30 Nisan 2019 Salı

PKK'nın eylemsizliği taktikseldir, teröre başladığında ne olacak

Fetö 2015'te henüz devlet tarafından terör örgütü ilan edilmediği paralel devlet olarak adlandırıldığı günlerde CHP'liler, Zaman Gazetesi baskınında Genel başkan yardımcılarıyla beraber bu örgüte desteğe koşmuştu.
Sonra Fetö darbe girişiminde bulununca bu örgütün başındaki terörist başının çağrısıyla 2014 yılında Bank Asya'ya para yatıranlar terör örgütüne destek yüzünden yargıtay kararıyla suçlu sayıldı.
Çünkü Milli Güvenlik Kurulu bu örgütün konuşulduğu 26/2/2014 Tarihli Toplantıda “Ülke genelinde güvenliği ilgilendiren hususlar ve yürütülen çalışmalar değerlendirilmiş; bu kapsamda halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanmalar ve faaliyetler görüşülmüştür.” şeklindeki değerlendirmesini basın duyurusu yoluyla ilan etmişti.
Fetö henüz öldürmye başlamadığı için CHP bu örgüte destek vermekten çekinmiyordu. Fakat 15 Temmuz darbe girişiminden sonra artık ülkede kimse bu örgüte destek vermeye cesaret edemezdi çünkü 250 şehit vardı.
Şimdi bugünler PKK taktiksel olarak terör eyleminde bulunmuyor çünkü CHP ve diğer partileri kullanarak batıdaki büyük şehirlerde belediyelere yerleşmeye çalışıyor.
Fakat bu örgütler kendi iradeleriyle hareket etmezler yarın şartlar değişince mesela Türkiye sıınır güvenliği gereği YPG'ye operasyon yapmak durumunda kalınca bunlar emir aldıkları merkezlerden gelen talimatla yeniden terör eylemlerine başlayacaklardır. Allah göstermesin önceki yıllardaki gibi şehit cenazeleri gelmeye başlarsa Kandil'in çağrısıyla HDP'nin ittifak ettiği belediye seçimlerinde oy kullanmalara gerekçe olan o belediyelerde PKK bağlantılı kişileri aday gösterenler aynı Fetonun talimatıyla Bank Asya'ya para yatıranların durumuna düşecektir.
PKK kırk yıldır yaptığı gibi yeniden kan dökmeye başladığında ortalık buz kesecektir ve kimse HDP'yi Kandil'in talimatıyla batıya taşıyanlara sahip çıkma cesareti gösteremeyecektir. Devlet aynı Fetöde olduğu gibi kimin nerede Kandil talimatıyla işe başladığının bilgisine sahiptir.

28 Nisan 2019 Pazar

2002 Yılı İtibariyle Türkiye'de üç ayrı güç vardı.

Türkiye eskiye dönerse vesayetçiler kendilerine göre o hatayı bir daha yapmazlar, terör örgütleriyle bir araya gelmekten gocunmayanların demokrasiden vazgeçmekten gocunacağını mı zannediyorsunuz. Türkiye serbest seçimi uzun zaman bir daha göremez. Halk bırakmaz diyorsunuz değil mi? Halk algıya kanmamış olsaydı zaten fitne hareketlerine alan açılmazdı, bölünme de olmazdı, küsme de olmazdı bunları konuşmaya gerek kalmazdı.
Zaman o zaman mı demeyin, Mısır'da yapılana bütün batı arka çıkarak bu mesajı bütün vesayetçilere verdi.
Ak Parti'nin 2002'de iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye, üç ayrı gücün siyasi güç rakibi haline geldiği bir ülke durumuna gelmişti. 2002 öncesinde Kemalistler olarak bilinen kadrolar her alana hakim durumda görünüyorlardı. Gülenciler henüz kadrolaşmalarını gösterecekleri bir durum ortada yoktu ayrıca kadroları daha çok orta seviyedeydi ama yükseliyorlardı. Örneğin 1986 yılında Kuleli Askeri Lisesi sınavlarında yaklaşık 250 öğrenci, Türkçe sorularını tam yapıyor. Yapılan inceleme sonucu soruların bu yapı tarafından çalındığı ve bu öğrencilere verildiği tespit ediliyor. Bu dönemlerde askeri okullara girenler 2000'li yıllarda askeriyenin bel kemiği olan albayalarını oluşturuyordu. Genelkurmayın İstihbarat Dairesi, Personel Dairesi ve GATA neredeyse tamemen bunların kontrolüne girmişti. Bu konuyu Ahmet Zeki Üçok'un çalışmalarında çok açık bir şekilde bulabilirsiniz.
Eski Türkiye'de siyasi iktidarlar, kemalist vesayetin çizdiği sınırlar içerisinde iktidarı deruhte edebilirlerdi. Bu durumu Özal çok zorlamadan idare etti, Demirel zaten vesayetin siyasete tayin ettiği bir elemandı. 1996 yılında kurulan Refahyol hükümetinde siyasete sınır çizme durumu görsel medyanın özelleşmesi kısmen de olsa çeşitlenmesi yoluyla halka gösterilebildi. Halk konuya uyanmaya başladı ve neticede uyanış Ak Parti'yi iktidara taşıdı.
2000'li yıllara gelindiğinde dünyada oluşan yeni dünya düzeni, yeni ekonomik sistem, küresel sermaye, özelleştirmenin zorunluluğu gibi konularda Kemalist vesayet mensuplarının dünyaya ayak uyduramayacağı ortaya çıktı. Çünkü kemalistlerin akıl hocaları eski sosyalistlerdi.(Mümtaz Soysal gibi) Bu durum onların batıdan uzaklaşmasına batının, özellikle küresel sermayenin onlardan şüpheye düşmesine sebep oldu. Dindarlara yaptıkları baskılar ve devletçi tavırlarıyla baas sistemine yaklaşıyorlardı. Baas sistemini o günlerde ABD'nin şeytanlaştırdığı Saddam temsil ediyordu. Bunlar üst üste gelince Nato üyesi bir ordunun askerleri ve bu askerlere dayanan kemalist vesayet bir anda arkasız, desteksiz kalmaya başladı. İşte ABD bu süreçte 1990'dan beri Orta Asya'da kullandığı gülenci yapının Türkiye'de geldiği durumu değerlendirmeyi tercih etmek durumunda kaldı. Diğer taraftan arap dünyasındaki baasçı diktatörler, dine baskı yapan laik diktatörler çaresiz kalan müslüman gençlerin teröre bulaşmasına sebep oluyordu. Afganistan'da Bosna'da Çeçenistan'da savaşan bu gençler baskı gördükleri ülkelere dönmek yerine terörü batıya taşımaya başlayacaklardı.
Büyük Ortadoğu Projesi bu kapsamda diktatörlüklerin demokrasiye geçmesi için tasarlanan bir girişimdi, benzer şekilde Türkiye'de de baasçı zihniyete kayan eskinin batıcı laik kemalistleri yerine dindar görünen ama göbeğinden ABD'ye bağlı gülenci yapı Türkiye'de yeni vesayetin temsilcisi olarak belirlendi.
Ak Parti iktidara bu şartlarda gelmişti.
Devlette durum şuydu;
-ABD'nin yeni partneri gülenciler devlete 30 yılda yerleştirdikleri kadrolarla, kemalistleri tasfiye edip derin devlet dahil her gücü ellerine geçirmeyi planlıyorlardı.
-Ulusalcılık akımına kapılmış, avrasyacı söylemler kullanmaya başlamış, gerçeklikten kopmuş, özelleştirmeye çağdaş ekonomik sisteme mesafeli, dindarlığa irtica diyen, arap diktatörleriyle aynı çizgiye yaklaşan kemalistler; asker, yargı ve yüksek bürokrasi bunların kontrolündeydi. Medya da %95'i itibariyle bu kemalist çizgideydi.
-Ak Parti halkın oyuyla iktidara gelmiş, batmış ekonomiyi düzeltmek, geri kalmış ülkeyi kalkındırmak için milli görüş döneminden beri planlarını kurduğu yeniden büyük Türkiye hayallerini hayata geçirmenin heyecanını yaşıyordu. Devlette yüksek seviyede hemen hemen hiç kadrosu yoktu.
İşte Ak Parti bu şartların bir araya gelmesi ile iktidarını sürdürebildi. Türkiye Cumhuriyeti gibi siyaseti sıkı kontrol altında tutan askeri vesayete sahip bir ülkede, sivil bir iktidarın özellikle de din temelli bir yapılanma olarak gördükleri bir siyasi yapının, iktidarı gerçek manada ele geçirmesine asla müsade etmezlerdi.
Bu alanı Ak Parti'ye devlette kadrolaşmış iki grubun çarpışması sağladı. Bu şartların bir daha bir araya gelmesini kimse beklemesin. Ak Parti'nin vesayet sistemine karşı iktidarda kalma başarısı kişilere bağlı bir durum değildir. Bunu ne Erdoğan ne başkası 90'lar Türkiye'si şartlarında başaramazdı.
ABD'nin Türkiye'de ekip değiştirmesi dönemine rastlayan bu şartları Ak Parti ve Erdoğan iyi kullandı eline yüzüne bulaştırmadı o kadar.
Şimdi bazı saf insanlarımızın bölünerek, yeni bir yapılanmayla bir şeyler yapacaklarını düşünmeleri çok çocukça bir hayaldir. Bir süredir, yaklaşık beş yıldır bu iki çatışan kadrodan kalanlar Ak Parti'ye karşı birleşti ve bir çalışma sürdürüyor. Bu iki ekibin normal şartlarda halkta tabanı yoktur ama arkalarına ABD geçtiğinde algıyı nasıl oluşturabildiklerini geçmişte gördük, şimdi de görüyoruz.
Bunlar geldiğinde de ne Davutoğlu ne Gül tanırlar en büyük cezayı da her zaman olduğu gibi arada kalanlara keserler. Çünkü öyle bir durumda öncelikle tabanın tepkisini bir süre çekmek istemezler. Ceza, arada kalanlara kesilir. Böylece onlara desteklerinin karşılığını vermekten kurtulurlar . Bu tarafın tabanı da arada kalanların ihanet etmeleri yüzünden cezalarını bulduklarını düşünüp çok tepki göstermezler.
Bu her zaman böyle olur.

27 Nisan 2019 Cumartesi

Erdoğan zannedildiği gibi sertlik yanlısı değil

Hz. Ömer, Hz. Osman'ın idaresinden çok daha sert bir idare uygulamıştı. Hz. Ömer, bütün ashabın davranışlarını murakebe ve muhasebe ederdi, sahabe serbest olarak dolaşamıyordu. Kendisine ve halka karşı olanlara da son derece sert davranıyordu. İnsanlardan ona kızan pek çok kimse vardı. Hz. Ömer de bazı yenilikler yapmıştı. Oğlu Abdullah şöyle der: "İnsanlar, yaptığı bazı şeyler sebebiyle Osman'ı kötülüyorlar, bunları Ömer yapsaydı onu kötülemezlerdi.”
Hz Osman yumuşak huylu olarak bilinirdi. Bu tavrı aleyhinde üretilen bühtan ve dedikodulara karşı toleranslı davranmasını getirmişti. Hz Ömer'den çok daha ılımlı olmasına rağmen insanlar onun döneminde daha çok zenginleşmesine rağmen Hz Osman yönetiminden çok şikayetçiydiler ve bunu her ortamda konuşabiliyor olmaları yüzünden fitnecilerin işi kolaylaşıyordu.
Günümüzde de benzer bir durumu yaşıyoruz. Ak parti iktidarının ilk dönemi diyeceğimiz 2002-2012 dönemi ile sonraki dönemi arasında yargılamaların yapılması, zenginleşmeler, ihaleler konusunda bir fark yok hatta ilk dönem yargılamalarında askerlerin, gazetecilerin, akademisyenlerin önemli bir bölümü yargılanmış, hapse atılmışlardı ama bugünkü gibi yaygın bir şikayet yoktu. Üstelik laikçi vesayetin savunucuları yargılanıyordu. KCK tutuklamaları oluyordu ama şimdiki gibi akademisyenler onlara destek yarışına girmiyordu.
Şimdi darbeye kalkışmış bir terör örgütü yargılanıyor, o örgütle kaderlerini birleştirmiş taşeronlar yargılanıyor, PKK destekçileri yargılanıyor ama bir şikayet bir diktatörlük lafı almış gidiyor.
Bunun sebebi önceki dönemde devlet sert yüzünü gösteriyor, algıyı iyi yönetiyordu. Tabii bu sert tavrı, Fetö kendi kadrolaşma savaşı için gösteriyordu ama bu hükümetten bilindiği için fitne yürüyemiyordu.
Şu andaki sorunumuz, Devlet sert yüzünü gösteremiyor, Erdoğan zannedildiği gibi sertlik yanlısı değil fazlasıyla toleranslı, belki de ekibini ikna edemiyor ve şu anda sıkıntımız bu.

YOLSUZLUK VE ADAM KAYIRMA DEDİKODUSU İLE ŞEHİT EDİLEN HZ OSMAN

Zinnureyn olarak adlandırılan, Aşere-i Mübeşşereden kabul edilen Hz Osman, yolsuzluk yaptırdığı, adam kayırdığı iddiasıyla büyüyen dedikoduların etkisiyle sahabenin göz yummasıyla şehit edildi.
Bize diyorlar ki; İlahiyatçı olarak neden bugünlerde ilmi yazıları bıraktın ısrarla siyaset yazıyorsun, neden iktidarı böyle savunuyorsun. Cevabım şu; bu ümmet bu ihmali bir kere yaptı ve öyle olaylar başlarına geldi ki binlercesi canından olduğu gibi Resulullah’ın yaşadığı İslam’a sahih şekilde ulaşabilmek, bu fitne ve kargaşa ortamı yüzünden çok zorlaşmıştır.
Ümmet bu ihmali Hz Osman döneminde yaptı.
Hz Osman dönemi ikiye ayrılır ilk altı sene fetihlerin yapıldığı dönem, ikinci altı sene fetihlerin durması sebebiyle kesilen yüksek gelirler yüzünden başlayan hoşnutsuzluklar dönemi.
Hz Osman varlıklı biriydi, darlık zamanlarında da zenginlik zamanlarında da imtihanını başarıyla vermişti. Zenginliği yanında cömertti
‘’Tebük seferine çıkacak ordunun techiz edilmesine yaptığı katkı; O, bu ordunun yaklaşık üçte birini tek başına techiz etmiştir. Yaptığı yardımın dökümü şöyledir: Gerekli takımlarıyla birlikte dokuz yüz elli deve ve yüz at, bunların süvarilerinin teçhizatı, on bin dinar nakit para’’
Hz Osman zamanında fetihlerle beraber zenginleşme çoğaldı fakat bunun yanında Hz Osman zenginleşmeyi halka yayma konusunda da cömert davranmıştır. HZ ÖMER DÖNEMİNDE SAVAŞLARA KATILMALARINA İZİN VERİLMEYEN BEDEVİLERE HZ OSMAN SAVAŞLARDA YER VERMİŞ VE GELİRLERDEN PAY ALMALARINI SAĞLAMIŞTIR. Tabii onların kısa zamanda zenginleşmeleri GÖSTERİŞE , İSRAFA kaçan örneklerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Hz. Ömer döneminden itibaren maaş dağıtımında Hz. Peygamber’e yakınlık ve İslam’a girişte önceliğin dikkate alınması, servetin belli kişilerin ellerinde birikmesine sebep olmuştu. Bu zenginleşmeye örnek olarak ashabın ileri gelenlerinden Zübeyr b. Avvam öldüğü zaman Medine’de 11, Basra’da 2, Küfe ve Mısır’da birer ev miras olarak bırakmıştır.
Hz Ömer’in gelirleri paylaştırırken dikkate aldığı esas İslama girişte önceliktir. Bunu devletin selameti için gerekli görmüş olmalıdır çünkü devleti öncelikle koruyacak olacak kişilerin, güçlü olmasının gerektiğine inanmasıdır. Hz Osman da vali atamalarında tenkit edildiği husus valilerin kendi YAKINLARI olmasıdır. Bu konuda şöyle demiştir; Kendileri onlardan liyakatli olmadıkları halde bu eleştiriyi yapıyorlar. Hz Osman döneminin valileri fetihler konusunda başarılı olmuşlardır. FÜTUHAT OLABİLECEĞİ EN İYİ ŞEKİLDE yürümüştür. Valileri için İSRAF, ŞIMARIKLIK gibi konularda şikayetler olmakla beraber. İslam devletinin BÜYÜMESİ karşısında sınırlarına dayandıkları büyük devletlere özellikle Bizans’a karşı güvenliklerini sağlayabilmek için İslam Devletinin büyümesi ve ZENGİNLEŞMESİ öncelik taşıyordu. Devletin doğal sınırlarına ulaşması İSLAM DEVLETİNİN BEKASI için şarttı.. Şöyleki SINIRLARIN YANIBAŞINDA İLK FIRSATTA İTTİFAK KURARAK SALDIRIYA GEÇİP İslam Devletini tarihten silecek bir coğrafi/siyasi birlik kurabilecek devletler kalmamalıydı
Örnek olarak
Alim ve fazıl Ebü Musa el-Eşari, Hz. Osman tarafından görevden alınarak, yerine Abdullah b. Amir atandı. İbn Amir vali olduktan sonra derhal doğuda önemli fetih hareketlerine girişti. Hz. Osman döneminde en yoğun fetihler Basra'dan gönderilen ordular tarafından gerçekleştirilmiştir. Onun zamanında gerçekleştirilen bu fetihler sonunda Basra küçük bir ordugâh şehri olmaktan çıkıp körfezin doğusundaki bölgelerin idaresinden sorumlu bir merkez haline geldi.
Müslümanlar Bizans İmparatorluğu tehdidine karşı Bizans’ı batıdan da kuşatmak gerektiğini düşünüyorlardı Hz Osman Kuzey Afrika fethini hızlandırmak Endülüse geçmek hedefiyle Mısır valiliğinde değişiklik yoluna gitti. Mısır Valisi Amr b. el-As'ı azlederek yerine Abdullah İbn Sa'd b. Ebi Serh'i getirdi başarılı savaşlar neticesinde Kuzey Afrika’nın fethi tamamlandı. Muaviye Kıbrıs’ı fethetti, Akdenizde bizansa karşı deniz üstünlüğü kazanıldı.
İslam devleti Kafkasya, Kuzey Afrika, Akdeniz, Hint diyarı, Anadolu sınırı olmak üzere birçok cephede fütuhat yapıyordu bunun doğal sonucu olarak da SAVAŞÇILAR ZENGİNLEŞİYORDU.
Fakat fetihlerden elde edilen ve Müslümanlara dağıtılan malları çok fazla bulan, yaşanılan hayatı LÜKS VE İSRAF HAYATI sayan, BÜYÜK BİNALARIN yapıldığını ve bunların dinlenme yerleri veya misafirhaneler olarak kullanıldığını gören; ama bütün bunların İslam'a ters düştüğüne inananlar vardı.
Kur’an’ın çoğaltılma işini kendisine vermediği ve onu Küfe valiliğinden aldığı için İbn-i Mesud, Mısır valiliğinden aldığı için İbni As, Basra valiliğinden aldığı için Ebu Musa El-Eşari Hz Osman’a KIZGINDI.
Hz Osman tedbir olarak sürgün cezasını kullanırdı.
Kufe valisi el-Velid'e karşı komplolar düzenleyen ve şehirde devamlı karışıklıklar çıkaran Ebu Zeyneb, Ebu'l-Verra', Malik b. el-Eşter ve arkadaşlarını Kufe'den Şam'a sürmüştü. Ebu Zer Ğifari'yi de, Şam'dan Medine'ye çağırmıştı;
Aynı şekilde Hz. Osman, aralarında söz kavgası yapan Ammar b. Yasir ve Abbas h. Utbe b. Ebi Leheb'i CEZALANDIRDI VE VAZİFELERİNDEN ALDI.
Hz Osman, Medine mescidini genişletti; hurma ağaçlarından yapılmış yemekhane kısmını yıktı, yenilenen kısmı nakışlı taşlarla yaptırdı. Halk önce bunu kabul etti, hoş karşıladı, sonra karşı çıktı, TENKİT ETTİ
Bu yapılanlar hep ümmet için gerekliydi ama kendini DIŞLANMIŞ HİSSEDENLER, ZENGİNLEŞMEYİ, LÜKSÜ islam anlayışına aykırı bulanlar ve bütün bu durumları kolaylıkla istismar edip fitne sebebi yapanların gayretiyle muhaliflerin sayısı artıyordu.
FÜTUHATIN DURMASI sonrasında asıl muhalefetin hızlanma ve etkili olma sebebi devletin doğal sınırlarına ulaşması neticesinde DIŞ TEHDİDİN BİTMESİ ve içeride birbirine düşmeleri konusunda rahatlığın ortaya çıkması olmuştur. Dedikodularla büyüyen rahatsız edici durumlardan, herkes kendine göre, beri olduğunu ortaya koymaya çalışıyordu.
Aslında Hz. Ömer, Hz. Osman'ın idaresinden çok daha sert bir idare uygulamıştı. Hz. Osman Kureyş'e Hz Ömer'den daha yakındı; onları seviyor ve onlar tarafından seviliyordu. Hz. Ömer, bütün ashabın davranışlarını murakebe ve muhasebe ediyordu, sahabe serbest olarak dolaşamıyordu. Kendisine ve halka karşı olanlara da son derece sert davranıyordu. İnsanlardan ona kızan pek çok kimse vardı. Hz. Ömer de bazı yenilikler yapmıştı. Oğlu Abdullah şöyle der: "İnsanlar, yaptığı bazı şeyler sebebiyle Osman'ı kötülüyorlar, bunları Ömer yapsaydı onu kötülemezlerdi.”
Bütün bu KÜSKÜNLER, fetihler durunca GELİRLERİ KESİLENLER, valilerin uygulamları ve Hz Osman’ın akrabalarına verdiği görevler yüzünden çıkan DEDİKODULAR Müslümanlar arasına FİTNE SOKMAK İSTEYEN FIRSATÇI ve menfaatçi kimse veya kimseler için fırsat oldu. Seçkin sahabe adına mektuplar yazılıp diğer şehirlere yanlış bilgilendirmeler yapıldı, Mısır valisine, Hz Osman adına mektup gönderten ve hadiseleri alevlendiren hep bu kimseler veya belli çevrelerdi.
Bunlardan birisi etkili NİFAK HAREKETLERİNİN ortaya çıkmasını sağlayan ve tam bir KOMİTACI olan ABDULLAH BİN SEBE'dir. İbn Sebe San’alı bir yahudidir. Hz. Osman döneminde Müslüman olmuş, Hz. Osman’ın halka zulmettiği iddiasını çeşitli şehirlerde yaymıştır. İbn Sebe ve İbn Sebe gibi düşünenler insanları kışkırtmış, devlet ve halife aleyhine isyana yöneltmişlerdir. Bazı müelliflere göre İbn Sebe’nin uzun zamandır hazırladığı komplo Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bazı yorumlara göre ise Abdullah bin Sebe imajıyla Hz. Osman’a karşı muhalefet edenlerin hem sayısı çoğaltılmış, hem de başka başka sebeple şikayeti olanlar ORTAK BİR KİMLİK KAZANMIŞTIR. ''HZ. OSMAN KARŞITLIĞI''
İbn Sebe, samimi kimselerin HAKLI ŞİKAYETLERİNİ kullanarak insanları Hz. Osman'a karşı KIŞKIRTIYORDU. Bir taraftan Hz Osman’ın aleyhine, valilerinin aleyhine TEZVİRATLAR üretip yayarken bir taraftan da hilafetin Hz Ali’nin hakkı olduğu yolunda kışkırtma çalışmaları yürütüyordu. Gelirlerin kesildiği, küskünlerin olduğu, ZENGİNLEŞMENİN getirdiği ŞIMARIKLIKLARIN olduğu ortamda bu FİTNE HAREKETİ ÇOK BÜYÜK ETKİ YAPTI.
İş o hale vardı ki Mısır, Basra ve Kufe’den gelen isyancı grubun Hz Osman’ın evini sardığı günlerde Medine’de yaşayan ashabın ileri gelenleri bu durumu İZLEMEKLE YETİNDİ.
Muhasara günlerinde Hz. Ali’nin, “Adam öldürülmek üzere, niçin yardım etmiyorsun?” şeklindeki sorusuna Hz. Talha şöyle cevap vermiştir; “Vallahi Ümeyye Oğulları aldıkları HAKLARI GERİ VERİNCEYE KADAR YARDIM YOK”
Zübeyr b. Avvam Hz. Osman’ın ölümüne şahit olmamak için, Mekke’ye doğru yola çıkmıştır. Muğire b. Şube ve Üsame b. Zeyd, Hz. Ali’ye, “Bu adam KESİNLİKLE ÖLDÜRÜLECEK, Medine’den çık… Aksi halde olay senin üzerine kalabilir.” demişlerdir.
Hz. Osman valilerinden yardım talebinde bulunmak için mektuplar gönderdi ,mektuplarda şu cümleler bulunmaktadır: “DELİLSİZ ŞEYLER YAYDILAR. Razı olmadıkları yöneticileri KENDİLERİ DAHA LİYAKATLİ OLMADIKLARI HALDE AYIPLADILAR. Senelerce sabrettim. Rasülullah’ın komşuluğuna rağmen bize hücum ettiler… Hendek savaşındaki hiziplere veya Uhud’da BİZİMLE SAVAŞANLARA BENZİYORLAR. İmkânı olan bana yardıma gelsin
Neticede ilk kuşatmada ikna edilip geri gönderilen isyancılar, fitne şebekesinin başarılı bir sahte gizli mektup çalışmasıyla geri döndü ve Medine’de en az 10.000 sahabinin bulunduğu bir anda Halife feci bir şekilde öldürüldü, evi ve beytülmal yağmalanmış, katledildiği gün Mescidi Nebi’de namaz kılınamamıştı.
Fitnecileri hedefine ulaştıran meşhur mektup Muhammed b. Ebi Bekir ve beraberindekiler hakkında halife tarafından yazıldığı iddia edilen mektuptur. Mektupla ilgili rivayetler şöyle özetlenebilir: Hz. Osman, sahabenin de aracılığıyla, Muhammed b. Ebi Bekir’i Mısır’a vali olarak tayin etmiştir. Muhammed b. Ebi Bekir görevi eski validen devralmak üzere beraberindeki heyetle yola çıktıklarında Hz. Osman’ın bir kölesi, Yine Hz. Osman’ın bir devesinde yolculuk ederken bir mektupla yakalanmıştır. Mektupta şu andaki Mısır valisine hitaben şu cümlenin olduğu rivayetten anlaşılmaktadır: “Osman’a karşı muhalif olan falan falanı öldür ey Abdullah b. Sad.
”Bunun üzerine, aynı günlerde Medine’den ayrılan, halife tarafından ikna edilmiş Basra, Küfe ve Mısır’lı muhalifler, “sanki sözleşmiş gibi” Medine’ye geri dönmüşlerdir. Tekrar Medine’ye dönen Muhammed b. Ebi Bekir, mektubu Mescid-i Nebi’de halkın içerisinde okumuştur. Halkın halifeye karşı kızgınlığı artmış, bu mektup üzerine; Hz. Osman,
mektubu YAZMADIĞINI, yazdırmadığını, mührün kopya, yazının taklit ve devenin çalıntı olduğunu sahabenin huzurunda YEMİN EDEREK BELİRTMESİNE RAĞMEN, muhalifler ikna olmamıştır. Bunun üzerine halifenin kâtibi Mervan b. Hakem mektubu Halifenin bilgisi olmaksızın onun adına yazmakla suçlanmıştır.
Birinci durumda halife KOMPLO HAZIRLAMAKLA, ikinci durumda ise iktidarda ACZİYETİYLE itham edilmiştir. Yani suçlamayı herkes kafasına koymuş durumdadır illa bir SEBEP bulunacaktır.
Burada dikkat edilirse Hz Osman’ın YEMİNİNE BİLE İTİBAR EDİLMEMİŞTİR. Halbuki bu Hz Osman Resulullah’ın (as) art arda iki kızıyla evlenmiş onların erken ölümünden sonra üçüncü kızım olsa yine Osman’a verirdim methine mazhar olmuştur. İnfak konusundaki zirve cömertiliğini zikretmiştik. Hz Osman Hz Ömer’in tayin ettiği şura tarafından halife seçilmişti. Fakat gelişmeler, DEDİKODULAR, FİTNE ÇALIŞMALARI 12 yıl önce içlerinde bu GÖREVE EN LAYIK KİŞİ GÖRDÜKLERİ Hz Osman’ın şimdi yeminine itibar etmeyecek duruma getirmişti onları.
Hz Osman’ın yanlış yaptığı nedir diye bakıldığında yapılan değerlendirmelerde MERVAN BİN HAKEM konusu öne çıkmaktadır. Mervan Hz Osman’ın amcası Hakem’in oğludur. Hakem b Ebü-l As Resulullah (as) tarafından bazı olumsuz davranışları yüzünden Taif’e sürgüne gönderilmişti. Mervan hicretin 2. senesinde doğduğu dikkate alınırsa küçük çocuktu sürgün edildiklerinde. Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer bütün tavassut girişimlerine rağmen Hakem’in sürgünden dönmesine izin vermediler. Hz Osman Resulullah’tan söz aldığını beyan ederek Hakem’in Medineye dönmesine izin verdi ve yirmi yaşlarında olan Mervan’a DEVLET KATİPLİĞİ görevi verdi.
Bu durum devamlı Hz Osman’ın KINANMASINA sebep oldu. Ümeyye ailesinden olan bütün valilerin yaptığı hatalar, onlar aleyhine yapılan dedikodular aynı aileden olan Mervan’ı devlet merkezinde ŞİKAYETİN MERKEZİ DURUMUNA getiriyordu. En son Hz Osman’ın ÖLÜMÜNE SEBEP OLAN mektup olayı MERVAN'DAN BİLİNDİ. Hz Osman’dan istenenler arasında Mervan’ın öldürülmesi vardı. Mervan bu mektup suçunu kabul etmemişti. Hz Osman Mervan’a inanmış olacak ki onun öldürülmesini kabul etmedi. Neticede suçlu olmadığına inandığı birinin fitne dursun diye öldürülmesine razı olamazdı.
Hz Osman’ın bütün bu olaylar olurken GÖZARDI ETTİĞİ şey insanların olayları NASIL ALGILADIĞIYDI. Mervan baştan beri İSTENMEYEN kişiydi, ortaya çıkacak her olumsuz şey ona YAKIŞTIRILABİLİRDİ, Hz Osman onu savunmak durumunda kaldığı her durumda tepkileri artırdı.
BUNUN DIŞINDA BÜTÜN TEPKİLERİ Hz Osman görüşmeler yaparak, şikayet edilen valilere müfettişler göndererek idare ediyordu. Hz Osman bütün iddiaları cevapladığı konuşmasının sonunda ‘’Kim bende hakkı olduğunu söylüyorsa veya kim zulmedilmiş olduğunu iddia ediyorsa, işte ben buradayım; isterse hakkını alır, isterse bağışlar. Bu sözler üzerine insanlar şimdilik razı olmuştular.
Fakat insanlarda var olan ASABİYET/AKRABALIK hassasiyeti karşı tarafta kıskançlığı da zirveye çıkarıyor. Başkalarına yapılan ihsan veya korumacılık akrabaya yapıldığında TAHAMMÜL EDİLEMİYOR.
İsyancıların ölüm emrini içeren sahte mektup bu kızgınlık duygusu ile Mervan’a YAKIŞTIRILDI. Bu devlet katibi Mervan dışında başkası olsaydı belki yeminli ifadesiyle ve Hz Osman’ın kefaletiyle kurtulabilirdi ama konu Mervan olunca bu FIRSATI MUHALİFLER DEĞERLENDİRDİ ve Hz Osman’ın öldürülmesine giden yolu açtı.
Ashabın KAYITSIZLIĞI ile ölüme giden Hz Osman için ölümünden sonra bir kişi bile yaptığı işlerden dolayı Osman ÖLÜMÜ HAK ETTİ DİYEMEDİ. Bu kayıtsız kalan büyük sahabiler Hz Osman’ın katillerine ceza verilmedi diye bu sefer Hz Ali’ye isyan ettiler. Cemel savaşında binlerce müslüman öldü, ardından Sıffin savaşı oldu MEDİNE'NİN ÖDEYECEĞİ BEDEL BUNUNLA DA KALMADI. Yezid Medine üzerine akrabalarını korumak için gönderdiği ordu Harre vakası denen faciayı meydana getirdi.
Yezid 12 bin kişilik bir orduyu Medine üzerine gönderdi. Emevi ordusu içinde ittifak yaptığı Bizanslı askerlerde bulunmaktaydı.
Yezid’in talimatıyla, Medine üç gün boyunca yağmalandı
80 civarında sahabi öldü, başları kesildi, Şam’a gönderildi. Genç kızlara ve kadınlara tecavüzler yapıldı. Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce Müslüman katledildi. Genç kızlar cariye, genç erkekler köle olarak alındı. Evler ve iş yerleri yağmalandı. Evler ve mescidlerde bulunan önemli belgeler yakıldı. Üçüncü günden sonra öldürmedikleri Medine halkını meydanlarda toplayarak “Yezid’in kulu ve kölesi” olarak halifeye itaat edeceklerine dair bağlılık sözü istendi. Bazı Müslümanlar önceki halifelere yaptıkları gibi “Allah’ın kitabı ve O’nun elçisinin sünneti üzere bağlı kalacağım” diye yemin edince bunlar da halkın gözleri önünde katledildi. Baskı ile “Yezid’in kulu ve kölesi” olduklarını kabul edenler bağışlandı. Tecavüze uğrayan kadınların doğurduğu çocuklara “harre çocukları” denmiştir.
Müslümanların birbirini katletmesi üzerinden İTİKADİ TARTIŞMALAR çıktı bu başka AYRILIKLARA sebep oldu. Saltanat geldiği için her türlü baskı arttı, zindana düşmeyen mezhep imamı kalmadı. Bütün bu sıkıntıların başlamasının sebebi YOLSUZLUK YAPILMASINA GÖZ YUMDU VE ADAM KAYIRDI DEDİKODULARI Hz Osman’ın öldürülmesine GÖZ YUMMAKTI.




Bu Yazıda
Prof Dr Sabri Hizmetli ''Tarihî Rivâyetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi'' Makalesi ve
Doç Dr. Halis DEMİR ''Meşruiyet Açısından Hz. Osman’ın Öldürülmesinin İncelenmesi'' Makalesinden alıntılanan bölümler vardır.

25 Nisan 2019 Perşembe

Ahmet Davutoğlu



Ahmet Davutoğlu kendisine emanet olarak verilen koltuğun, gerçek sahibi zannetti kendisini. Liderliğe atamayla gelinemeyeceğini anlamayacak kadar gerçeklikten uzak bir görüntü verdi. Gerçekten anlamadıysa üzücü, anlamamazlıktan gelip liderliğe çökmeye kalktıysa... 
İşte böyle algılandı ve sağduyu sahiplerinin gözünde bitti.
Davutoğlu, 31 Mart seçim sonuçları ve içinde bulunduğumuz siyasi şartlara ilişkin tespit ve tavsiyeler adı altında bir metin yayınladı.
Zamanın ruhundan,
Milli iradeden, ilkelerden, yenilenmeden, şeffaflıktan, adaletten  bahseden bir metin.
Bilinmeyen bir şey yok, herkesin kabul ettiği gerçeklerden bahsetti ama sorunun çözümü için bir şey demedi.
Aslında sorunların kendisiyle başladığını söyleseydi çözüme adım atmış olurdu.
Liyakattan bahsediyor.
Erdoğan gibi bir lider henüz işinin başındayken kendini liderliğe yakıştırdı. Bu kanaate bir bilimsel araştırma yoluyla mı varmıştı? Hangi anketten veya araştırmadan  Erdoğan'dan daha iyi lider olabileceğini çıkarabilirdi.
Oldu bittiyle Ak Parti gibi bir partinin liderliğini ele geçirmeye kalkmak diğer insanlarda da aynı hevesi yaratmış olmasın. Onlarda makamları bu şekilde ele geçirmenin ahlaki olduğunu Hoca'dan görmüş olmasınlar.
Şu cümleler Hoca'ya ait;
''Öncelikle siyasi ahlakın temelini dokuyan ilkeler ve değerler konusunda söylemde ve eylemde yaşanan sapmalar toplumsal vicdan ile buluşulmasını engelleyen en önemli bariyerdir
Bu ortak aidiyet bilincine dayalı toplumsal düzenin ilk erdemi ve esası adalettir.'' 
Peki kendisi, en kolay yoldan en büyük koltuğu kapma girişimi olan yüzyılın koltuk operasyonuna kalkıştığında bu fikirleri unutmuş muydu?
Şimdi bunları tekrar unutup yeni bir hareket başlatma niyetinde.
Mesela metinde 17-25 Aralık olayını komplo olarak değerlendiriyor ama başbakanken vekillere komploya yardım edecek şekilde gitsinler bakanlar yargıda aklansınlar diye evet oyu vermelerini tavsiye ediyordu. Hoca'nın bunu anlamak için bir darbe girişimine ve beş seneye ihtiyacı olmuş. 
Ahmet Hocaya tavsiyemiz bıraksın bu işleri gitsin üniversite ile uğraşsın. Bu arada  siyasete girmesi konusunda iç ve dış baskılara göğüs gerebilecek dirayette olduğunu ortaya koyması ileride belki liderliği üstlenmesi için bir liyakat verisi olabilir.

22 Nisan 2019 Pazartesi

Kılıçdaroğlu'nun Şehit cenazesi provokasyonu

Bütün uyarılara rağmen Kılıçdaroğlu'nun Çubuk gibi milliyetçiliği ile bilinen bir yöremizde şehit cenazesine katılmasında bir amaç güttüğünü görmezden gelmek barışa hizmet etmez.
Gözümüzün önünde anormal bir şey gerçekleşiyor. PKK'nın sözcüleri; bu seçimlerde kazanılan başarı bizim başarımızdır biz bunun karşılığını da CHP'den bekleriz diyor ve biz bunu normalmiş gibi görüyoruz ve anormal bir durum yokmuş gibi davranıyoruz.
Şükür ki bizi uyndıran tepki, şehit cenazesinde acısı sıcak olan kişilerin hiçbir şey yokmuş davranamayıp Kılıçdaroğlu'na büyük tepki göstermesiyle geldi. Biz uyandık ama bu tepkinin olacağını Kılıçdaroğlu da biliyordu onun için bunda bir amacı olduğunu düşünmemek ahmaklık olur.
Amacı neydi?
Amaçları, buna Ekrem İmamoğlu ve Canan Kaftancıoğlu'nu da dahil ediyorum, önümüzdeki günlerde devam edecek zincirleme aksiyon ve söylemlerde bulunacaklar.
Söylemleri şöyle olacak; PKK ve Fetö normal bir örgüt ve yapıdır bunlar şiddet eylemlerinde bulunuduysa, bunu bakın yeri geldiğinde halk da yapmaktadır. Bu örgütlerin de haklı olduğu yerler vardır demeye başlayacaklar, bunlara terör örgütü dışında isimler kullanmaya çalışacaklar.
Bunun için yapacakları aksiyonlar, cenaze töreninde olduğu gibi iktidar tarafını savunma durumunda bırakacak eylemler şeklinde olacaktır.
Bunun için devlet ön almalıdır.
Avrupa'nın birçok ülkesinde ''naziler yahudilere soykırım yapmamıştır'' demek veya bu anlama gelen yorumlar yapmak suçtur ve hapis cezası almadan kurtulamazsınız.
Türkiye'de de aynı yasa çıkmalıdır. PKK ve Fetö için yumuşatıcı sözler kullananlar suçlu sayılmalıdır.
Bu örgütlere terör örgütü diyememek, aslında bu örgütlerin öldürdüğü insanları haklı bir gerekçeyle öldürdüğünü kabul etmek demektir. Bu tam anlamıyla suçluyu övmektir ve desteklemektir.
Biz kendi insanımızı öldürene ''terörist, suçlu'' demeyene ceza veremiyoruz. Avrupalılar ise, yahudilere kendi atalarının yaptığı suça suç demeyeni cezalandırıyor.
Çünkü onlar suçun normalleştirilmesinin ne kadar büyük belalar getireceğinin farkındalar.
Biz neden demokrasiyi kendimiz için değil de suçluları koruyan bir şeymiş gibi değerlendiriyoruz?
Biz ne zaman akıllanacağız?

19 Nisan 2019 Cuma

31 Mart seçimleri İstanbul'da yapılan sandık operasyonu,

Seçim yasası gereği itirazlar sonunda kabul edilen yeniden sayımlar bitince birleştirme tutanakları il seçim kuruluna ulaşır il birleştirme tutanağı hazırlanır ve mazbata verilir. Sonra olağanüstü itiraz değelendirilir bunun neticesinde seçim yenilenir veya itiraz reddedilir seçim tamamlanmış olur.
Ortada bir sürü usulsüzlük ve kanunsuzluk iddiaları var. En önemlisi de sandık kurullarının oluşturulmasında yasaya uygun davranılmamış olması. Bunun sayısı 19 bin civarı olduğu tespit edildiği söylenmekte. Yani ilçe seçim kurulları sadace kamu görevlilerinden ve kendi ilçesinden oluşturmak zorunda olduğu sandık heyetini dışarıdan da alarak oluşturmuş.
Bu konudaki yasa değiştirildiğinde gerekçe şuydu. Kamu görevlileri ihmal ve bilgisizlik açısından daha az hata yapar ve kasıtlı usulsüzlük yapmaktan çekinir. Çünkü 16 Nisan referandumunda sandık başkanlarının oy pusulalarına vurmak zorunda olduğu mühürleri yaygın olarak vurmadığı ortaya çıkmıştı.
Bu mühür vurmama işi yaygın ve belli bölgede olması örgütlü bir girişim olduğunu ortyaya çıkarmıştı.
Bu yüzden önceki yasada olan ''mühürsüz oy pusulaları geçersiz sayılır'' bölümü yasadan çıkarıldı. Çünkü bu kontrol edilebilir bir uygulama değildi. Oy pusulaları artık filigranlı olduğu için sahte oy pusulası konusu zaten çözülmüş durumdaydı.
Önceki yasayı hazırlayanlar mühürsüz pusulaların geçersiz sayılacağını yasaya yazmıştı fakar her seçim sonrası ortaya çıkan az sayıdaki mühürsüz pusullar YSK kararlarıyla geçerli sayılarak durum devam ettirilmekteydi. Yani pusulalar sahte değilse sandık kurulunun ihmalinde oy veren vatandaşın günahı yoktur denilerek oyların kaybı engelleniyordu.
Fakat inisiyatif YSK'nın elindeydi çünkü yasa onlara gerekirse iptal etme yetkisini veriyordu.
Yeni yasada, bu tür olayları kasten yapma girişimlerini engellemek için sandık başkanlarının kamu görevlisi olma zorunluluğu kanuna bağlandı.
Fakat eski yasada düşülen kayıt yeni yasada düşülmedi.
Eğer pusula mühürsüzse ve YSK bu durumu şüpheli görmüşse yasa YSK'ya oyları geçersiz sayma yetkisi veriyordu
Şimdi yeni yasada sandık kurulu kanuna aykırı kurulmuşsa oylar geçersiz sayılır diye bir bölüm yasaya eklenmemişti.
İşte bu açık, belli bir organize grup tarafından değerledirildi sandıkların önemli bir bölümüne kamu görevlisi olmayan isimler atandı.
Bu durumun gerekçesi ne olabilir?
Bu insanlar birkaç kuruş para alsın diye bu yasadışı işi kim yapar? Bu illaki ciddi bir amaçla yapılmış olmalıdır.
Akla şu geliyor; geçersiz sayılan oylar yeniden sayıldığında 6 bin civarında oy Ak Parti lehine yazılmış.
Peki aynı zorlama, ya CHP'ye yazılmaması gereken şüpheli oylar, yorumla CHP'ye yazılmışsa. Bunlar geçersiz oylar kapsamında olmadığı için yeniden sayımlarda gözden geçirilmedi.
Diğer taraftan; bu geçersiz sayılan oylar ve şüpheli olduğu durumda bir partiye yazılan oylara nasıl karar veriliyor durumu var.
Bu durumlarda sandık kurulunda oylama yapılıyor oy çokluğuyla karar veriliyor. Orada durum ne ?
Bu seçimde İyi Parti, Saadet Partisi ilçelerde adaylar çıkardı dolayısıyla sanıkta görevlileri yer aldı. Bunlar Millet İttifakı partileri.
Cumhur İttifakı tarafında durum ne?
MHP ve Ak Parti ilçelerde tek aday çıkardı dolayısıyla sandıkta tek kişi ile temsil edildiler.
Sandık heyetinde çoğunluk Millet İttifakının elinde.
Sayım esnasında Ak Partililerin dışarıdan müdahil olan mensupları vardı denecektir peki bu durum Beşiktaş, Kadıköy gibi bölgelerde de aynı ağırlıkta olabilmiş midir?
Sandık başkanları yasaya aykırı olarak bir amaçla dışarıdan oluşturulmuş, sandık heyetinde Millet İttifakı çoğunlukta, açığa çıkan tarafıyla geçersiz oylarda Ak parti aleyhine bir çalışma olmuş.
10.290 adet hem cezaevi hem de başka seçmen listesinde kayıtlı seçmen, 5.287 adet İstanbul seçmen listesinde kayıtlı hükümlü seçmen, 21 782 zihinsel engelli oy kullanması bir karara bağlı olması gereken seçmenle birlikte girilen bir seçimde sandıkların önemli bir bölümünde sandık kurulu yasaya uygun olarak oluşturulmamışsa buralarda neler dönebilir.
Bütün bunlar bir araya geldiğinde 8.5 milyon oyda 13 bin oy farkı hiç şüphe barındırmıyor biz rahatız diyorsanız şunu derim.
Bu sizin imtihanınızdır Ak Parti iktidarında kendinizce ortaya sürerek kınadığınız her şeyi ilk fırsatta gönül rahatlığıyla yapacağınızın delilidir.
Ben bunu seçim iptal olsun ısrarıyla demiyorum. Çünkü seçimden üç gün sonra yazdığım yazıda biz bu operasyonu yememeliydik madem yedik bunu en az hasarla atlatmamızın yolu İmamoğlu'nun başkan olmasıdır demiştim.
Diğer açıdan bu seçimde Ak Parti'yi küsuratlara mahkum eden Ak Parti'nin kendi seçmenidir ve onlar için CHP'li bir belediyeden daha iyi bir uyarıcı olamaz.

18 Nisan 2019 Perşembe

DİNİBÜTÜN-İSLAMCI-İSLAMİYANCI


Türkiye benzer ülkeler gibi bir süredir operasyonlarla karşı karşıyadır. Bu operasyonların bir kısmı daha önce vesayet sisteminin temsilcileri oldukları için batı tarafından desteklenen askeri ve yargı bürokrasisi mensuplarınca yapıldı 27 Nisan e-muhtırası, parti kapatma davası gibi daha sonra renkli ve kadife isimleriyle dünyada gündeme gelen halk ayaklanmaları tertip etmenin bizdeki yansıması olan Gezi eylemleri (2103) ardından 17-25 Aralık yargı darbesi girişiminin etkileri (2014) ondan sonraki 2 yıl boyunca Deaş, PKK, Fetö üçlüsünün seri terör saldırıları;
SULTANAHMET'TE BOMBALI SALDIRI.
HDP DİYARBAKIR MİTİNGİNDE ÇİFTE PATLAMA.
SURUÇ'TA CANLI BOMBA SALDIRISI.
ANKARA TREN GARINDA PATLAMA.
İSTİKLAL CADDESİ SALDIRISI.
GAZİANTEP EMNİYET'İ ÖNÜNDE PATLAMA.
ATATÜRK HAVALİMANI SALDIRISI
GAZİANTEP'TE KINA GECESİNDE SALDIRI.
ANKARA KIZILAY'DA BOMBALI SALDIRIDOLMABAHÇE BEŞİKTAŞ STADI SALDIRISI
REİNA KATLİAMI.
İZMİR ADALET SARAYI SALDIRISI POLİS FETHİ SEKİN'İN ŞEHİT EDİLMESİ
Bu arada 2015'te başlayıp 2016'ya taşan Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Şırnak’ın İdil, Cizre ve Silopi ilçeleri, Mardin’in Derik ve Nusaybin ilçeleriyle Batman-Mardin-Şırnak sınırında bulunan Dargeçit bölgeleri hendek olayları ve operasyonlar
15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve ardından ilan edilmek zorunda kalınan OHAL süreci.
Bu olayların hepsi Ak Parti tabanını birbirine kenetledi ülke adına tehdit fark edildi ve hükümetin yapamadıkları değil, yaptığı eksikler değil bağımsız bir hükümetin varlığına olan ihtiyaç gündemde tutuldu.
Türkiye'ye terör örgütleri eliyle yapılan operasyonlar ilk başta hükümet yanlılarıyla muhalifler arasına ayrılık sokarken hendek olayları ve özellikle son İzmir Adliyesi saldırısında şehit edilen Pois memuru Fethi Sekin'in şehadeti ülkede her kesimin kenetlenmesine sebep olmaya başladığı ortaya çıktı
Ve Türkiye'de yapılmaya çalışılan istikrarsızlaştırma oprerasyonlarının şekli değiştirildi.
Bu tarihten sonra bombalı saldırı, terör, sokak eylemleri dönemi bitti barışçı eylemler ve söylemler dönemi başladı.
Bu dönemi başlatan sembol eylem Adalet Yürüyüşüdür. Bu eylem sonunda gezi benzeri eylem bekleyip gündemi gerginleştiren hükümet yanlısı sözcüler ve kalemler ters köşeye yatırılmış terör örgütleriyle yapılan bir yürüyüşün barışçı bir şekilde sona ermesiyle Türkiye halkına ve yurt dışına başarılı bir mesaj verilmişti.
CHP Radikal Sevgi adlı bir kitap bastırdı ve ekibine dağıttı. Kitap, ''insanlar yüzlerine gülerek nasıl ayartılır'' konusunu detaylı anlatan ve formüller ile öğretmeye çalışan bir kitap
Bu süreçte muhalefet çok normalmiş gibi arkasında çok açık PKK ve Fetö örgütlerinin uzantıları olan olayları, kişileri demokrasi ve barışçılık adına sahiplendikçe hükümet sert söylemlerde bulunmaya ve tedbirler almaya başladı. Bu süreç muhalefeti taviz veren, barışçı olan, birlik beraberlik çağrıları yapan taraf konumuna, hükümeti kamplaşayı tahrik eden söylemleri üreten taraf konumuna düşürdü.
Bu barış ağzına, alttan alma, birlik beraberlik söylemine, tavizci görünme oyununa düşmeyecek insan azdır.
Saldırılar karşısında birbirine sarılanlar karşı tarafın yumuşak diline, yağcılığına kanıp, taviz vermeyi politika haline getirmeyi savunması şaşılacak bir şey değildir.
Bu tuzağa Resulullah da çekilmek istenmişti. Her türlü baskı ve saldırı karşısında direnç gösteren, her imtihanı başarıyla atlatan Resul-i Ekrem, Allah tarafından en büyük uyarıyı bu durum karşısında almıştır.
İstediler ki sen, alttan alıp gevşek davranasın/yağcılık edesin de onlar da yağcılık etsinler/yumuşaklık göstersinler. Kalem 9
Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.
Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.
İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın. İsra 73-75
Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık.
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.
Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır. Al-i İmran 118-120
Lailkler, verdikleriyle iktifa edip ibadetlerini yapan müslümanlara dinibütün, hayatına etki eden her şeyi düzenlemek isteyen müslümanlara islamcı demişti.
Şimdi yeni bir grup daha oluştu;
İSLAMİYANCI
İslam'ın özgürce yaşanması için yolları açanlar yerine İslam'a karşıtlığı, hayatının anlamı olarak görenlerin yancısı olanlar

11 Nisan 2019 Perşembe

Dindarlar ve Yardım Kuruluşları

Ağustos 2018 tarihli bir haber.
----------
İngiltere'de "Global Humanitarian Assistance" (GHA) programınca hazırlanan 2018 yılı Küresel İnsani Yardımlar Raporu'nda, Türkiye geçen yıl 8,07 milyar dolar insani yardım miktarıyla birinci sırada yer aldı. Türkiye'nin ardından ABD, 6,68 milyar dolar insani yardım miktarıyla ikinci sırayı aldı.

Raporda, insani yardımların milli gelire oranı temelinde yapılan sıralamada da Türkiye yüzde 0,85 ile 1. sırayı aldı ve "dünyanın en cömert ülkesi" unvanını korudu. Türkiye'yi yüzde 0,17 ile Norveç ve Lüksemburg izledi.
------------
Beni çok üzen bir durum var. Bir kısım insanlarımızın ki bu insanlar mesela Suriyeliye, göçmene tahammülü olmayan sözlerinden anladığımız kadarıyla hem ırkçı anlayışa sahip hem de aynı paralelde diğergam olmayan bu insanlar;
Türkiye dindarlarını yolsuzlukla, bencillikle, kibirle itham ediyorlar. Mutlaka her kesimde olduğu gibi dindar olduğu zannedilen insanların içinde de birçok kötülüğe bulaşmış insan vardır.
Dindarlık ne demektir? Dindar, inancına bağlılığından dolayı kendi iradesiyle, dünya nimetlerinden sınırlar içerisinde faydalanır ve başkalarına zarar vermekten kaçınır, günah biriktirmek istemez. Başkalarına faydalı olmak zorunda olduğuna inanır.
Bu yüzden dindarlar Türkiye'de Ak parti'den önce başlamak üzere yardım kuruluşları kurdular periyodik olarak buralara kazançlarından bir kısmını aktardılar.
Bütün Türkiye'nin zenginleşmesiyle beraber dindarlar da zenginleşti. Ak Parti döneminde sadece dindarlar devletten iş aldı iddiası da temelsizdir. Bu dönemde en büyük inşaat işlerini alan firmaların üst sıralarında olan Rönesans, Cengiz, Limak vb dindarlıklarıyla bilinen insanlar değildir.

Zenginleşme dindarlar içerisinde günah kaygısıyla hareket edenlerin sayısını doğal olarak azaltmıştır. Çünkü zenginlik zor bir imtihandır ve zenginleşme Ak Parti seçmeni olmak için negatif etki yapmaktadır. İstanbul'da büyük lüks sitelerin yapıldığı ilçeleri Ak Parti kaybetmiştir (Esenyurt, Küçükçekmece gibi) zengin ilçelerde zaten Ak Parti hiç kazanamamaktadır. Ak Parti batı sahilleri ve güneydoğu hariç bütün şehirlerde birinci partidir ve oy oranı %50'ye yakındır bu şu demektir köylüsü, dar gelirlisi, orta tabaka hâlâ iktidardan memnundur ve ümitlidir.

Başa dönersek Türkiye dindarları kurdukları onlarca yardım kuruluşu ile Türkiye'yi dünyanın en cömert ülkesi yaptı. Bu yardım derneklerine milyarlarca lirayı ülkenin dinadarları vermektedir. Dindarları en ağır sözlerle aşağılayan diğerlerinin kaç tane yardım kuruluşu var en son nereye yardım yaptılar.

Yardım kuruluşlarının başlıcalarının listesi
(şimdi bunların içerisinden seçip hah o dernekte şu olmuştu bu olmuştu diyeceklerdir. Başka ne bekliyoruz ki isimlerinden adreslerini alıp biz de yardım edelim diyeceklerini beklemiyoruz zaten)



Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı
>Adana Dosteller Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği
>Cansuyu Dayanışma Ve Yardımlaşma Derneği
>Beşir Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği
>Hayat Eli Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği
>Çare Yardımlaşma Ve Kalkınma Derneği
>Deniz Feneri Derneği
>Dosteli Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği
>Hayrat İnsani Yardım Derneği
>Hayat Ağacı Derneği
>İnsana Değer Veren Dernekler Federasyonu
>İfa(Uluslararası Kardeşilik Derneği)
>İmkander
>İyilikder Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği
>Kaçuv (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı)
>Sadaka Taşı Derneği
>Sultanbeyli İslami İlimler Vakfı
>Türkiye Diyanet Vakfı
>Türkiye Sakatlar Derneği
>Verenel Derneği
>Yardımeli Uluslar Arası İnsani Yardım Derneği
>Yeryüzü Doktorları Derneği
>Ahmet Yesevi Derneği
>Ay Işığım Yardımlaşma Kültür Ve Eğitim Derneği
>Enderun Mektebi İlim Ve Hizmet Derneği
>Ensar Vakfı
>Fukara Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği
>Genç Tebessüm Derneği
>Heybe İnsani Yardım Derneği
>İHH İnsani Yardım Vakfı
>İlim Yayma Cemiyeti
>İlmi Ve Fikri Araştı Rmalar Merkezi Derneği
>İsmailaga Derneği
>İyilikhane Yetimlerle Dayanışma Derneği
>Öz Kevser Vakfı
>Rahmet Eğitim Kültür Sanat Ve Sos.Yard.Derneği
>Ribat İnsani Yardım Derneği
>Server Yaşam Vakfı
>Sevder Uluslararası İnsani Yardım Derneği
>Uluslararası Gökkubbe Yardım Derneği
>Uluslararası İşbirliği Ve Yardımlaşma Derneği
>Vuslat Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği
>Mülteciler Sığınmacılar Göçmenlerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği



8 Nisan 2019 Pazartesi

Sandıkta yapılan operasyon


Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin oylandığı  16 Nisan 2017 günü yapılan referandumda mühürsüz oy pusulaları konusu gündeme gelmişti.
Bu seçimde beklenmeyen bir şekilde akşam üstü çok sayıda mühürsüz pusulalarla oy kullandırıldığı  haberleri gelmeye başladı.
İşte burada bir akıl devreye girmiş kanundaki açıktan yararlanarak seçimlere şaibe karıştı havası vermek istenmişti. Bu Fetö'nün 2014'ten beri ülkeye yaptığı saldırıların yeni bir aşamasıydı. 
Burada bulunan açık şuydu;
İlgili seçim yasasının 101. Maddesinde 
Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan,
… oy pusulaları geçerli değildir”.
diye geçmektedir. Peki bu mührü oy pusulalarına kim vuracak? Sandık kurulu başkanı
Sandık kurulu dikkat etmez de bu mühür vurulmazsa ne olacak. Çünkü mühürsüz oldukları ancak akşam sandıklar açıldığında fark edilecektir.
Bu vazifeyi kanun, bir kamu görevlisine vermemiş o dönemde sandık kurulu başkanları kamu görevlisi olmak zorunda değildi. 
2018'de yapılan değişiklikten önce yasa şöyleydi:
SANDIK KURULU BAŞKANININ SEÇİMİ  
            Madde 22 - İlce seçim kurulu toplanarak, sandığın konacağı seçim bölgesi içindeki veya dışındaki seçmenler arasından iyi ün sahibi olmakla tanınmış, okur-yazar kimselerden, kurula bağlı seçim bölgelerindeki sandıklardan her biri için birer kişi olmak üzere bir liste düzenlenir. 

            Kurul, bunlardan birini açık ad çekme ile sandık kurulu başkanlığına seçer. 

            Sandık kurulu başkanının görevi başına gelmemesi halinde, yerine kurul üyelerinden en yaşlısı başkanlık eder. 
Yasadaki bu açık, bir akıl tarafından kullanıldı ve o seçimde örgütlü olarak 2,5 milyon oy pusulası mühürlenmemiş olarak halkın önüne konuldu. Bu tür mühürlenmemiş oy pusulalarının hangi bölgelerde olduğuna bakıldığında güneydoğu anadolu bölgesi başı çekmektedir. (Haritası aşağıda)
Seçim akşamı YSK toplanıp bir karar vermek zorunda kaldı, Evet yasada bu oyların geçersiz sayılması gerektiği halde, halkın iradesini sandığa yansıtmasına engel bir durum yoktur çünkü oy pusulaları fligranlıdır sahte değillerdir denilerek seçim kurtarıldı.
Bu seçimde bir operasyon yapıldığı devlet tarafından anlaşıldığı için seçim kanununda bazı değişiklikler yapıldı.
Birincisi çok önemli olan sandık başkanlığı işi kamu görevlilerine verilmesi sağlandı ikinci olarak da mühür vurulma işi kasten yapılabileceği için fligranlı oy pusulası dikkate alınarak mühür olmasa da oylar geçerli sayılır diye madde değiştirildi.
Biz o dönem bu örgüt rahat durmayacak mutlaka gelecek seçimlerde benzer şeyler yapmaya çalışacak diye yazmıştık.
Referandum seçiminde başlayan Fetö-HDP operasyon birlikteliği bu seçimde de devam ettiği anlaşılıyor. Sahada HDP'li, solcu memurlar kullanılmak suretiyle bu seçimde de kanunlardaki açıklar ve insan ihmalleri değerlendirildi.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...