusudur. Allah, müminleri gayba iman ettikleri için övmektedir. Allah kendisini, bulmak isteyenler için çok hissedilir, inanmak istemeyenler için gizli kılmıştır. İnsanoğlu gözüyle gördüğüne bile bir gerekçe bulup inanmayan bir varlık olarak yaratılmıştır. Mucize gördüğünde bile inanmayan insan, bunun bir göz boyaması olduğunu iddia ederek inancını değişmeyen bir varlıktır. 
Bilim çağında değişen, insanın eskiden göz boyaması diye bir gerekçesi varken şimdi buna birkaç argüman daha eklenmesidir.
Kur’an tabiki muciz bir kitaptır. Döneminin anlayışına göre bir evrenden bahsetmemesi bunun en büyük delilidir. Öyle ayetler vardır ki hem o dönemin anlayışına hem sonraki dönemin anlayışına hitap edecek şekilde gelmiştir.
Örnek olarak Rahman Suresi 33’te o günün insanına göklere çıkamayacaklarını ancak ‘’sultan’’ ın gücüyle çıkabileceklerini söylemiştir. Bu ayetteki ‘’sultan’’ o günün insanında Allah’ı çağrıştırırken bugünün insanı için, bu iş için gerekli gücü ifade eder. Bu şekilde birçok yerde kullanılan  ‘’tevriye sanatı’’ Kur’an’ın muciz yönlerindendir.

Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeğe gücünüz yeterse geçin gidin. Ancak kudretle ( sultan) geçebilirsiniz. (Rahman 33)

Fakat bu tür olağanüstü işaretler insan için ispat değil bir hatırlatma bir işarettir. Çünkü söz konusu olan muhatap, gördüğünden çok inandığını doğru kabul eden insandır.

Allah imtihan dünyası var etmeyi dilemiştir ve imtihan dünyasının gerektirdiği şekilde kendisini gizlemiştir. Bu gizleme beş bin sene önceki insan için de bugünün bilim çağındaki insan için de eşit vaziyettedir. Bilim hiçbir zaman Allah’ı %100 ispat etme kudretine ulaşamayacak ve hiçbir zaman Allah %100 yoktur deme gücüne de ulaşamayacaktır. Ateistler, şu anda evrenin nasıl var olduğunu tam bilemiyoruz ama bu bir gün bilmeyeceğimiz anlamına gelmez diyerek Allah’ın varlığına inanmak zorunda değiliz derler. Yani Allah’ın yokluğunun, bilim tarafından ispatlanmış olmadığını kabul ederler.

Bizim için Allah’ın varlığı her baktığımız yerde güneş kadar aşikardır. Her olayda onun ışığını görürüz. Dünyada işlerin yürüyüşünde maddenin üstünde bir etken olduğunu her insan ömrü boyunca deneyimler. Etme bulma dünyası, şanslı kişi, yürü ya kulum demiş benzeri sözler her dilde her toplumda yer bulan tecrübe eseri sözlerdir. Bir filimde bir replik vardı. Biri diyor ki, Allah kesin var diğeri, neden? diyor. -Çünkü hep onun dediği oluyor diye cevap veriyor.
Kur’an’da Allah işin hep bu tarafına dikkat çekmiştir.

O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Fetih 4)

İnsan bazen kalbine inen güven duygusunu hisseder, bazen bazılarının işi hep yürür, bazılarının ki hep tökezler. Bunlar maddi alemle izah edilecek şeyler değildir.

Deizm açısından bakanlar için çok daha büyük açmazlar vardır.
Kainatın yaratıcısı her şeyin sahibi mükemmel bir varlık olmalıdır. Adalet ve merhamet mükemmelliğin olmazsa olmaz şartıdır. Söz konusu insanın algısı ise, buna itiraz edilemez. Çünkü Allah bizi yaratmıştır ve biz bu duygu içerisindeyiz. Biz adalet ve merhamet sahibi olmayan bir yaratıcıyı eksik görürüz. Bu Yaratıcı tarafından da bilinen br durum olduğuna göre (insanın böyle düşündüğü) Allah neden kendini eksik gören bir bilinç yaratsın? Bu hiçbir aklın kabul edeceği bir şey değildir.
Dünya, afetlerle malul ise bunun bir sebebi olmalıdır, insan farklı kabiliyetlerde yaratılmış ise bu insanlar bir yerde eşitlenmeli ve hesap görülmelidir. Aksini her şeyin sahibi Allah’a isnat etmek Allah’ı inkar etmekten farksızdır.  Allah’ı yok sayanın aklıyla derdi vardır, deistin nefsiyle derdi vardır.

İnsanların her zaman bir tanrı inancı edinme gayreti gösteriyor ki insan bu şekilde yaratılmıştır. Yaratanın insanın bu vasfını bildiği halde ona doğru yolu göstermemesi de adalet ve merhamet sahibi olan Allah için düşünülemez. Allah tuzak kurmaz, imtihan eder.  İmtihanda önce öğretim vardır.
İnsanlık tarihine baktığımızda bir din geleneğinin olduğunu görüyoruz. Bu gelenek, Allah’ın birliğini esas alan  ve peygamberler aracılığıyla emir ve yasaklar içeren öğretiyi insanlara ulaştıran risalet silsilesini gösteriyor. Bu risalet, art arda gelen sonrakilerin öncekileri tasdik ettiği ve yine bu sistemin devam edeceğini bildiren öğretiyi tekrarlamıştır. Bu silsile Kur’an ile son bulmuştur. Kur’an kendisinin son kitap olduğunu söylemiştir ve gerçekten de bir daha aynı özellikleri taşıyan bir kitap gelmemiştir. Yahudiler çok uyanık insanlar olduğununa dünya şahittir, Yahudiler bu risalet işini kendileri uyduruyor olsaydı son yüzyıla kadar çektikleri eziyeti çekmezler yine bir peygamber üretir onunla yeniden kendilerini kurtarırlardı. Netice de baktılar risalet onlara gelmiyor seküler bir din icat ettiler (masonluk).

Bütün  bu olaylar insanların gözü önünde gerçekleşmiştir ve bunlar insanlığın ortak hafızasıdır. Akıl, bu kadar büyük prodüksiyonun bir yalan üzerine kurulamayacağını anlar. 


İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...