Ak Parti iktidarının ilk dönemleri içerideki durumlar ve dünyadaki konjonktürün de gereği olarak batı ile çatışma içerisinde değildi.
O dönemde Türkiye Ak Parti iktidarıyla beraber islam dünyasına örnek gösteriliyordu.
Çünkü El Kaide gibi örgütler hızla büyümekteydi. Bosna, Çeçenistan ve Afganistan savaşları bitmiş boşta kalan on binlerce savaşa alışmış müslüman genç, emperyalist ülkelerden kendi ülkelerinin intikamını almak için silahlı örgütler kurma yarışına girmişti.
Türkiye o dönemde Ak Parti iktidarıyla batının zorunlu tercihi halindeydi. Diğer müslüman ülke halklarına örnek olması terörü engelleyecek tek seçenek olarak görülüyordu.
Ak Parti içeride de laikçi cuntanın baskısını def edebilmek için Avrupa Birliği ile iyi ilişkiler içerisinde olmak istiyordu.
Bunlar bir araya gelince ekonomide hızlı gelişmenin önünde bir engel olmuyordu.
Türkiye ekonomik ve siyasi açıdan risk taşımıyor aksine örnek ülke olarak görülüyordu.
Sonraki dönemde yani 2012 sonrası dönemde işler değişti.
Türkiye ekonomisi borçluluk açısından en düşük orana sahip ülkelerden olmasına rağmen, rezervleri ve bankalardaki mevduatın yüksek olmasına rağmen, yüksek turizm geliri ve üretimin devamlı artmasına rağmen bu tarihten sonra riskli ülkeler kategorisine girdi.
CDS denilen ülkelerin kredi ödemedeki risklerini ölçen risk primi olarak bilinen bir veri vardır. Bu veriye bakıldığında Türkiye CDS’nin yükseldiği dönemler hep siyasi gelişmelere denk geliyor. (tabloyu paylaşıyorum)
Rusya’nın mesela CDS’i hep 100 ile 200 arasında olmuş sadece 2014’te Ukrayna ile yaşadığı sorunda 600’e çıkmış şimdi de işgale başladığı için 13.000 ‘e çıkmış vaziyettedir.
Türkiye ekonomisinin döviz sorunu yaşaması, yurt dışı borçlanmalarında yüksek faiz vermesinin sebebi yaşadığı siyasi krizlerdir.
Türkiye bu bedelleri gelecekteki güvenliğini sağlamak, menfaatlerini korumak için ödemek durumunda kalıyor .
Ödediğimiz bu bedelleri bir yatırım olarak görmeliyiz. Bunları yaşamamızın sebebi; Fetö ihanet çetesini çökertmek, Suriye’de koridor terör devletini engellemek, Doğu Akdeniz’deki menfaatlerimizi korumak, güvenliğimizi sağlama almak için S400 almak ve milli savunmamızı geliştirmek ve içinde bulunduğumuz coğrafyanın ateşinin üzerimize sıçramasını engellemek içindi.
Bu süreçleri yaşarken çok büyük parasal giderlerimiz oldu. Askeri harcamalar, göçmenlere yapılan harcamalar ciddi yükler getirdi. Risk primini belirleyen kuruluşlar ülkelerin, şirketlerin risk primini yükseltmek için bahaneler arar. Türkiye'yi riskli göstermek ve yüksek faiz almak için bahane bulmakta zorlanmadılar.
Fakat bu bahanelerde borçluluk oranı yüksek, üretim düşük, siyasi istikrarsızlık var, KİT'ler zarar ediyor, vergi gelirleri giderleri karşılamıyor gibi bahanelerle değil yukarıda bahsettiğimiz bahanelerle risk primimiz yükseltildi.
İşte burası çok önemli.