21 Aralık 2021 Salı

Kur Atağı Ve Müdahale

 

Muhalifler kuru dengelemek için getirilen sisteme bir kulp takmak için bu gizli faiz artırımıdır diye yine boş bir laf üretti, bu doğru değil.

Neden değil?

 

Hükümetin uygulayacağı sistem kendi kendini koruyan bir sistem.

 

 Döviz mevduatını bozup TL’ye geçenlerin döviz artışı olursa zararını hazine karşılayacak. Eğer mavduat sahipleri bu çağrıya uyar da TL’ye geçerse zaten döviz düşecek bunun olacağı  bu akşamki hareketten  anlaşıldı. Dolayısıyla hazine bir yük yüklenmemiş olacak.

Eğer bu çağrıya uyan olmasa yani dövizini bozan olmazsa zaten hazineye bir yük binmemiş olacaktır.  

 

 Yani bu sistem otomatikman bütün mevduatı Merkez Bankasının rezervi gibi görev yapan bir garanti haline getirdi. 

 

Neden bu karar şimdi alındının izahı şudur;

 

Cumhurbaşkanının  dediği gibi bu bir kurtuluş savaşı. Yani tehdit tanımlanacak, gayesi tespit edilecek, çapı ölçülecek, işbirlikçiler ifşa edilecek ve bertaraf edilecek.

 

Kur atağının bir tarafında  dünyada bollaşan nakitin yüksek kazanç için spekülatif hareket yapabilecek ortam araması vardı.  Olayın bir tarafında  panikletilen, ümitsizliğe sürüklenen halkın paniklemesi vardı.  Diğer tarafta hükümeti düşürmek için bu durumun muhalefet tarafından hoyratça kullanılması. Son aşamada topa TÜSİAD’ın girmesi.

 

Kur atağı kasım ayında başladı. Öncesindeki kur artışı hükümetin öngördüğü, yeni programının gerektirdiği artıştı.

 

Kasımdan sonra yukarıda bahsettiğimiz taraflar birbirini tetikleye tetikleye olaya girdi. Hükümet de her aşamada gelişmelere göre tedbirler almaya çalıştı.

Hükümetin hedefi Politika Faizini diğer ülkeler gibi enflasyonun en azından üçte ikisine düşürmekti. Bu hedef, spekülatörler tarafından kullanıldı.

 

Çünkü içerideki hava buna müsaitti.

 

Borsada spekülasyon yapmak için bir hikaye lazımdır. Türkiye’de bu konudaki hikaye, ‘’faizin sebep mi sonuç mu’’  olduğu tartışmasıydı.

Bu tartışma  piyasayı kışkırtmak için kullanılabilirdi,  bunu görenler bunu tepe tepe kullanmaya başladı, ardından muhalefetin yaygarası ve halkın paniklemesi geldi. Bu da beklenen durumdu. Dövize talep artırdıkça kârları yükselecekti. Aynı spekülasyon ekibi Borsayı son günlerde aşağı çekme hamlesi yaptı. Amaçları şişen dövizden çıkıp düşük fiyattaki borsaya girmekti.  

 

Hükümetin uygulamaya karar verdiği sistemin benzerleri son haftada konuşuluyordu.

Ben de TL mevduatına geçenlere döviz senedi verilsin belli tarih sonunda isterse dövizin o andaki kurundan TL’sini alsın çıksın şeklinde bir uygulama yapılabilir diyordum çevreme.

 

 Kurun beklenmeyen atağı şurada kırk günlük bir hadisedir.

Bu atak önce geçici mi, devam edecek bir şey mi olduğu gözlendi.

Ardından Merkez Bankası görevini yaparak müdahalelerini yaptı, kur atağı tsunami gibi birbirini tetikleyen bir olaylar silsilesine dönüşmeye başlaması son hamlenin yapılmasına kadar işi getirdi. Bu hamle bir hafta gecikmeyle geldi denebilir.

Ben burada yine Allah’ın bir  lütfunu görüyorum.

Bu arada TÜSİAD tezgaha düştü. Bu krizin kazancı da bu oldu. O bir haftanın getirisi de bu ve Merkez Bankasının yüksek fiyattan dolar satması ve kâr etmesi oldu.

 

 

5 Aralık 2021 Pazar

Güney Kore Ekonomi Modeli ve Üretim ve İhracat için Yapılanlar

 Güney Kore Modeli Ekonomi

Türkiye sadece halkı rahat yaşasın diye değil, bu topraklarda kalabilmek için ve bağımsızlığını koruyabilmek için çok daha fazla zenginleşmeli ve savunma alanında güçlenmelidir.
Bu hayati bir zorunluluktur. Biz Endonezya, Malezya veya Brezilya değiliz. Biz dünyanın bir kenarında değiliz. Biz geçmişte ülkelere hükmetmiş devletlerin devamıyız. İnsanların rövanş almak istediği, güçlenmesinden korktuğu bir ülkeyiz.
Biz bu yüzden kalkınmayı belli aşamaları geçerek yapmak durumundaydık. Bu yüzden süreç şöyle yaşandı;
Öncelikle halkımız fukaralıktan kurtulup yeniden özgüvenini kazanmalıydı, zenginlik tabana yayılmalıydı.
Özal döneminde başlayan 90’larda kesintiye uğrasa da 2002 sonrası ilk dönemde bu önemli oranda sağlandı. Bu dönemde Türkiye zenginleşti, dünyaya açıldı, birçok ülkeye TİKA gibi kuruluşlarla ve özel yardım dernekleriyle el uzatıldı, ilişkiler geliştirdi. Ülkelerle olan ilişkilerde o ülkelerin halkı esas alındı, demokrasiden yana tavır alındı.
Bu dönemde alt yapı tamamlanmaya çalışıldı, halk hizmetle tanıştı öğretilmiş çaresizlik psikolojisinden kurtuldu, hizmet talep eden, hak arayan, tüketmeyi, tatile zaman ayırmayı öğrenen, zenginleşmeyi kendine yakıştıran bir halk haline dönüştü.
2002 sonrası ilk on yıl bu kazanımlarla geçti. İkinci dönem devleti saran vesayet odaklarıyla, başına bela olan örgütlerle, yapılarla mücadele dönemi oldu. Bu süreç ayaklanma girişimleri, seri terör saldırıları, darbe girişimleri ve bu örgütleri destekleyen yabancı güçlerin kozlarını sırayla devreye sokmaları ve bunlarla mücadele, bedel ödeme ve bu saldırılara karşı şerbetlenme dönemi olarak geçti ki bu da büyüyecek bir ülke için gerekli bir kazanımdı.
Şimdi üçüncü döneme geçtik.
Bütün bu kazanımlar; alt yapı, dışarıda bağlantı kurulan ülkeler, bize minnet borcu oluşan ülkeler, bize ihtiyacı olan ülkeler, bizim kuracağımız dengeyi dikkate alan ülkeler, dünyanın yeni derdi göçmenler konusunda bizim ağzımıza bakan ülkeler, güvenlikleri için el uzattığımız ülkeler ile beraber yol yürümeye başladığımız dönem başladı.
Çünkü sadece üreten ülke olmanız yetmiyor. İstikrarlı müşterileriniz olmalı, bir sebeple bir taraf size ambargo uyguladığında alternatif pazarlara, sizin sözünüzün geçtiği pazarlara sahip olmalısınız.
Turizm geliri gibi alternatif bir geliriniz olmalı bunu geliştirmiş olmalıydınız.
Dışarıda iş yapan, yatırım yapan bir sektörde söz sahibi olmalıydınız biz bunu ihaleler aldıkları ülkelerde etkili olma kapasitesine ulaşmış büyük inşaat firmalarıyla sağladık.
Güçlü operasyon kapasitesi olduğunu ispatlamış bir istihbarat teşkilatınız olmalıydı, bunu sağladık.
Dışarıda operasyon kapasitesine sahip, gerektiğinde Katar’da, Libya’da olduğu gibi menfaatlerinizi koruyacak bir silahlı kuvvetleriniz olması gerekiyordu, bunu sağladık.
Bütün bunlarla beraber Pandemi sonrası dünyada yaşanan gelişmelerle Çin’in tekelleşmesine karşı Avrupa’nın ve ABD’nin Çin’in firenlenmesi politikaları geliştirmek zorunda kalmaları bizim hedeflerimize ulaşmamızı hızlandırdı.
Bu günlerde ekonomide Çin, Güney Kore modeli olarak tarif edilen üretim ve ihracata dayalı modele oturan ekonomimiz bütün bu süreçle temellendirildi.
İhracat yapacak fabrikalar için yollara, enerji için barajlara nasıl para harcandıysa vesayet odaklarını tasfiye ederken de bir bedel ödendi, para harcandı veya bu bedel paranın değeri düşerek yaşandı.
Üretim ve ihracat yapacak olan ülke, rakiplerinin at koşturduğu bir ülke olamaz. Almanya’nın ABD’nin direkt emrinde olan fetöcü ve Nato emrindeki vesayet görevlisi generaller işbaşındayken siz sanayi ülkeleriyle rekabet edemezdiniz. Bu tasfiye süreçlerinin bir bedeli olacaktı onu da ödedik.
Gelelim ekonomimizin Güney Kore veya Çin modeli ile benzerliklerine.
Sanayi devrimini İngiltere 150, ABD 100, Japonya 75 yılda Güney Kore 40 yılda gerçekleştirdiği söylenir.
Literatürde Güney Kore’nin kalkınma mucizesi üçüncü kuşak sanayi devrimi olarak adlandırılır. Biz bunların hepsinin kaçırdık.
Çin otoriter bir ülkeydi, halkı çok düşük gelirle yaşamaya alışmış ama çalışkan bir halka sahipti. Çin daha çok yabancı sermayenin gelmesi ve ucuz işgücüyle bunu başardı.
Biz daha çok Güney Kore benzeri bir gelişme yaşıyoruz. G. Kore’ye baktığımızda onlar Çin gibi diktatörlükle idare edilmiyor olsalar da rekabet için gerekenleri yaptıklarını görüyoruz.
G. Kore sanayileşmeye başladığı dönemde işçilerin çalışma saatleri çok uzun ve çalışma koşulları çok ağırdır, ayrıca sendikalara üye olmaları 1971 yılında yasaklanmıştır. Bazı uzmanlara göre, Güney Kore’nin 1970’ler ve 1980’lerdeki hızlı endüstriyel gelişimi ücretlere uygulanan baskılara dayandırılmaktadır.
Enflasyon 1975’te %25,3’e çıktıktan sonra kısmen düzelse de 1980’de %28,9 ile yeni bir rekor kırmıştır.
Güney Kore dış rekabet gücünü koruyabilmek için aynı zamanda devalüasyonlara da başvurmuştur. Won’un değeri 1970-1974 yılları arasında yapılan devalüasyonlarla %60 oranında düşürüldükten sonra 1974-1979 yıllarında sabit tutmuştur. 1960- 1980 yıllarında Won yaklaşık olarak on kat değer kaybetmiştir.
İhracata dönük büyüme stratejisi firmaların ürünlerini dış piyasada pazarlamaya başlamalarına neden olmuştur. Örneğin, 1980 yılına kadar iç piyasada renkli televizyon satışı yasaklandığından üretici firmalar ürünlerini dış piyasaya satmak zorunda kalmıştır.
Görüldüğü gibi üretim üssü olmak için rekabetçi kur ve ucuz işgücü şarttır. Biz bunu Çin gibi diktatörlükle veya G. Kore gibi sendikaları yasaklamakla yapamayız. Bizim halkımızın yükselen tüketim alışkanlıkları da bizi zorlamaktadır.
Bu yüzden bu rekabeti sağlamanın tek yolu olarak kurun yükselmesini fırsata çevirmek kalıyor. Hem israfa kaçan lüks tüketim alışkanlıklarının dizginlenmesinde hem işgücünün rekabetçi olmasını sağlamakta kurun yükselmesi bizim üretim üssü olmamıza hizmet edecektir.
Bu çok konforlu bir şey değil ama bütün sanayileşen ülkeler bu süreci yaşamış.
Bizim zenginleşmemiz ve güçlenmemiz sadece konforumuz için değil bağımsızlığımız ve güvenliğimiz için de zorunludur, bunu unutmayalım.
Bazı ekonomistler Çin gibi kalkınmayı istemiyoruz, ben çocuğumun fabrikada işçi olmasını istemiyorum diyerek karşı çıkıyor. Aynı kişiler halk aç, işsiz diye de şikayette bulunuyor. Halkımızın gerçekten çok çalışkan bir halk olmadığını biliyoruz. Almanya nüfusunun %25’i bugün göçmenlerden oluşuyor. Türkiye’nin de bu yolu kullanmak zorunda kalacağı da görülüyor.
Neticede Türkiye istikrarı sağladığı, bağımsızlığını koruduğu sürece sanayileşmesini, zenginleşmesini, güçlenmesini sürdürecek her şeye sahip duruma gelmiştir.

22 Kasım 2021 Pazartesi

Ak Parti’nin Türkiye’yi Zenginleştirmesi, Kentlileştirmesi ve Özgürleştirmesi Nasıl Aleyhinde Kullanılıyor.


Mesela işsizlik rakamları Türkiye’de neden yüksek çıkıyor?
Türkiye Avrupa’da en çok istihdam sağlayan ülkedir. Buna rağmen işsizlik bizde yüksek çıkar.
Çünkü işsizlik oranları iş gücüne katılma oranına göre belirlenir.
Ak Parti döneminde daha önce iş gücüne katılamayan kadınlar özgürlüklerle beraber (kamuda başörtüsü) iş gücüne katılmaya başladı.
Kızların önemli bölümü Anadolu'da kırsalda orta okula, liseye bile gönderilmezken başörtüsü serbestliğiyle okumaya başladı. Üniversite okudu ve işgücüne katıldı.
Türkiye’nin köy nüfusu 2002’de %34’tü şimdi %7’ye düştü. Köyde evin kadını, genci, kızı çalışıyor görülüyorken kente göç neticesinde iş aramaya başladı.
İşgücüne katılma oranının artma sebepleri;
-Kentlerin zenginleşmesi, sanayileşmesi, hizmet sektörünün gelişmesi.
-Buna dayanarak kırdan kente göçün hızlanması
-Kadınların işgücüne daha fazla katılmaya başlaması
Kentte daha önce işe girmeyi düşünemeyen kadınların iş aramaya başlaması (kamuda başörtüsü serbestliği, okullardan mezun kadın sayısının artması, muhafazakar kesimin de hayata daha çok katılma ortamının oluşması)
Bunların neticesinde
2002 ‘de %10.3 olan işsizlik oranı bugün itibariyle ancak % 11,7’’e yükselmiştir.
İstihdam 2002’de 21 milyon kişiyken şimdi 29,3 milyona çıktı.
Nüfus 2002’de 65 milyondan % 28 artışla 83,6 milyona çıktığı halde
İstihdam % 40 arttı.
Bu iş sahibi olabilme durumunu, köyde yaşarken tarlada çalıştığı için iş sahibi sayılan kadınların ve gençlerin kente göçtükten sonra iş bulabildiğini, milyonlarca kadının özgürlüklerle beraber hayata katılmaya başlamasıyla birlikte hesap ederek düşünelim.

20 Kasım 2021 Cumartesi

Ekonomi Nereye Gidiyor?


Türkiye dünya şartlarının getirdiği fırsatları doğru değerlendirerek ve yaptığı alt yapı yatırımlarının avantajı ile daha önce Güney Kore, Singapur ve Hong Gonk’un başardığı üretim/ihracat hamlesini gerçekleştiriyor.
Bunu artık muhalif ekonomistler de kabul etmiş durumda. Yüksek kur bazı zorluklar doğurmakla beraber bu duruma hizmet ediyor.
Peki bu durum Ak Parti’nin halk gözünde puan kaybetmesine sebep oluyor mu?
Dünya Pandemi sonrası yükselen enerji, petrol ve emtia fiyatları yüzünden uzun zamandır görmedikleri enflasyon ve koordinasyon zorlukları yaşıyor.
Türkiye Pandemi’den en çok etkilenen ülkelerden biri. Çünkü Pandemi en çok turizmi vurdu. Türkiye turizmden ciddi döviz geliri sağlayan bir ülke. Avrupa ülkeleri ise Akdeniz ülkeleri hariç Rusya dahil turizm açısından ciddi gideri olan ülkeler. Yani onların vatandaşları tatillerini çoğunlukla yurt dışında geçirerek ülkelerine döviz kaybı yaşatıyorlar biz ise turizmden döviz kazanıyoruz. (2019’da 35 milyar dolar 2020’de 12 milyar dolar gelir sağlandı)
Cumhurbaşkanı Erdoğan bazen dış siyasette aldığı risklerle halkın dirayet ve riski göze alma sınırlarını zorladığı oldu ve oluyor. Fakat iş halkın ekonomik durumuna geldiğinde, bu konuda hep halkın en az zorluk yaşayacağı modeli tercih etmiştir yine öyle yapmaktadır.
Pandeminin başlangıç döneminde Türkiye ciddi döviz ihtiyacı yaşadı. Özel sektör döviz açıklarını kapatmak istedi, turizm geliri çok düştü, cari açık arttı bunların karşılanması için rezervler kullanıldı. Pandeminin bu yılki etkisi ise dünyada fiyatların hızla artmasıyla bizim kur baskısı yüzünden yaşadığımız enflasyonun ikiye hatta üçe katlanması neticesini doğurdu.
Bu durumlarda ülkelerin uygulayacağı birinci yöntem tüketimi kısmak ve enflasyonu dizginlemektir. Bu acı reçete denen kemerleri sıkma politikasıdır. Bunun için faizler artırılır, krediler baskılanır, talep azalınca enflasyon da düşer, cari açık düşer, döviz kuru düşer kimse dolar yükseldi yaygarası yapmaz.
Fakat ne olur?
Büyüme durur, istihdam durur, insanlar işlerini kaybetmeye başlar, esnaf siftah yapmaz, insanlar işlerini kaybetmemek için daha düşük maaşla çalışmaya razı olur. Bütün bunlara paralel olarak devletin vergi geliri de düşer, emekli maaşlarını artıramaz, vergilerden fonlardan vazgeçemez hatta yeni vergiler koyar. Şu anda yaptığı gibi doğalgazı, akaryakıtı, elektrik fiyatlarını sübvanse edecek kaynak bulamaz.
Türkiye Pandemi öncesine göre bir milyon altı yüz bin yeni istihdam sağladı.
Avrupa’da yaşanan doğalgaz ve akaryakıt fiyat artışını halka onların yarısından az yansıttı. Çünkü aradaki farkı hazinden karşılama yoluna gitti.
Bu arada akaryakıtta ÖTV’yi sıfırladı 15 milyar dolar vergi gelirinden vazgeçti. Elektrikte TRT payı ve fonundan vazgeçti.
Bunlar fatura başına büyük para tutmuyor ama bu feragatlar devletin para para diye dolanmadığını hazinenin ciddi bir borçlanma ihtiyacı içerisinde olmadığını gösteren işaretlerdir.
Neden?
Çünkü ihracat artıyor, üretim artıyor. Toplam dış ticaret 500 milyar dolara yaklaştı bu da devleti vergi gelirleri açısından güçlü yapıyor ve düşük gelirlilere hayatı kolaylaştırmak için akaryakıt, doğalgaz, elektrik fiyatlarını düşük tutabilme ve sosyal yardımlarla halka 60 milyar TL dağıtma imkanı sağlıyor.
Ekonomik kriz tabiri durgunluğa giren, aşağı giden ekonomiler için kullanılır. Türkiye ihracatını, üretimini, istihdamını artırıyor. Devlet yatırımlarında hız kesmiyor. Kapasite kullanım oranları artıyor. Merkez Bankası rezervlerini artırıyor, borsada hisseler değer kazanıyor, bilançolar yüksek kârlarla açıklanıyor. Şirketlerin yaygın bir döviz açığı sorunu yok.
Şirketler bu durumda olunca istihdam artışı devam ediyor. şirketler iflas ediyor işten çıkarmalar yaşanıyor diye bir haber duymuyoruz.
Yaşanan tek sorunumuz, fiyat artışları yüzünden dar gelirliler için alım gücünün kısa vadede azalması. Fakat onların sesi üst orta gelir gruplarındakilerin kadar çıkmıyor. Söz konusu tuzu kuru kesim lüks ithal tüketimde daha fazla para vermek zorunda kaldıkları için yaygara çıkartıyor. Evet yurt dışına yapacakları geziler için bütçelerinden daha fazla para ayıracaklar, araçlarının modellerini yükseltmek için iki kere düşünecekler ama bu durumun ülkeye zararı yok faydası var. Ülkemiz zaten gereksiz bir lüks tüketim alışkanlığına sahip .
Bugün yaşadığımız enflasyonun asıl nedeni dünyadaki fiyat artışları. Bu durum bizim 90’larda TL’nin değer kaybetmesi yüzünden yaşadığımız % 70’lik 90’lık fiyat artışları gibi değil. Yani malların fiyatları dolara karşı da artıyor. Çin üretimi kısıyor, enerji petrol fiyatları artıyor, geçen yıl kuraklık yaşandı, nakliye ücretleri artıyor vs vs.
Bu yüzden ABD ve Avrupa merkez bankaları başta olmak üzere çoğu merkez bankası yaşanan enflasyonun geçici olduğunu bu yüzden faiz artışına gitmediklerini açıkladılar. İngiltere’de enflasyon %4,2 ama politika faizini 0, 10’da tuttu.
Politika faizi gelecek günlerde yaşanacak enflasyonla ilgilidir. Yani merkez bankasının fonladığı bankalardan talep ettiği faizdir. Bugün enflasyon %19 olabilir ama gelecek aylardaki beklenti nedir? Fiyatların artışında TL’nin değer kaybı ne kadar paya sahiptir, emtia fiyatlarının artmasının payı ne kadardır? Merkez bankası buna göre faiz değerlendirmesi yapıyor çünkü diğer merkez bankaları da buna göre hareket ediyor.
Yani çip krizi yüzünden otomobillerin, elektronik eşyaların fiyatı arttı diye merkez bankaları bunu enflasyon sayıp buna paralel olarak faizi neden artırsın?
Bu meseleyi muhalif ekonomistler çok iyi biliyor ama hiç değilse birkaç hafta halkı iktidara karşı kışkırtabilir miyiz hesabı yapıyorlar.
Erdoğan şunu iyi biliyor. Bizim halkımız sağduyu sahibidir. Önümüzdeki aylarda herkes bu fiyat artışlarının sebebinin dünyayı ilgilendiren sebepler yüzünden olduğunu öğrenecek.
Hükümetin kendilerine verdiği destekleri görecekler. Erdoğan seçime giderken rahatlamaya başlayan halka başka gerçekleri de sürekli hatırlatacak.
2023-24 itibariyle bulunan doğalgazın hizmete sunulacağını, nükleer santrallerin enerji üretimine başlayacağını, Yusufeli barajı ve dev güneş enerjisi santrallerinin devreye gireceğini, Ulaştırma bakanlığının yaptığı Yap işlet ile yapılan yatırımların 2024 itibariyle kendilerini çevirecek duruma geleceklerini, artan ihracatla cari fazla verilemeye başlanacağını devamlı halka anlatacaktır.
Döviz baskısı için bir gerekçe kalmayacağını bunun sebebinin de Ak Parti iktidarının yaptığı isabetli yatırımlar olduğunu sağduyulu insanlarımız takdir edecektir.
İnsanlar kriz dönemlerinde işlerini kaybettiklerini, esnaflar siftah yapamadığını bu dönemde ise sadece alım güçlerinin düştüğünü bunun da telafi edilmeye başlandığını göreceklerdir.

28 Ekim 2021 Perşembe

CHP'nin HDP ile olan ittifakı seçim kazanmak üzerine midir yoksa başka bir amaç mı taşıyor?


HDP’nin zamansız çıkışları, CHP’nin alenen HDP’ye boyun eğen görüntü vermesi Millet İttifakı tabanını şaşırtıyor. Söz konusu kesimin gazetecileri ve sosyal medyada çırpınan bağlıları akıllarınca bu gelişmeleri örtmeye bir taraftan da taraflara akıl vermeye çalışıyorlar . ‘’Etmeyin zamansız çıkışlar yapmayın Cumhur İttifakının ekmeğine yağ sürmeyin vs. ‘’
Anlaşılıyor ki yapılanlar onların sandığı gibi seçim kazanmak üzerine yapılmıyor. Tabii ki 2019 belediye seçimleri döneminde yaşanan hava yaşanırsa seçimi de kazanmak planda var ama o işin olamayacağı birçok açıdan belli oldu.
Çünkü muhalefet bir hata yaptı seçimin kaderini ekonomi tartışmaları üzerine kurdu. Ekonomi Ak Parti’nin en iddialı olduğu alan. Orta kesim kendi durumunu biliyor nereden nereye geldiğini biliyor. Asıl sıkıntı olan, Pandemi ile başlayan bütün dünyada sıkıntı doğuran hayat pahalılığıdır. Bu da Türkiye’de hükümet tarafından dar gelirliler için kolay çözülecek bir konudur. Maaşlara, sosyal yardımlara, çiftçi desteğine ve çiftçinin ürünlerinin alım fiyatlarına yapılacak zamla bu iş atlatılır.
Çünkü Türkiye hızla büyüyen bir ekonomi, halka verilen her para fazlasıyla ülkenin kalkınmasına büyümesine yardım eder ve devletin hazinesine dönüşü olur.
Diğer taraftan ekonominin konuşulması Ak Parti iktidarının ülkeye yaptığı yatırımları anlatmasına vesile oluyor.
Yapılmak istenen esas çalışma nedir?
Osmanlı’da Jön Türklerle yapıldığı gib, Cumhuriyet döneminde onların devamı laikçi Atatürkçülerle yapıldığı gibi bürokrasiyi ele geçirme harekatı yapılmaya çalışılacak.
Kılıçdaroğlu’nun bir süredir öğretmenlerle başlayan tehditleri ve şimdi bürokratlara yaptığı tehdidin amacı budur.
Buna ek olarak son günlerde piyasaya batıda eğitim görmüş ekonomistler sürüldü. Sosyal medyada devamlı dindarlar bu işi beceremedi, liyakat yok, asıl işi bilenler bizim taraftadır lafları pompalanıyor.
Bu çalışma yine Osmanlı’da olduğu gibi batıcılar daha doğrusu batı kompleksi, güce karşı zaafı olanlar ve toplumda karşılıkları olmadığı için batının desteğine ihtiyacı olanlar üzerinden yürütülüyor.
Tabii bu işin üzerine oturtulacağı bir örgüt veya cemaat türü bir yapı gerekiyor.
Bu örgüt batılı kurumlar tarafından desteklenmeli, finanse edilmelidir. İçeride ve dışarıda kongreler düzenleyecek. Yani oluşturulacak paralel devletin bir ana omurgası olacak bir örgüt. Tabii bu omurgayı oluşturacak olan örgütün toplumda çok karşılığı olmayacak ki ayakta durmayı her zaman batıya borçlu olacak.
Bu bahsettiğimiz örgüt hangi örgüttür bugün?
İnanması belki birkaç yıl önce çok zor olurdu ama bugün artık olabileceğini görmeye başladık. Bu örgüt bugün HDP/KCK örgütüdür.
CHP'liler neden bunlara boyun eğsin bunlara ihtiyaç duysun diye sorulabilir.
Çünkü Avrupa ve ABD HDP'yi direkt muhatap alıyor. Onları batıda en üst düzeyde ağırlıyor, iltifat ediyorlar.
Bizim kesim bunu çok anlamayabilir ama bir CHP'li batı haranı için batılılar tarafından iltifat görmek, oralardaki toplantılara çağırılmak çok büyük bir şeydir. Bu iltifat yüzünden HDP'liler CHP'liler için bir üst klanı oluşturuyor şu anda.
Ağzını açanın Demirtaş'a özgürlük demesi, Kavala'ya özgürlük demesinin sebebi budur. Bu işin kürtlükle falan alakası olmadığını da söyleyelim bu arada. Bu yüzden Kavala bahsettiğimiz HDP/KCK örgütü için içeride ve dışarıda çalışma yürütüyordu. HDP yöneticilerinin çoğu da kürt değil. Fakat bu projeleri tutarsa o et tırnak edebiyatını artık Kürtlerin yapması beklenecektir.
CHP’nin liderlik ettiği ittifak bürokrasiyi tehditle, şantajla, başka şekilde ayartma girişimleriyle dönüştürmeye başladı. Devlette bazı memurların vatandaşı kışkırttığı, üzdüğü haberleri her yerden gelmeye başladı. Memurlara karşı son günlerde çok duymaya başladığımız şiddet olaylarının önemli bir sebebi bu olmalıdır.

23 Ekim 2021 Cumartesi

Ak Parti iktidarının ilginç şekilde çok isabetli yatırımlar yaptığına şahit olduk.


Hastanelere çok ciddi yatırım yaptı. Pandemi'de büyük faydasını gördük
Ve dünya enerji krizi yaşıyor.
Bu dönemde Türkiye'de dünyanın en büyükleriyle yarışan barajlar yapıldı, HES'ler yapıldı, Rüzgar santrallerine ağırlık verildi, güneş santralleri kuruldu. beş müteahhitten biri diye devamlı saldırılan Kalyon İnşaat firması içinde çok büyük arge tesisi olan güneş paneli üretim tesisi kurdu. Karapınar Güneş Enerjisi Santrali için de üretim yapıyor. Santral tamamlandığında Avrupa'nın en büyük, dünyanınsa en büyük beş güneş santralinden biri olacak. Bütün itirazlara rağmen Nükleer santraller kuruluyor.
İsabetli basiretli yatırımlar ile Türkiye büyük fırsatlar yakalıyor. Muhalefetin devamlı dile getirdiği eski teknolojileri ile devlete yük olan fabrikalar özelleştirildi onların yerine enerji üretimine yatırım yapıldı, Şimdi Türkiye üretim üssü olma yolunda ilerliyor.
Türkiye elektrik üretiminde dışarıya bağımlı bir ülke değil. Avrupa'da % 200'lere varan zamlara rağmen bizde zam %70'lerde kaldı.

Merkez Bankası Politika faizi 200 baz puan düşürerek yüzde 16'ya indirdi.


Merkez Bankası bu indirimin gerekçesini şöyle açıkladı;
Enflasyon arz kaynaklı artıyor yani ürünlerin fiyatı bütün dünyada artıyor. Nakliye ücretleri yüzünden, petrol fiyatları yüzünden, kuraklık yüzünden fiyatlar artıyor. Burada bizim faiz yükseltmemizin bir anlamı yok deniyor.
Bu açıklamanın benzerini geçen ay ABD merkez bankası da yapmıştı ve faiz artışına gitmemişti.
Merkez Bankası, biz kur konusunda bize bağlı sebepler yüzünden bir artışı karşılayacak kadar faiz belirlemek durumundayız diyor. .
Politika faizi bankaların gün sonunda açıklarını karşılamak için merkez bankasından aldıkları paraya verecekleri faizi ifade ediyor. Bu kaynak piyasaya verecekleri kredilerin önemli kaynaklarından birini oluşturuyor .
Banka ucuz borçlanınca ucuz kredi verme imkanı yakalayacaktır. Piyasa sizin paranızın o kadar faizle değerini koruyamayacağı değerlendirerek dövize kaçmak durumunda kalabiliyor ama reel sektör canlandığı için döviz ihtiyacı azalıyor. Bütün bunlar işte kuru belirliyor.
Burada yönetimin yapmak istediği şey piyasaya kredi ile para girsin, ihracat ve buna dayalı üretim artsın dolayısıyla ülkeye döviz gelir . Hem piyasa kendini bulur hem istihdam olur.
Ayrıca Türkiye herhangi bir ülke değil uzak doğunun üretim üssü olmasına alternatif ülke olarak görülen bir ülke ve bu yolda ilerliyor.
Bu para politikası yeni denenmiyor bu politika yaklaşık 3- 4 yıldır programlanıyor. Üretim üssü olmak için de bütün altyapı yatırımları yapıldı yapılıyor. Yollar, limanlar, demiryolu, artacak olan elektrik ihtiyacı için barajlar yapıldı, alternatif enerji için yatırımlar yapıldı. Güneş santrallerine teşvik verildi, dünyanın en büyük güneş paneli üretimi fabrikası kuruluyor, Nükleer Santraller kuruluyor vs.
Enflasyon bütün dünyanın şu anda sorunu.
Almanya da bile %4 seviyesinde enflasyon yaşanıyor. Fakat onlar faiz artışına gitmiyor çünkü politika faizi sadece enflasyona endeksli yapılmıyor. Dünya şunu görüyor ürün fiyatları bir süre daha artacak.
Bu artışın sebebi bizim önceki dönemde yaşadığımız kur yükselmesi yüzünden yaşanan bir artış değil.
Bizim bu artışla yarışıp faiz yükseltmemiz asıl yanlış olan şey olurdu.
Bu yakın zamanda herkesin kabul ettiği bir gerçek olacak.
Hükümet ve Merkez Bankası Türkiye için ortaya konulan hedefe kilitlenmiş vaziyette yürüyor. İhracatçı, üretici memnun, Faizin düşürülmesine Borsa iki günde %3 artışla karşılık verdi. Özellikle banka endeksi yükseldi çünkü ilerleyen dönemde bankalar piyasaya bolca kredi vereceği görülüyor.
Ürün fiyatlarının artması bütün dünya vatandaşlarını zor duruma soktuğu gibi bizim halkımızı da zorlamaktadır.
Hükümet asgari ücreti, emekli maaşlarını, memur maaşlarını artırarak halkın refahının çok düşmemesini sağlamaya çalışacaktır. Fakat halk şunu bilmelidir bütün dünya gibi biz de konforumuzdan biraz taviz vermek zorunda kalacağız bu süreçte.
Çünkü bu küresel bir sorun. Çin ile Küreselciler arasında devam eden bu gerginlik veya oyun, dünyada fiyatları artıracak. Bu artışları doğru değerlendiremeyenler faizlerin yükselmesine boyun eğecek bu durum da Küreselcilerin bu yılki kârı olacak.

Squid Game. Türkiye'de bir süredir halkı iktidara karşı kışkırtmak için çok basit ama gençler üzerinde etkili olan bir propaganda yapılıyor.


Yoksulluğun her türlüsü devletin suçuymuş gibi bir propaganda bu.
Bu öyle bir dille ve sürekli yapılıyor ki, bu yüzden gençler, devlet bütün halkı zengin yapmak zorundaymış gibi bir beklenti içerisine sokulmuş vaziyette.
Kişisel başarısızlıklar, şanssızlıklar, müsriflik, tedbirsizlik gibi insanı yoksul bırakan hiçbir şeyin önemi yok onlara göre.
Gençler bütün dünyayı Avrupa'nın zengin ülkelerinin sıradan vatandaşları gibi de değil yüksek gelirli vatandaşları gibi yaşıyor zannediyor.
Son günlerde popüler olan bir Güney Kore dizisi var. Squid Game. Diziyi izleyince dedim ki gençler bu diziden hayata dair bir pay çıkaracaktır.
Fakat gördük ki, dizi birçok yönüyle günlerce gündemde kaldığı halde dizinin asıl konusu olan Güney Kore halkında önemli oranda yoksulluk ve çaresizlik yaşandığı gerçeği hiç gündemde yer bulamadı. Çünkü bizim muhalefetin gündemini belirleyen ajans bu işi çok iyi biliyor ve yapıyor.
Güney Kore evet sanayileşmiş gelişmekte olan bir ülke ama birkaç dev firmanın ülkede üretim yapmasıyla iş bitmiyor. Kazanç tabana yayılmalı, Orta gelire sahip olan vatandaş bu refahtan payını almalı.
Güney Kore dizilerinde çok işlenen bir durum bu; ülkede yoksulluğun çok yaygın olduğu ve zor hayat şartlarında yaşamak zorunda oldukları.
Neticede bugün Squid Game dizisi Güney Kore’deki sendikalara ilham verdi: 80 bin işçi ülke genelinde gösteri yaptı
Dünya genelinde izlenme rekorları kıran “Squid Game” adlı dizi çekildiği ülkedeki işçileri sokaklara döktü. Güney Kore’de dizinin karakterleri gibi giyinen on binlerce işçi ülke genelinde protesto düzenledi.
Sendika işçilerinden biri, “Squid Game” dizisindeki gibi ülkenin çoğunluğunun gelir eşitsizliği nedeniyle hayatta kalma mücadelesi verdiğini söyledi.

Faiz sebep enflasyon neticedir


Muhalif ekonomistleri özellikle de ekonomist olmadığı halde ekonomide racon kesenleri çıldırtan söz.
Bir kere muhalif ekonomistler, bu iddiayı anlamamış gibi yapıp değerlendiriyor .
Bu söz öncelikle sözün tamamı ahmaklara söylenir türünden özet bir sözdür.
Şöyle ki eğer bu ekonomik teorinin sahibi bu sözü muhaliflerin anladığı anlamda düşünüyor olsa;
Faizi örneğin %15 ilan edecek yerde %5 ilan eder.
Yani piyasa %17 beklediği yerde %15 ilan ediyorsa demek ki; iddiayı yanlış anlayanlar gibi düşünmüyor. Öyle düşünse faizi direkt % 5 ilan eder ve enflasyonun aşağı çekilmesini bekler.
Buradaki iddia şu;
Faiz piyasa şartlarında belirlenir ama biz kayıp vereceksek enflasyon ve kur bazında kayıp verelim faiz ile kayıp vermeyelim.
Yani piyasaya karşı biz agresif olalım beklenenin alt kısmını hedefleyelim.
Burada önemli kelime ‘’beklenenin’’.
Herkes faizin piyasa şartlarıyla belirlendiğini biliyor ve kabul ediyor. Yoksa beklenenin 10 puan altında oran ilan edilirdi. Buradaki fark, beklenin en azı ilan edilmesi.
Neden?
Çünkü dövizin artmasının bir bedeli vardır ama bu bedelin telafisi var. Dövize endeksli olarak ürünlerin fiyatları artar ama bununla beraber ticari kesimin fiyat artışına paralel rakamsal geliri de artar birkaç ay gecikmeyle ücretler de artar ve alım gücü toparlanır.
Fakat faizin telafisi yoktur.
Faiz kasadan çıkıp giden paradır. Taahhüt edildiği an geri dönüşü olmayacak şekilde para kasadan çıkmaya başlar.
Bu teoriye karşı çıkanlar aslında şunu biliyor.
Dünya faiz şebekesi masum insanlardan oluşmuyor. Onlar faizlerin yükselmesi için her fırsatı kullanır. Dünyada çıkan olayların önemli bölümünü 1. Dünya savaşından beri bunların tetiklediğini herkes kabul eder.
Bunlarla mücadelede agresif olmak, tuzağa düşmemek gerekir.
Bu şekilde yapılmayıp her tehdidi, her spekülasyonu yerseniz bol bol faiz ödersiniz döviz yine de çıkacaksa çıkar. Çünkü onun mutlaka başka sebepleri de vardır.
Örneğin;
2000-2003 döneminde kamunun iç dış toplam borcu ortalama 140 milyar dolar civarındaydı buna karşılık üç yılda 116 milyar dolar faize para gitmişti.
2018-2020 döneminde kamunun iç ve dış toplam borcu ortalama 230 milyar dolar civarındaydı buna karşılık üç yılda 53.6 milyar dolar faize para gitmiştir.
Döviz neticede iki dönemde de artmıştır ama faize harcanan para düşük tutulabilmiştir.
Faiz sebep enflasyon neticedir sözü, direnmeyi ifade eder. Yoksa faizi istediğimiz gibi düşürelim arkasından enflasyon düşer demek değildir. Tekrar ediyorum eğer öyle düşünülse beklenenin 1-2 puan altında değil 10 puan altında faiz ilan edilir.

Kılıçdaroğlu bir süredir yeniden germe siyasetine döndü.


2019 belediye seçimlerinden önce; kimse korkmasın, kimsenin işini elinden almayacağız, hep birlikte yöneteceğiz, kardeşlik, dostluk, adalet vs vs gibi yumuşak , kuşatıcı bir dil ile seçim çalışması yürütmüştü. Bunu ‘’radikal sevgi’’ adlı bir kitabı teşkilatlarına dağıtarak kurumsallaştırmaya çalışmışlar bunun karşılığını da seçimlerde almışlardı.
Tatlı dilin çözemeyeceği iş yoktur çalışmasıydı bu.
Tabii ki bu bir yerden gelen bir aklın ürünüydü ve sokma akıldı.
CHP’yi bilenler bilir germek, sorun çıkarmak, kavga çıkartmak, yalan üretmek CHP’nin tek siyasi becerisidir. Bu yüzden normal demokratik seçimlerle hiç iktidara gelemediler.
Çok şükür sokma akıl ile atılacak adım sayısı kısıtlıydı da vatandaşın tatlı dil tuzağıyla ayartılmasının sonuna geldik.
CHP yeniden özüne döndü, tehdit, korkutma, ayrıştırma dili geri döndü.
Diğer taraftan Saadetçiler ve Ak Parti’yi aynı gerekçelerle kınayan ayrılıkçıların CHP ittifakında sadece sığıntı oldukları CHP’li gazeteciler tarafından devamlı yüzlerine vurulmaya başlandı.
Her gün ayar yiyorlar.
Babacan ekonomi politikalarından bahsediyor ama ona biçilen rol sadece muhbirlik itirafçılık.
Irkçı, üstenci, dünyacı, müfsit CHP'lilik patladı ve o plan çöktü.
Kılıçdaroğlu'nun akıl hocaları da bunun farkında
Onun yeni görevi adalet çağrısı değil ülkeyi atalete mahkum etme gayretidir.
Kamu görevlilerinin muhalif olanlarında bir süredir gözlemlenen; iş yavaşlatma, vatandaşı bıktırma gayreti olduğu biliniyor.
Kılıçdaroğlu bu isyan çağrısıyla aslında o kamu görevlilerine görev veriyor, yaptıkları takozluk görevine misyon yüklüyor

Hülledeki ''deli'' İmamoğlu

 İslam’ın esasından ayrılıp olmayan hükümler yürürlüğe girdiği dönemde istenmeyen boşanma durumlarında evlilikleri kurtarmak için yapılan bir uygulama vardı, Hülle.

Erkek karısını üç talakla boşayınca başka biriyle bir gecelik ‘’geçici’’ evlenmeliydi, bunun için köyün delileri tercih edilirdi.
Millet İttifakı da aynı duruma düştü.
Çünkü onlar da siyaseti; kurgularla, hurafelerle yapıyor.
İttifakta birilerine geçici yüklenen misyonları, bazıları anlayamayıp üstlerine alındı. Şimdi önlerini alamıyorlar. Kılıçdaroğlu başka tarafa çekiyor, Akşener düşürülünce uyanıklık yapıp zaten inecektim deyip ben başbakan olacağım dedi. İmamoğlu durmuyor rol kapmaya devam ediyor.
Şöyle bir endişe yaşıyoruz.
Bu Kılıçdaroğlu ve ortakları siyasi cinayetler olabilir dedi.
İmamoğlu ittifakça güya istenmeyen hareketler yapıyor. HDP’lierin gönlüne girmeye çalışıyor vs.
Bu işleri kotaranlar İmamoğlu’nu bir plana alet ederse, mesela başarısız bir süikast girişimine uğratılırsa bir taşla birkaç kuş vurmaya kalkabilir birileri.

Altının ons fiyatı 2002'nin sonu itibariyle 345 dolardı şimdi 1.790 dolar.


 Altının ons fiyatı 2002'nin sonu itibariyle 345 dolardı şimdi 1.790 dolar. Altın bu dönemde dünya piyasasında çok farklı yükseliş gösterdi. Onun için altın fiyatını diğer konularda kıyas olarak kullanmak doğru fikir vermez.

Fakat bu gerçek, muhalifler tarafından inadına istismar ediliyor ve gelirler, maaşlar konusunda 2002 ile kıyaslamalar yapılıyor.
Onlara Almanya örneği verin
Almanya GSYH'sı 2002'de 2,069 trilyon dolardı,
% 84 artışla
şu anda 3,8 trilyon dolar oldu. Fakat altın karşısında geliri üçte bire düşmüş vaziyette.
Türkiye GSYH'sı 2002 de 240 milyar dolardı
% 320 artışla
şu anda 760 milyar dolar seviyesine geldi.

Türkiye’nin her alanda geldiği durumu anlatabilmek için geçmişi hatırlatıyoruz, bazı zevat buna kızıyor.



Katedilen mesafenin kıymetini anlamak için başlangıç noktasını bilmek gerekmiyor mu?
Enflasyon ve döviz kuru konusunda bunu anlatabilmek, Ak Parti ile geçen 19 yılı kıyaslayabilmek için ondan önceki 19 yılda dövizin kaç kat yükseldiğini hatırlattık.
Şunu gördük; gençler inanamadı, o günleri yaşayanlar da inanamadı.
‘’İnanamadılar’’ derken, vay be! demediler. Böyle bir şey olamaz deyip geçtiler. Matematik bilenler mecburen durumu anladılar ama susarak geçiştirmeyi tercih ettiler.
Geçmiş bizi neden ilgilendirsin diyenler oluyor.
Çünkü şu anda Ak Parti’ye alternatif olarak seçmek durumunda oldukları partiler sosyal demokratlar ve merkez sağ partiler.
Yani kıyas yaptığımız önceki 19 yılda iktidarı deruhte eden partiler.
Bu 19 yılın 4 yılında sosyal demokrat SHP/CHP başbakan yardımcılığı, 4 yılında da Ecevit ile başbakanlığı yürütmüştü. Diğer ortak da merkez sağ partilerdi.
Hesap şu;
Ak Parti iktidarı 19 yıldır sürüyor. Ondan önceki 19 yılda dolar tam 8.000 kat artmıştı.
Şöyle,
2002-19=1983
1983’te 1 dolar 186 liraydı. Bu her yıl katlanarak arttı arttı 2002’ye gelindiğinde 1.500.000 lira oldu.
2005 yılında paradan 6 sıfır atıldı.
2005 yılında dolar kuru 1.35 liraydı
Geçmişteki artış hızını anlatabilmek için şöyle izah edelim.
2002’den sonra eğer dolar artış hızı 2002 öncesindeki gibi olsaydı bugün
1 dolar tam 12.000 TL olacaktı. Yazıyla on iki bin lira.
Olmazdı onlar da artık değişti diyenler İstanbul belediyesinin haline baksın.
Bunlar iş yapmaz, yapamaz, mazeret üretir, yalan der. Seçmeni de suç ortağı olduğu için inanmış gibi yapar. Olan bütün halka olur.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...