1 Ekim 2020 Perşembe

Türkler Anadolu’da devlet olmayı İslam'a girmelerine borçludur.



8. yüzyılda Türkler kendi aralarında çatışma halindeydiler. Düşmanları olan Çin, T’ang hanedanlığı hakimiyetindeydi. 618-907 yılları arasındaki bu hanedanlık dönemi Çin tarihinin en parlak dönemlerinden sayılmaktadır.
Çin’in müdahaleleriyle Göktürk hakimiyetine karşı Basmıl, Karluk ve Uygurlar ayaklanmışlar, bu grupların isyanları neticesinde Göktürk Kağanının başı kesilerek Çin başkentine gönderilmiş daha sonra Basmıl reisi, Uygur ve Karluklar tarafından öldürülmüştü.
Çin orduları Tanrı Dağlarının kuzeyindeki Tokmak’ı aldıktan sonra Batı Türkistan istikametinde ilerlemeye başlamış, bu ilerleyişin hedefinin Taşkent olduğu bilinmekteydi.

Türkler bu durumdayken

Müslümanlar, bugünkü ülke adlarıyla ifade edersek; İran. Kuzey Afrika’nın tümü, Arap Yarımadası, Yemen, Sudan, Pakistan ve Afganistan’ı içine alan büyük bir devlet ve güçlü ordulara sahip durumdaydı.(Emeviler, büyük devletler içerisinde toprakları en geniş 5. devlet olarak tarihe geçmiştir)
Türklerin bu müslüman birliğini aşıp Anadolu’ya yaklaşma şansı yoktu. Türkler müslüman olduktan sonra Abbasi Devleti’nde yönetimde söz sahibi olmaya başladılar, boylar halinde Anadolu kapılarına kadar geldiler ve islamlaşmaya başlayan Anadolu’da zulüm gören müslümanları kurtarmak için motive oldular ve Anadolu’ya ordularıyla girdiler.
Yani Anadolu’yu yurt edinen Türkler eğer müslüman olmasalar Orta Asya’da diğer Türk boyları gibi dağınık devletlerden biri olarak kalacaklardı. Dünya sahnesindeki etkileri Özbekleri geçmeyecekti.

Anadolu bugün yine İslam toprağı olacaktı ama adı Türkiye olmayacaktı.

Dindarlık Döneminde Hurafecilik Modern Çağda İnançsızlık

 Biz müslümanlar olarak, içimizdeki hurafeci yapıların emperyal güçler tarafından ihmal edilmediğini Osmanlı'dan beri bu alanın İslam dünyasını bölmek, toplumun gerçeklikle bağını kesmek, başı kontrol altına alındığında büyük bir kitlenin ardından sürükleneceği bilerek kontrol edilmeye çalışıldığını biliyoruz. 


Çünkü hurafecilik girdiği toplumu perişan eder. Biz bunu din dairesindeki yapılar için kabul ediyoruz.

Şimdi dünyaya baktığımızda büyük bir zekanın iletişim araçlarına hakim olduğunu, müzik ve film sektörüyle dünyaya bir şeyler dikte ettiğini görüyoruz?
Herhalde bunların dünyaya tevhid dini pompaladığı iddia edilemez.

İnsanı süfli gösteren şarkı klipleri, cinsel tercih özgürlüklerinin özendirilmesi, bireyselliğin özendirilmesi ve insanları dinlerden uzaklaştırma yolunda milyarlarca dolarlık bütçelerle enformasyon çalışması yapan bir şebeke var.

Bu şu demek;  ateizmin arkası güçlü.

Ve bu şebeke insanlığın iyiliğini istiyor olamaz. Bu şekilde insanları daha iyi güdebileceklerini düşünüyor olmalılar.
Dinlerin başının belası hurafecilik,  şimdi inançsızlık olarak karşımıza çıkartılıyor.
Ataları hurafeciliği kullanırdı yeni nesil inançsızlığı  kullanıyor.

Artan Tehdit Olarak Gelenekçilik ve Kurtuluş Olarak Sahih İslam



Türkiye dindarları, İslam’ı anlama ve tanımlama açısından ciddi bir yol ayrımına geldi. Bu ayrım geleneği sorgulamadan her şeyiyle kutsayanlar ile İslam’a sonradan girmiş eklemeleri ve tevhide aykırı akideleri sıhhat testine tabi tutmak isteyenler arasında olmaktadır.
Zaman içerisinde İslam’a sünnet, evliya sözleri, büyük alimlerin uygulamaları adı altında giren ama sahih sünnet ve Kur'an'da karşılığı olmayan eklemeler, kaynaklar esas alınarak ayıklanmaz ve hurafeler sorgulanıp dini hayattan çıkarılmaz ise dindarlık arttıkça Türkiye de Afganistan gibi Taliban benzeri bir tehditle karşı karşıya gelecektir.
Bir çok açıdan bunu ortaya koyabiliriz ama en basit örnekle çöl ikliminin kıyafeti olan sarık sarmayı Türkiye'de din olarak yaşamaya çalışan cemaatleri eğer bu toplum normal karşılar siyasi irade de bunu dindarlık olarak görüp bu yapıları merkezde değerlendirirse bu din anlayışındaki Türkiye'yi ne islam ülkeleri ne de dünya ciddiye alır. Suudi bir arabın fistan giymesi kendi geleneksel kıyafeti olduğu için böyle değerlendirilmiyor olabilir. Sarık başka bir milletin başka bir coğrafyanın anlamsız taklididir. Bu gibi uygulamalar din olarak uygulandığında İslam’ı ve Ülke’yi perdelemektedir
Bununla beraber Sahih İslam anlayışı Türkiye’de hızla yaygınlaşmaktadır. Geçmiş gibi değerlendirmemek gerekir sosyal medyanın, iletişimin bu derece arttığı günümüzde mantıklı olan, akla yakın olan çok hızlı şekilde yayılacaktır. İnsanlara İslamın esas kaynağı olan Kur’an ve onun sınırları içerisindeki Sünnet şeklinde sunulan ve insanı kişilere sorgusuz bağımlılıktan kurtaran din anlayışı çok hızlı şekilde insanları dine yaklaştırmaktadır. Bu din anlayışı taklidî olmadığı, kişilerin kendi zinde inançları olduğu için bunun yayılmasına da içtenlikle gayret emektedirler.
Bugün laik kesimin okur-yazarları arasında da yaygın şekilde ilgi gören bu islam anlayışı yaşam tarzı olmasa da itikad açısından bu kesimde de etkili olmaktadır. Bununla beraber bir çevre tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Bunlar liderlerine ve üst kadrolarına büyük itibar ve dokunulmazlık kazandıran geleneksel din anlayışı (şefaatçilik, evliyalık, keramet) üzerine kurulmuş müesseseler ve onların dini duygularını istismar ettikleri saf insanlar.

Ak Parti ilk iktidara geldiği dönemde gerek teorisyenleri gerek kadroları açısından hurafecilikten uzak bir tarzı ortaya koyuyordu. Gerek ilk hükümetlerinde bakanlık yapan Prof Mehmet S. Aydın, Prof Mustafa Yazıcıoğlu, Diyanet İşl Bşk Prof Ali Bardakoğlu bu anlayışın temsilcileri olmaları, gerek ortaya konulan kuşatıcı, dışlamayan, özgürlükçü din anlayışı bunun ifadesiydi . Dönemin güç sahipleri, bu iktidara ideolojik olarak tepkili olsa da, ülkenin özgürlükçüleri, vicdanlıları ve kalkınmacıları Ak Parti’nin bu vizyonunu ülkenin düştüğü bataktan kurtulması için fırsat görüyorlardı.
Bugün Ak Parti hâlâ Türkiye’nin kalkınması ve bağımsızlaşması için tek alternatif siyasi hareket olmaya devam etmektedir. Bununla beraber ülke belli bir rahatlık seviyesine kavuştuğu için artık Ak Parti iktdarını taşımak istemeyen, din konusunda rezervleri olan eski kafalı bir kadro devlette varlığını devam ettirmektedir ve 15 Temmuz’dan sonra ağırlıkları artmaktadır. Bu kadronun anti demokratik bir müdahale ile iktidarı yıkmak için bir araya gelmelerini sağlayacak bir motivasyon henüz oluşmamıştır. Fakat islamın hurafeci, dünya gerçeklerine ters düşen yorumu bu toplumda ağırlık kazanmaya başlarsa bu kadrolar için yeni bir motivasyon olacaktır. Halkı da bir darbeye razı etmenin son çaresi olarak iktidarın taliban kafalıların eline geçeceği korkusunu salmak olacaktır. Kadrolarının ellerinden alınmasına ve farklı düşünen hocalara karşı gösterdikleri anormal tepki bu konuda bir altyapının oluşmaya başladığını göstermektedir.
Bu yüzden servisler Türkiye'de yeni bir darbenin altyapısını oluşturabilmek için hurafeci yapıların yaygınlaşmasını ve seslerinin daha çok çıkmasını sağlayacak müdahaleler yapmaya başlamış durumdadır. Bunu Pakistan’da Afganistan’da yaptılar, bizdeki gelenekçilerin kullandığı şiddet diline bakılırsa bu bizde de zor olmayacaktır.
Son zamanlarda Hükümetin reel politik gereği atmak zorunda olduğu bazı adımlara karşı dini referanslar gösterilerek yapılan eleştirilerin dozu gitgide artmaktadır ve tabanda yankı bulmaya başlamıştır. Bu tahammülsüz, şekilci, kalıpçı din anlayışının bir tezahürü olarak gelişmektedir.
Ak Parti’nin kendi iktidarının selameti ve Türkiye’nin lider ülke olmasını sağlamasının en temel şartı Sahih İslam anlayışının sıkı bir bağlısı ve takipçisi olmasıdır.
Sahih İslam’ı hangi islam ülkesi, vitrinine koyabilirse İslam’ın dünyada itibar görmesini sağlayacak ve İslam dünyasının da lideri olacaktır. İslam kimsenin tekelinde değildir. Din bir hidayet konusudur ilerleyen zamanda bu itibarın sahibi belki başka bir islam ülkesi veya bugün henüz islamla müşerref olmamış bir ülke de olabilir.
“Eğer yüz çevirirseniz; bilin ki ben, benimle gönderileni size tebliğ ettim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz O’na bir zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.”(Hud 57)

Esir kadın nasıl olur?


Kur’an’ın indiği arap toplumu için düşünelim
- Düşünün iki kavim savaşıyor, birbirini öldürmeye çalışıyor birçoğunun kardeşi, oğlu, babası, arkadaşı öldürülüyor. Neticede mağlup olanların kaderi galiplerin eline kalıyor.
Savaşçı erkeklerin bir kısmı ölmüş, bir kısmı kaçmış oluyor ve eşleri ortada kalıyor.
Bu kadınlar güvenlik ve geçim sorunuyla beraber ortada kalıyorlar. Dönemin şartlarını yine düşünelim.
O dönemin kurallarına göre yenilen tarafın erkekleri esir sayılıyor yani bu insanlar müebbet hapse mahkum oluyor ama bu cezayı dışarıda, galip olanlara hizmet ederek geçirecekler. Bu o dönemin şartlarında bir uygulama aksini zaten yapmaları beklenemez. Kimse o şartlarda düşmanını hapiste veya esir kampında ömrünün sonuna kadar beslemeyi düşünmez.
Bu savaşı mağlup olanlar açmış olabilir, galip gelenler kendileri için bir tehdidi ortadan kaldırmak zorunda kalmış olabilirler. Netice de savaş hayatın bir gerçeği bunu insanlık hiçbir zaman ortadan kaldıramadı.
Bu savaş sonunda ortada kalan kadınlar ve çocuklar bakıma ve güvenliğe ihtiyaçları var. Dolayısıyla onlar galipler arasında paylaştırılıyor
O dönemin uygulaması bu şekilde oluşmuş. Savaş dönemlerinde kadın kocasından ayrı düşmüşse bu hukuki bir sonuç doğurmuş sayılıyor. O dönemin kadınının bir gün bile sahipsiz kalması felaket doğuracağı için savaş sonucunda evli kadınlar, belli şartlar gerçekleşince boşanmış sayılıyorlar.
Bugün bile hukukta kayıp eş diye bir vaka vardır, eşten belli bir zaman haber alınamazsa taraflar boşanmış sayılır. Bu boşanmış sayılma müddeti şartlara göre değişir savaş ve afet zamanlarında bu süre çok kısa tutulabilir.
İslam, geldiği toplumda bu uygulamaya adil ve insan onuruna en uygun şekilde yapılması şartıyla hukukunda yer veriyor.
Peki siz o günün şartlarında ne tavsiye ederdiniz o topluma. Mağlupların eşlerinin ve çocuklarının hukukunu nasıl belirlerdiniz.

Not köleliğin kötü yanlarını anlatmayın o zaten bilinen bir durum.
Günün şartlarında başka ne yapılabilirdi somut bir öneri ??

Ehl-i Sünnet konusunda yanlış anlaşılan konular;


Zannediliyor ki;
-Ehl-i Sünnet mezhepleri hadis kitaplarındaki her hadisle amel ediyor.
Örnek olarak: Hanefi mezhebinde, namazda imama tabi olan kişinin Fatiha okumaması gerektiği hükmü vardır. Halbuki hadislerde bunun mutlaka gerektiği rivayet edilir. Diğer mezhepler imama uyanların fatihayı okuması gerektiğini savunur.
Bu konuda rivayet edilen hadisler:
“Fâtihatu’l-Kitâb’ı (Fâtiha Suresini) okumayan bir kimsenin namazı olmaz.” [Buhari, (756); Müslim (394)…]
"Fatiha'yı okumayanın namazı yoktur.", (Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132)
"Fatihatü'l-Kitab'ın okunmadığı bir namaz yeterli değildir." (Tirmizî, Mevâkît, 29, 116)

Şu anda kendilerini Ehl-i Sünnetin savunucuları olarak gösterenler bu konudaki hadisleri esas alarak fatihayı imama uyanların da okuması gerektiğini savunmaları gerekir. Fakat mesele sünnete uymak değil mesele gelenekçilik bu yüzden hasbelkader hangi mezhebe mensup olarak dünyaya gelinmişse ona bağlılık her şeyin üstünde tutuluyor.

Başka bir örnek, namazda ref (rukuya giderken elleri kaldırma)konusunda bir çok rivayet olduğu halde Hanefi mezhebinde bu uygulama yer bulmamaktadır. Bu konudaki hadislerden bazıları
Vâil bin Hucr’dan rivayet Rasûlullâh(as) ……Rükûa varmak istediği zaman da ellerini (elbise¬sinden) çıkarır ve onları kaldırırdı. Başını rükûdan kaldırmak istedi¬ği zaman da ellerini kaldırır, sonra secdeye varırdı ve yüzünü iki eli arasına koyardı.” [Müslim (401); Ebû Dâvud (723)…]
Ebû Hureyre’den rivayet Resulullah(as) ….Rükûa varmak istediği ve secdeye varmak için (rükûdan) kalktığı zaman da böyle yapardı. İki rekât bittikten sonra (kıyama) kalkarken de aynı şeyi yapardı.” [Ebû Dâvud (738); İbn Mâce (860)…]

Evet bugün Hadisler konusunda çok hassas olduğunu söyleyenler bunlar gibi birçok hadis, çok itibar ettikleri kitaplarda olmasına rağmen bu hadislerle amel etmemektedirler.

Şimdi bu hadis kitapları sorgulanabilir diyenler tekfir ediliyor.

Şefaate İnanan ve Şefaat Sadece Allah'ındır Diyenlerin Mahşerdeki Durumu

 Allah'tan başkasının da şefaati vardır iddiasının sahiplerini güdüleyen şey nedir? Neden bu konuyu ısrarla gündeme getiriyorlar? Neden bir mü'min böyle Allah'ın koyduğu sınırları zorlayan bir konuda ısrar eder?


Bu konuyu anlamak için şöyle bir fikir egzersizi yapalım
Mahşerde şöyle bir sahneyi düşünelim

Diyelim Allah'tan başkalarına şefaat izni verilecek fakat şefaatin olmadığını iddia edenler bunu ayetlerden anlayamamışlar, çünkü ayetlerden ilk etapta, özellikle iki ayetten (Bakara 123 ve 254) böyle anlaşılıyor. Fakat diyelim yanlış anlamışlar ve Allah hesap gününde şefaat izni verdi. Bu müminlere mahşerde bu nasıl sorulur?

Siz neden Allah'tan başkalarının da size şefaat edeceğine inanmadınız şimdi bakalım sadece Allah'ın merhameti sizi kurtaracak mı gibi bir şey denir değil mi?
Onların cevabı; biz Allah’ın kitabından böyle anladık şimdi de onun şefaatine sığınıyoruz, diye kendilerini savunurlar.

Peki diğer grup
Yani hesap gününde Allah’tan başkalarının da şefaat edeceğine inananlar nasıl bir durumda kalır?

Ayetlerde açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, cahiliye döneminin en büyük sorunu olan aracı-şefaatçi kültürü yüzünden bazı rivayetler üretilmiş veya yanlış anlaşılmış ve gelen bu rivayetler yüzünden ayetler de yanlış anlaşılmış ve bu insanlar Allah’ın bildirdiğinin aksine Allah’tan başka şefaatçilerin olduğuna inanmışlar ve mahşerde hesaba çekiliyorlar.

Bunlara ne denebilir?
Siz neden cahiliye dönemi gibi başka şefaatçiler aradınız?
Onların cevabı
''Bize böyle rivayetler gelmişti bu rivayetler yüzünden ayetleri de öyle tevil ettik şimdi şefaat edemeyeceklerini görüyoruz. Bizi affet  o bizi saptıranlara ceza ver'' diyeceklerdir.
Şöyle denecektir onlara
Sizin cahiliye dönemindekilerden farkınız ne? Onlar da aracılar ve başka şefaatçiler edindiler diye defalarca Kur’an tarafından uyarıldılar. Onlar da, atalarımızı böyle bulduk biz de onlara uyuyoruz dediler. Farkınız ne?
Sizden tek istenilen şey tevhidi bir imandı, neden imanınıza zulüm bulaştırdınız?

Diyelim bu iki grup da yanlış anlamış inandıkları gibi çıkmadı. Bir grup tevhidi hassasiyet göstermiş şefaat yok demiş diğer grup rivayetlere inanmış şefaat var demiş ve öyle inanmış.
Sizce bu iki gruptan hangisinin affı kolay olur?

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...