21 Ocak 2021 Perşembe

Faiz Konusu


Kur’an tedricen inmiştir, olaylar geliştikçe nazil olmuştur sözü çok kullanılır ama bu sözün Kur’an üzerine düşünenler arasında pratik etkisinin çok olmadığını görüyoruz. Gelenekçilerden bunu zaten bekleyemiyoruz çünkü onlar nesh teorisiyle Kur’an’ın tedriciliğini baştan boşa çıkarıyorlar.
Medineli müslümanlar mevzi kazandıkça, kazanımları arttıkça, altı dolduruldukça yeni yasaklarla ve yeni görevlerle sorumlu tutuluyordu. Eğer biz bugün Kur’an’ı aynı şekilde hayata aktarmazsak İslam yaşanabilir bir din olmayacak, insanlar günah işlediklerini düşünerek dejenere olacaklar ve madem bu günahı işliyorum şunu da işleyeyim durumuna gelecektir.
Faiz, İslam kültüründe zinadan, hırsızlıktan çok daha büyük bir günah olarak tanımlanır. Bugün faiz hesaplarına imza atmayan bürokrat ve işadamı neredeyse yoktur bu durumda, bu büyük günaha giriyorum rüşvet alıp versem ne olur dejenerasyonu yaşanabilir.
Halbuki faiz kişilerin gücünü aşan bir zorunluluk, diğerleri kişinin inisiyatifine kalmış günahlardır.
Öncelikle faiz bugün insanların gücünü aşan bir şey midir?
Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.( Bakara 286)
Ayetinin kapsamına girer mi? Zengin olan zekat verir, yol bulan hacca gider, su varsa abdest alınır gibi altyapısı olduğunda ortaya çıkan bir yasak mıdır?
Ve bugün cari olan faiz türlerinin hepsi Kur’an’ın yasakladığı faize girer mi?
İkinci konuya şimdilik girmeyelim.
Biz öncelikle tedricilik ve insanın gücünü aşması açısından faiz konusuna bakalım.
Faiz Kur’an’da tedricen yasaklanmıştır.
Rum 39’da Faizin Allah katında makbul olmadığını
"İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Fakat Allah rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir sadaka böyle değildir. İşte onlar sevaplarını kat kat artıranlardır."
Nisa 160-161’de Yahudilere haram kılındığını
Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.
Al-i İmran 130’da kat kat faiz yemenin yasak olduğunu
"Ey iman edenler, faizi kat kat alarak yemeyiniz. Allah'tan sakının ki başarıya ulaşasınız."
Ve son olarak Bakara 278-279’da geçmişe dönük değil anaparanız sizin olmak üzere bugünden sonra bakiye faiz alacaklarınızı bırakın şeklinde yasaklanmıştır.
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın.
Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resulüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.
Bu ayet Hicretin 10. Yılında veda haccında indiği rivayet edilir. Yani Kur’an’ın nüzulünün son yılında.
Medine devletinde mal can güvenliği sağlanmış, haksız yere mal gaspının önüne geçilmiş, sermaye belli kesimin elinde olmaktan çıkarılmış, zekat müessesesi çalışıyor ve iktidar faizi kaldıracak güce kavuşmuş.
Faizin çeşitlerini inceleyelim.
Tefecilik yani devlet kontrolü dışındaki faizcilik her zaman yasaktır. Çünkü burada fırsatçılık vardır ve zor durumdaki kişinin malı kat kat faiz uygulanarak elinden alınır. Devlet vatandaşını korumak zorundadır.
Paranın saklanması açısından;
Bugün Türkiye’de bankadaki parası bir milyon TL’yi aşan mudi sayısı 149 bini geçmiş durumda.
Bu paranın saklanma sorunu yanında bu paranın dolaşımda tutulması gereği de vardır. Bugünün ekonomik sisteminde devletler belli sınırda para basma hakkına sahiptir. Eğer fazla para basarsa enflasyona sebep olur. Bu durumda Türkiye devletinin dolaşımda olan parasının piyasaya girmesi devletin menfaati gereğidir. Vatandaş olarak devletinizin parasını piyasa dışında tuttuğunuz oranda aslında devletinizi zarara uğratıyorsunuz demektir. Ülkenin dünyayla rekabetinde, parayı dolaşım dışında saklamakla ülkenize zarar vermiş olursunuz. Diğer taraftan bu insanlar paralarını bankada gelir sağlamadan saklasa enflasyon karşısında zarar ederler.
Katılım bankaları daha tercih edilmelidir. Fakat işin arka planında bu katılım bankaları da devlet tahvili almak durumundadır. Çünkü eğer devlet tahvili alımında katılım bankları ve halkın bir kısmı devre dışı kalırsa bu sefer devlet az alıcı olan ortamda daha yüksek faizle borçlanmak durumunda kalır yine ülke zarar eder.
Neticede şu anda cari olan dünya ekonomik sisteminde faizden kaçmak mümkün değildir. Müslümanlara düşen bu sistemi bir an önce dünya çapında ıslah etmektir.
Bununla beraber bazı sistemler geliştirilebilir.
Her semtte halkın esnafa ortak olabileceği devlet denetiminde yerel semt borsaları kurulabilir. Yatırım için paraya ihtiyacı olan tüccar semt borsasına başvurur vatandaş yakınında olan bu işletmelere devlet denetiminde ortak olabilir.
Küçük ve orta boydaki sanayi kuruluşları için hissedar bulma fuarları düzenlenebilir. Bu fuarlarda bu sanayi kuruluşları yeni yatırımlarının tanıtımını yapar halkla direk ilişkiye girerek hisse satabilirler.
Devletin yaptığı yatırımlarda mesela Avrasya tüneli gibi yatırımlarda;
Devlet ihaleye çıktığında şu şartı koşabilir; Yatırımın %30’nu öz sermayenizle yapacaksınız geri kalanına halkı ortak edeceksiniz. Halk geliri gideri belli bu yatırımlara ortak olabilir. Bu firmalar böylece maliyetleri artıran krediyi almak durumunda kalmayacak bu tür tesislerin kullanımı daha ucuz olacak. Bu sistem şu anda ‘’sukuk’’ adı altında bilinen bir sistemdir. Bu işlem yatırımlar yapılırken ortak olunması ilkesine dayandırılarak geliştirilmelidir.
Bu sistemlerde bazı aksamaların sıkıntıların ortaya çıktığı önceki tecrübelerden biliyoruz. Devlet kontrolü etkin olacak, buralara atanacak denetimciler, yeminli mali müşavirler gibi hapis cezası müeyyidesiyle sorumlu tutulursa bu sistem gelişir.
Kontrolsüz, arkasında başka güçlerin olduğu faiz lobiciliği, maliyetlerin artmasına, sermayenin belli ellerde toplanarak tekeller oluşmasına ardından da fiyatların bu tekeller eliyle belirlenmesine sebep olduğu ve dünya şu anda bu sistemin sonucu oluşan kartellerin dünyayı sömürmesinin bedelini ödediği bir gerçektir. Kontrolsüz, bir güç ile, hileler ile kurulan faiz tezgahları Kur'an'ın yasakladığı faizdir.

3 Ocak 2021 Pazar

Millet İttifakı bu günler kıvranıyor. Sebebi 2018’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi HDP’lilerin gönlünü almak ve onları ittifak çatısı altında göstermek için yaptıkları anayasa çalışmaları.

 

Bugün bunu şiddetle inkar ediyorlar. Çünkü şimdi İyi Parti dağılmaya başladı bunu engellemek istiyorlar.
Bu konuda Ak Parti tarafı yanlış anlaşılıyor. Bizim için anayasa çalışması yapmaları sorun değil bunu inkar etmeleri ve suç üstü yakalanmış paniği yaşamaları kötü bir durum.
Ak Parti 2012 yılında mecliste resmi olarak Anayasa uzlaşma komisyonu kurulmasına önderlik etti.. Hatta vekil sayısına bakmadan her partiden iki üye katılımıyla bu çalışmalar yapıldı. CHP’li Süheyl Batum sabote etmeseydi çok başarılı netice de alınacaktı. Yani bizim meselemiz sizin anayasa çalışması yapmanız değil sizin bunu istismar aracı olarak kullanmanız ve bunu bugün inkar etmeniz.
Ülkede yaşayan her kesimle Anayasa çalışması yapabilirsiniz. Kötü olan Kandil’in talimatıyla vekil, belediye başkanı seçmek veya belediye yönetmektir.

Optimar, Pandeminin bütün dünyayı korkuttuğu günlerde ağustos ayı anketinde halka ekonomi, işsizlik gibi konuları kim çözer sorusu yöneltmişti.

 Optimar, Pandeminin bütün dünyayı korkuttuğu günlerde ağustos ayı anketinde halka ekonomi, işsizlik gibi konuları kim çözer sorusu yöneltmişti.. Ankete katılanların yüzde 33.9’u yine “AK Parti çözer” demiş, Bu sorunları CHP çözer” diyenlerin oranı ancak yüzde 15.3 çıkmıştı.. Muhalif kanadın lideri yani ekonomiyi yürütecek olan partiye güven %15,3.

Yani halk bir sebeple ekonomi kötüye gitmişse bunun çözümünü yine Ak Parti’de görüyor.
Bu durum 7 Haziran 2015 seçimlerinde de ortaya çıkmıştı. Tek başına Ak Parti’nin iktidar olamadığı ortaya çıkınca halk paniklemiş erken seçim yapılmasına neredeyse halkın hiç bir kesimi itiraz etmemişti. Çevremden biliyorum bir sebeple Ak Parti’yi uyarmak için başka partilere oy veren kişilerin işlerin bozulmasından çok endişelenip tekrar Ak Parti’ye oy verdiğine şahit olmuştuk.
Şimdi muhalifler, muhalif trol ekonomistlerin felaket tellallığı yapmak isteyenlere ürettiği yarım gerçek verilerle ekonomi ile ilgili rakamlar paylaşıyorlar buradan Ak Parti’nin oy kaybetmesini bekliyorlar.
Halbuki halk, işler kötüye gittiğini düşündüğünde panikle Ak Parti’ye daha çok ihtiyaç duyuyor. Ak Partinin elinin kolunun daha güçlü olması gerektiğini düşünüyor.
Anketler ve tecrübeler bunu gösteriyor.
Eğer muhalif ekonomistler ekonomik alt yapı çok güçlü, ekonomik dengeler bozuk değil bu ülkeyi CHP bile yönetebilir şeklinde propaganda yapsa emin olun muhalefetin daha büyük şansı olur.

İki genç figürle karşı karşıyayız. Selahattin Demirtaş ve Yavuz Ağıralioğlu


Biri partisini terör örgütüne monte etme görevi üstlendi. Bunu normalleştirmek için çalıştı, konuştu.
Diğerinin bütün konuşmaları partisinin terör örgütüyle ilişkisini perdelemek üzerineydi. Bütün konuşma kabiliyetini bunun için kullandı, kullanıyor
Birinin partisi siyasetçilerini içeri düşürmek için çalıştı, onları buna zorladı.
Diğerinin partisi örgütün içerideki mensuplarını dışarı çıkartmak için çalışıyor.
İşin sonunda ikisi de kendilerini örnek alan gençlerin hayatlarında travma oluşturdu, oluşturuyor, oluşturacak.

Türkiye dönem dönem seri operasyonların yaşandığı, faili meçhullerin gerçekleştiği, halkın bir kısmının bir kısmına karşı kışkırtıldığı olaylara sahne olmuştur.


6-7 Eylül 1955 , İstanbul’da yaşayan gayrimüslimlere saldırıların düzenlendiği olaylar.
1980 Çorum Olayları.
1993 Madımak Olayı.
Bu olayların yaşandığı yıllar, seri operasyonların ardından kıvama gelen bir kısım halkı tahrik eden yalan haberler, kışkırtmalar ile gerçekleşmiştir.
Bu serinin son halkası 2014-2015 yıllarıdır. Suriye’de ortaya çıkartılan İŞİD terör örgütü ile PKK’nın Suriye kolu YPG arasında kurgulanan çatışmanın Türkiye’ye yansıması içeride seri olayların yaşanması, çözüm sürecinin bitirilmesi ile sonuçlandı.
Bugünden bakınca MADIMAK OLAYI ile 6-7 Ekim KOBANİ olaylarının aynı taktikle gerçekleştirilen olaylar olduğunu anlıyoruz.
Kendi ustalarımdan biliyorum, İŞİD Kobani’ye saldıryor haberleri geldiğinde o bölgenin insanları olan ustalarımın psikolojisinin nasıl bozulduğunu Ak Parti’ye oy verenlerinin bile kulaklarını her şeye kapattığını bizzat yaşadım. Çünkü İŞİD ile Ak Parti ve dindar kesim bir algı ile birbirine bağlanmış vaziyetteydi. Dünya, bizim medyanın bir kısmı Kürt halkı buna inandırılmıştı.
Şimdi biz İŞİD’in bir batı operasyonu olduğunu biliyoruz. Kobani saldırısının bir KURGU olduğunu biliyoruz, Kürt halkının bu ALGIYA yenik düştüğünü biliyoruz.
Peki geçmiş yıllarda yaşanan Çorum, Madımak olaylarının nasıl halkı birbirine düşürmek için yapıldığını bilip bugünden o günün insanlarını bu tahriklere kapılmakla kınıyorsak, biz neden bugün bu tahrik operasyonu zokasını yutup HDP'deki operasyon elemanlarının da kullanılmasıyla, birkaç gencin kandırılması veya içlerine giren servis elemanlarının yaptığı yüzünden kan davası güdüyoruz?

Anlatılamayan Mesele, Tank Palet Fabrikası

 

Haber kanallarında her akşam yayınlanan tartışma programlarını izlemek gerçekten insanı çok geriyor. Muhalefeti temsil eden sözcüler ağız birliği etmişçesine konu ne olursa olsun, moderatörün sorduğu soru ne olursa olsun onlar söze ‘’millet aç aç’’ diyerek başlıyor ekonomi batmış diyerek bitiriyor. Belli ki onlara böyle yapmaları söylenmiş.
Fakat beni esas geren iktidar tarafının sözcüleri. Bir iki isim dışında ekonomi ile ilgili konuları yeterince bilmemeleri. Mutlaka bilmeleri gereken üç beş rakamı dahi bilmiyor olmaları. Üzerinde çok spekülasyon yapılan, yaygara yapılan iki üç konunun aslını gereği gibi öğrenmemeleri.
Bunların başında iki yıldır gündeme getirilen TANK PALET FABRİKASI konusu var.
Şu kadar basit bir konuyu bir türlü öğrenemediler dolayısıyla da anlamadılar. Anlamadılar ki anlatsınlar.
Mesele şu;
Devlet yerli bir tank üretilmesi için ihaleye çıktı.
Öncelikle 250 tank üzerinden yapılan ihaleye Koç Holding 7 Milyar Avro BMC 4 Milyar Avro fiyat verdi
BMC ihaleyi kazandı Cumhurbaşkanı 500 Milyon daha düşürerek 3,5 Milyar Avroya ihale sonuçlandı.
İhalenin bir şartı da, tank üretiminde ihaleyi alanların Tank Palet fabrikasını kullanma imkanı olacağıydı. Bu 22 yıl olarak belirlendi. Yani ihaleyi alanlar bu imkanı da göz önüne alarak fiyat verdiler.
Tank Palet fabrikasının kullanılması ihalenin belki 1 Milyar daha düşük çıkmasını sağladı. Zaten atıl durumda olan Tank Palet fabrikası devletin olmaya devam edecek, Yönetim devletin personelinde olacak.
İşin aslı şu; ihaleyi alan firma kendisine ait bir fabrikayı zaten Karasu’da yapmaktadır. İlerleyen dönemde Tank Palet fabrikasını kullanmak istemeyecek üretimi kendi fabrikasında diğer üretimleriyle bir arada yapmak isteyecektir. İlk tankların erken teslimi için Tank Palet fabrikası firmanın kullanımına verilmek istendi.
Devlet 3,5 Milyar Avroyu ihaleyi kazanan firmaya verecek, firma 250 Altay tankını teslim edecek. İşin hızlı olması maliyetin düşük olması için Tank Palet fabrikasını kullanacak. Bu kullanma sürecinde illaki fabrikaya büyük paralar yatırmak durumunda olacak.
YANİ 50 MİLYON BULUNAMADI MI DİYE BİR ŞEY YOK, DEVLETİN 3,5 MİLYAR AVRO VERECEĞİ BİR İŞTEN BAHSEDİYORUZ.
Devlet elindeki fabrikayı kullanarak ihaleyi daha ucuza sonuçlandırmıştır. Ve işin sonunda fabrikasını rehabilite ettirmiş olacaktır.
Neticede bütün hakları devlete ait Altay tanklarından 250 adet devlete teslim edilecek. İlerleyen dönemde firma isterse 25 yıl boyunca Tank Palet fabrikasının bir kısmını kullanmaya devam edecek. Bir kısmını diyoruz çünkü fabrika devlete ait, devlet isterse fabrikanın diğer bölümlerinde kendine ait bakım ve üretim çalışmaları yapabilecektir.
Dediğimiz gibi firma biran önce üretimi kendi fabrikasına taşımak isteyecektir.
Fabrika peşkeş çekilmiş, satılmış falan değil. Devlet tank üretimi için vereceği büyük paraları daha asgaride tutabilmek için elindeki imkanı ortaya koymuştur.

Altay tankı üretimi için yapılan ihalede;

 Altay tankı üretimi için yapılan ihalede;

Daha düşük maliyet çıkartmak ve tankların üretimini daha erkene çekebilmek için,
İhaleyi kazanan firmanın Tank Palet fabrikasını kullanması programlandı. Daha önce de bu fabrika ALTAY tankı tasarım ve prototip üretimi için OTOKAR A.Ş.'ye tahsis edilmişti
İhaleye Koç Grubu 7 Milyar avro fiyat verdi
BMC Grubu 4 Milyar avro fiyat verdi. (daha sonra Cumhurbaşkanı bu rakamı 3,5 milyara indirdi)
İhaleye fiyat veren firmalar Tank paleti üreten, obüs üreten bu fabrikanın imkanlarını kullanacağını bilerek fiyat verdi.
Eğer şartnamede bu olmasaydı BMC belki 6 milyardan aşağı fiyat vermezdi ve teslimat için 6-7 sene zaman isterdi.
Burada devlet daha uygun fiyatla ve daha erken zamanda tanklarına kavuşmak için kendi fabrikasını kullanıma açmıştır.
Bunu muhaliflerin anlaması çok zaman alacak ama bizim gazetecilerin bunu hâlâ anlamamış olması ve anlatamıyor olması esas sıkıntımızdır.

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas şöyle demiş;


Biden ile birlikte Avrupa ve ABD'nin yeniden stratejik ortak olması gerektiğine vurgu yaparak,
"Libya ya da Suriye'de olduğu gibi, Rusya ya da TÜRKİYE TARAFINDAN DOLDURULAN BİR BOŞLUK BIRAKMAMALIYIZ. Artık otokratik oyunculara oyunları için alan sunamayız. Biz Avrupalılar, ABD ile ittifak içinde barışı ve demokrasiyi garanti altına almak için üzerimize düşeni yapmaya hazırız''
Almanya bizi kıskanıyor sözünü dalga konusu yapanlara sormak lazım.
Almanya dış işleri bakanının Rusya ve Türkiye'ye karşı ABD yeni başkanı Biden'dan yardım dilenmesi kıskanmanın bir üstü olan duygu değil mi?
Ezilme, hayıflanma, Türkiye ile tek başımıza baş edemiyoruz diyerek çaresizliklerini ilan etme durumu değil mi?

Emektar Hocaların Kenara Çekilmesi

 Ehli Rey veya diğer tanımıyla Dirayet Ehli ile Ehli Hadis ya da geleneğe bağlı kalma taraftarları arasında bir Mücadele, Münakaşa, Çekişme, Cidal, Çatışma olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Aslında bunlar Müzakere, Münazara, Muhâdara şeklinde olmalıydı.

Her ne şekilde olursa olsun bu rekabetin Ümmeti Muhammede hatta İnsanlık Alemine olumlu anlamda netice vermesi için selim akıl, güncel etkili dil ve güzel üslup temel olmalıdır.
Kendi tarafım saydığım Ehli Dirayet-Ehli Reyi temsil eden hocalardan hayati bir ricam olacak. Haddimiz midir tartışmasına girmemize gerek yok buna kimsenin haddi yoktur ama bu artık bir zorunluluk olmuştur.
Bu mücadelede belli yaşın üstündeki hocaların geri çekilmesi yerlerini yeni nesle bırakması Dirayet cephesine büyük bir alan açacaktır. Çünkü Ehli Reycilik ve eski dil tezat teşkil etmektedir. Ne hikmetse hocalarımızın neredeyse tamamı dil ve üslup açısından ileri görüşlerinin çok gerisinde bir durum sergilediler.
Yeni nesil hocalara (1990 sonrası üniversite mezunları) meydan bırakılırsa çok kısa zamanda gençlerin büyük bölümü hurafecilik ve bağnazlık tuzağından kurtulacaktır.
Emektar hocalarımız tefsirlerini yazmak üzere kenara çekilmeleri sevenlerinin de artık onların videolarını paylaşmamaları ile artık savunmadan kurtulup meseleleri yeni dil ile anlatma dönemine girmeliyiz.

Ak Parti dönemi özelleştirmeleri ve üretim ekonomisi özeti.


Özelleştirilen 14 şeker fabrikasından toplam 5 milyar TL gelir elde edilecek. Bu fabrikaların çoğu zarar etmekteydi. Özelleştirilen fabrikalar şeker üretmeye devam ediyor.
Buna karşılık 2002’de piyasa değeri bir şeker fabrikasına eşdeğer 244 Milyon TL olan Aselsan yeni yatırımlarla geliştirildi, teknolojik üretimler yaptı bugün piyasa değeri 40 Milyar TL oldu. Sadece bu yıl net kârı 3 Milyar TL oldu.
Bütün ederleri 5 Milyar TL olan şeker fabrikaları yerine stratejik ve teknolojik üretim yapan Aselsan’ın sadece yıllık kârı 3 Milyar TL

Almanlardan bir kıskanma itirafı daha (şaka değil gerçek)

 

Yerli Almanlar biraz üzülecek ama,
Almanya Savunma ve Stratejik Araştırmaler Enstitüsü (GIDS) Başkanı Gert Estenhofer,
Alman savunma sisteminin çağın gereklerine cevap verebilmesi için, insansız hava araçlarının silahlandırılması gerektiğini söyleyerek "Türkiye bu konuda ÇOK YÜKSEK BİR TEKNİK DÜZEYE ULAŞTI. Biz SİHA’ların gerekliliğini tartışırken, Ankara yıllardır başarılı bir teknoloji oluşturdu. Değişik tipte araçlar geliştirdiler, sunulan arz alışveriş merkezlerindeki tezgahları anımsatıyor" diye konuştu.

CHP Liderliğindeki Muhalefetin Yalanları Ve İktidarın tavrı

 CHP'liler seri yalanlar üretmekte bugünler iyice abarttılar. Bu nereye kadar gider diye merak edenler için bir hatırlatma yapalım.

Menderes döneminde ürettikleri meşhur yalan vardı;
Eylem yapan üniversite gençleri kıyma makinelerinden geçirilip yem yapılmış diye devam eden ultra yalan. Buna o dönemde inandılar.
Şimdi borsacı deyimiyle bu yalan trendinin direnç noktası olarak bu yalanı alırsak şimdiki yalanların daha da çok büyüyeceğini, akılları zorlayacağını tahmin edebiliriz.
Çünkü alıcılar müsait.
Diğer taraftan İktidar tarafı da bu yalanları güzel kullanıyor.
Yalanları anında cevaplayıp düzeltmiyor, iyice herkes yalana dalıp, yalana aracılık yaptıktan sonra gerçeği açıklayarak karşı cepheyi toptan yıpratıyor. Dirençlerini kırıyor

Adam bol kazanç için, sağlık için dua ediyor. Korku anında duaya herkesten çok asılıyor ama yağmur duasıyla alay ediyor.

 Adam bol kazanç için, sağlık için dua ediyor. Korku anında duaya herkesten çok asılıyor ama yağmur duasıyla alay ediyor.

Tabii ki insan sebeplere tevessül edecek, üstüne düşeni yapacak, bununla beraber duanın gücüne inanmazsa mü'min olmanın bir anlamı yoktur.
Gelelim işin siyasi boyutuna;
Evet bugüne kadar pek yağmur duasına ihtiyaç duymadık çünkü,
Belediyelerde yetkin kişiler varken gereken yatırımlar yapılıyor tedbirler alınıyor sorun olmuyordu. Tabii nankörlük konusunda da millet olarak kaşınmamıştık.
Fakat şimdi büyük belediyelerin hali malum ,
Nankörlük de zirvede,
Şimdi kuraklıktan korunmak için işimiz gerçekten Allah'a kalmış durumda. Duaya bunun için daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. 🙂🙂

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Borçlanması


İBB Başkanı İmamoğlu İstanbul nimet nimet diyerek, tasarruflarla büyük yatırımlar yapacağız, vakıflara giden paraları kessek yeter diyerek başkanlığa gelmişti.
Başkanlığa gelince yatırımları tek tek iptal etti . Çünkü baktı ki burada büyük paralarla bu işler dönüyor. O abartılı verdikleri yardım miktarı rakamları bile çerez kaldı.
Başkanlığa geldikten sonra her dönemde olduğu gibi borçlanmaya başladı. İş mecburen yarım kalan metroları devam ettirmeye gelince büyük borçlanmaya çıktı.
Tabii yine bu işte de samimi olamadı.
Önce kamu bankaları bize borç vermedi diyerek başladı. Bu borç vermeme konusunu tam bilmiyoruz ama ben olsam kamu bankası olarak İmamoğlu’na borç vermem . Çünkü büyük ihtimal ödemeyi zamanında yapmayacak, üzerine gidilince de İstanbul’a hizmet ettik kabahat mi ettik diyerek bankayı zor durumda bırakacaktır.
Kendisine sormak lazım kamu bankaları sana borç vermediyse neden kamu bankaları dahil Türkiye’nin ikinci en büyük bankası İş Bankası’ndan kredi almadınız.
İBB’nin kredi notu eskiden beri Hazine’den yüksektir. İş Bankası dış piyasadan da size borç bulabilirdi. Fakat işinize gelmemiştir aylık geri ödemeli kredi almak.
İmamoğlu ne yaptı?
33 yıl aradan sonra, ülkemizde bir belediye tarafından yurt dışına ihraç edilen ilk Eurobond satışını gerçekleştirdi.
Eurobond borçlanması şöyle oluyor. Parayı alıyorsunuz ana parayı 5 yıl sonra ödüyorsunuz. 6 ayda bir küçük oranda bir kupon ödemesi yapıyorsunuz. Yani borç ödemesi sizden sonraki döneme kalıyor. Normal kredide borç anaparasıyla beraber aydan aya veya belli periyotla geri ödenir.
Sonuç;
İş Bankası’ndan kredi alınmadı ama kamu bankaları bize kredi vermedi diye yaygara yapıldı.
Eurobond borçlanması yapılarak borcu geri ödeme işi sonraki döneme bırakıldı.

Devletin ödediği Faizi Devamlı Dile Getirenlerin Çelişkileri ve Ucuz Siyasetleri

 Devletin ödediği Faizi Devamlı Dile Getirenlerin Çelişkileri ve Ucuz Siyasetleri

Türkiye birçok ülke gibi bütçesinden faize önemli pay ayıran bir ülkedir.
2000-2001-2002 yıllarında faize ödediğimiz para 96 milyar dolar yani yılda ortalama 257 milyar TL. Ve o günkü Türkiye bugünkü Türkiye'nin ekonomik olarak dörtte biriydi.
Hazine 2019'da 96 milyar TL bu yıl da ilk dokuz ayda 97 milyar TL faiz ödedi.
Son yıllarda teslim edilen Yap İşlet Devret yatırımlarına yaklaşık 170 Milyar TL yatırdı şirketler. (3. havalimanı hariç)
Eğer bunları da devlet yapsaydı bu ödediğimiz faizin toplamı kaça çıkardı?
Borçlanma ihtiyacımız artacağı için risk de artacak diğer borçlanmalar da daha yüksek faize mal olacaktı.
Bu yatırımları devlet yapıp borçlansaydı ve son yıllarda yaşadığımız Doğu Akdeniz, Suriye, Libya gerilimleri ve Pandemiye yakalandığımız bu yıl ile ile birlikte bize bu yatırımların maliyeti ne olurdu?
Şimdi bu projelerin bir kısmı garanti verilen geçişleri geçmiş, geçmeyenler de devlete yapım maliyetlerinin yanında çok küçük sayılacak maliyetler getirmektedir.
Bugün halk bunlardan faydalanmakta, ülkemize akaryakıt, zaman, can açısından pahası ödenemeyecek avantajlar sağlamaktadır.

Fatih Altaylı denen çakalın nasıl hâlâ TV'lere çıkabildiğine hayret edenlerdenim.

 Fatih Altaylı denen çakalın nasıl hâlâ TV'lere çıkabildiğine hayret edenlerdenim. Turgay Ciner bu herif yüzünden bir gün çok mahcup olacak.

Altaylı geçen akşam kendi programında, ''Suriyeliler 4 milyon askerle gelip Türkiye'yi şu anda esir almış vaziyette görünüyorlar '' şeklinde sefilce bir laf daha etti.
Bilinç altını ele verme açısından ''Ordu Katar'a satıldı'' lafıyla aynı hastalıklı kafayı ifade etmektedir.
Yalnız Altaylı'nın 4 milyon ''askerle'' demesi çok manidar oldu.
Gerçekten Suriyeliler ancak nükleer askeri güçle sağlanacak bir alan açtı bize.. Doğu Akdeniz’de Yunanistan, Libya’da Fransa çağırdı Avrupa'yı. Fakat Avrupa bize yaptırım yapmaktan çekindi. Merkel’in sözleri hep mülteciler açısından bizimle olan işbirliğine vurgu ile bitti.
Bir de işin PKK tarafı var.
Bizim istemediğimiz bir şeydi PKK’nın Suriye’de tutunması ama iş o noktaya vardı ki PKK bütün gücünü Suriye’de toplamak zorunda kaldı. İçeride terör sıfırlandı. Bunun bize kazandırdığı ekonomi Suriyelilere harcadığımızın çok üzerindedir. Kurtulan canların zaten hesabı yapılamaz.

Türkiye’de hukuk siyasallaştı diyerek insanların ve piyasanın hukuka güvenini sarsmaya çalışanlar bunu önemli ölçüde başardı.

 Türkiye’de hukuk siyasallaştı diyerek insanların ve piyasanın hukuka güvenini sarsmaya çalışanlar bunu önemli ölçüde başardı.

İşin aslı şu ki; dünyada hukukun siyasallaşmadığı bir ülke var mı, meseleye oradan bakmak lazım.
Siyasi davalar bütün ülkelerde devletin güvenliğini ve ulusal menfaatlerini göz ardı etmiyor.
Örnekleri hatırlayalım.
Almanya, Türklerden yardım paraları toplayıp Türkiye’ye gönderen Deniz Feneri yöneticilerini tutuklamıştı. Bunu istihbarat elemanının tanık olduğu bir davayla yapmıştı. Zorlama bir dava olduğunu herkes bilmekteydi. Fakat aynı Almanya Türkiye’ye zarar veriyor Almanya’nın Türkiye’ye karşı pazarlık gücünü artırıyor diye PKK’lılara hep göz yummuştur. Şimdi de Fetöcülere aynı töleransı göstermektedir. Başka örnek Belçika, Sabancı suikastçısı Fehriye Erdal’ın dava sürecine bakılabilir.
ABD’nin Fetö elebaşı için takındığı tavır; Mesela aynı şekilde Mısır’da darbe girişiminde bulunan bir İhvan lideri olsaydı, ABD onu böyle kayırır hukuktan kaçırır mıydı? Bunlar bilinen ve insanları şaşırtmayan, siyasetin hukukun önüne geçtiği olaylardır. ABD tarihi tehdit gördüğü toplum liderleri ortadan kaldırma operasyonlarıyla doludur. Bugün hâlâ aleyhinde delil bulamadığında taciz gibi isnatlarla meseleyi hallettiğini herkes biliyor.
Türkiye dört ayrı terör örgütü (Fetö, PKK, DHKP-C, İŞİD) ile mücadele etmekte yargılamalarını yapmaktadır. Bu örgütlerin bir kısmını batılılar bizzat kurdu diğerlerini de açık açık hukuksuzca desteklemekte ve korumaktadırlar.
Türkiye’de asıl vatandaşı ilgilendiren günlük hukuk davaları açısından adliyenin durumuna bakmak gerekir. Adliyelerin fiziki olarak çok geliştiğini herkes görmektedir. İstinaf Mahkemeleri ile yıllarca beklenen Yargıtay süreçleri ciddi oranda kısaldı. Uzlaştırma Büroları yargının yükünü azaltıyor. Eski Türkiye’de avukat tutma hakim-savcı tut tavsiyeleri tarihe karıştı.
En önemlisi suçlu veya şikayetçi olarak gittiğiniz karakolda azarlanmamak hatta tokat yememek için eliniz cebinizde her an rüşvet vermeye hazır pozisyonda olmalıydınız. Şimdi Polis Merkezlerinde polis memurları aman vatandaş CİMER’e şikayet yazmasın diye eğilip bükülüyor.
Adliyelerde Yazı İşleri müdürlerine aslan payı verilmeden dosya kapağı açılmazdı. Tapu dairesinde Müdüre ve memura bahşiş verilmeden imza atılamazdı. Şimdi müdürü görmüyorsunuz memur imzayı kamera önünde alıyor, değil bahşiş selam almaktan çekiniyor.
Netice olarak Türkiye’de hukuk ancak batı ülkeleri kadar siyasallaşmıştır. Asıl vatandaşı ilgilendiren adliye açısındansa çok çok ilerlemiştir.

Ak Parti’nin 2011 seçimlerinde aldığı % 49,83 oy nereye gitti bunu inceleyelim.

 Ak Parti’nin 2011 seçimlerinde aldığı % 49,83 oy nereye gitti bunu inceleyelim.

MHP - %12,98
CHP - % 25,94
Bağımsızlar BDP/HDP %6 almıştı 2011 seçimlerinde.
Sonra,
Fetö ile mücadele süreci başladı, Gezi olayları oldu, Suriye iç savaşı devam etti ve
2014’te Kobani olayları oldu
Fetö aklı ve KCK/PKK aklı birleşerek tabii ki arkalarında bilinen servislerin desteğiyle Türkiye’de bir algı oluşturuldu.
Bu algının iki hedef kitlesi vardı
Biri Kürtler
Diğeri ahlakçılık üzerinden ayartılacak vatandaş kitlesi.
İki kesim üzerinde süren çalışma sonucunda HDP’nin oy oranı iki katına çıkarıldı MHP içerisinden çıkarılan İYİ Parti çatısı altında da ahlakçılık ile ayartılan ve Fetö yüzünden küskünler toplandı.
Kürtlerin algıya teslim olma sebebi Suriye’de kürtlerin İŞİD tarafından katledildiği ve buna Ak Parti’nin İŞİD’e destek vererek yol verdiği üzerineydi. Bu algı o günlerde çok tuttu. Buna Fetöcüler MİT tırları operasyonuyla malzeme üretti CHP’li siyasetçi ve gazeteciler gündemde tutarak destek verdi.
Neticede 2011’de Ak Parti’ye oy veren Kürtlerin bir bölümü HDP’ye oy vermeye başladı.
2015 Haziran seçimlerinde HDP 13,12 oy aldı. Ak Parti 40,87 oy alırken MHP 16,29, CHP 24,95 oy aldı.
CHP’liler HDP’ye her evden bir oy kampanyası başlatmıştı ama tabloya bakıldığında CHP’nin 2011’e göre sadece %1 oyu azaldığı görülecektir. Yani HDP’ye giden oyun ancak %1’i CHP’dendi % 6’sı Ak Parti’den giden oydu.
Ak Parti’nin % 3,5 oyu da MHP’ye gitmişti.
2015 Haziran seçimlerinde Ak Parti’nin tek başına hükümet kuramaması halkı endişelendirdi. Kızgınlıkla ve algı ile HDP’ye , MHP’ye oy verenlerin ve diğer küçük partilere oy verenlerin bir kısmının geri dönmesiyle Ak Parti 1 Kasım 2015 seçimlerinde yine % 49,49 oy aldı. MHP’nin oyu 11.90’a HDP’nin oyu 10.76’ya düştü.
2018 Milletvekili seçimlerinde tablo şöyle olmuştu
AK Parti % 42,56
MHP % 11,10
CHP % 22,64
İyi Parti %9,96
HDP % 11,70
2011 ve 2015 seçimlerini göz önüne alarak baktığımızda, CHP’den % 2,5 MHP’den % 4 Ak Parti’den de % 2,5 oy İyi Parti’ye gitmiş, Ak Parti’nin % 5 oyu yine HDP’ye gitmişti.
Son anketlere baktığımızda durum ortalama şöyle görünüyor;
42.1 AK PARTİ
22.8 CHP
10.3 MHP
10.1 İYİ PARTİ
9.7 HDP
1.7 SAADET PARTİSİ
1.0 DEVA PARTİSİ
0.6 GELECEK PARTİSİ
0.6 BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ.
Ak Parti’nin % 4’ü hâlâ HDP’ye gidiyor. Bunun sebebi HDP’yi bölge halkının çok sevmesi ona ümit beslemesi değil. Tamamen bir tavır. Bu tavrın sebebi Kobani olaylarıyla başlayan süreç. Ve bütün bu olan bitenin sembolleşmiş hali Selahattin Demirtaş şeklinde zihinlere yerleştirilmesi ve muhalefetin devamlı Demirtaş üzerinden bölge halkını kışkırtması.
Bu çocuklukta yaşanan bir travma gibi. Bu travma birileri tarafından iyi bilindiği için hep oraya çalışıyorlar. Millet İttifakının bütün bileşenleri en milliyetçisi bile neden Demirtaş çıkmalı diye lafa başlıyor? Bunun sebebi bu. Bu çok basit bir oyun ve gözümüzün önünde oynanıyor.
Bu oyun şöyle kuruldu; Kobani olaylarıyla ateşlenen nefret ateşini elinde tutan Demirtaş Meclis grubunda kürsüye çıkıp ‘’Seni başkan yaptırmayacağız’’ diyerek indi. Ve bütün bu olan biten, zihinlere böyle nakşedildi. Demirtaş’ın böyle bir gücü olmadığı biliniyordu ama oluşturulan nefretin siyasi alanda kullanılması için sembollere ihtiyaç vardı.
Bunun ülkeye maliyeti nedir?
Ülke gelmiş bu % 4 ün algıya takılıp kalmasıyla sıkışmış vaziyettedir. Siyaseti belirleyen, yeni partiler kurulmasını sağlayan, yıllar sonra CHP’ye yeniden iktidar ümidini veren budur. Bu durum açık yara gibi mikropları çeken bir vaziyet aldı. ABD başkanı Biden’e muhalefete destek verelim işi bitirsinler dedirten bu % 4’tür.
Millet İttifakı’nı da zehirliyor bu durum. Hem HDP ile işbirliği yapıyorlar hem bunu saklamak istiyorlar. Bu onları da yıpratıyor. Kimse HDP ile birlikte iktidar olmayı kabul etmiyor ama bütün seçim planlarını bunun üzerine kuruyorlar. Halkın siyaset anlayışını zehirleyen ifsat eden bir durumdur bu.
HDP’yi kapatmak , parasını kesmek yerine beslendiği asıl kaynağı yani travmanın sembolleştiği kaynağı kurutursak bu iş bitecektir.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...