17 Haziran 2019 Pazartesi

MİT RAPORU VE AHMET TAŞGETİREN'İN FETÖ YUMUŞATMASI

Ahmet Taşgetiren ''dünyada cezaevlerinde en çok Kur’an okunan, oruç tutulan, namaz kılınan ülke hangisidir, diye baksanız, Türkiye’yi görürsünüz, Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı, Suriye’yi görürsünüz.'' şeklinde yine duygusallığı kullanarak bir kurtarma operasyonuna girişmiş.
Fetö nedir ve şu anda ne yapıyor, sorusunu sorun etmeyen herkes nöbette şekerleme yapan asker durumundadır.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın TBMM darbe komisyonuna gönderdiği rapordan bir bölüm
//Fetö'nün temelleri 1966 yılına dayanmaktadır. 1980'lerin sonuna kadar Türkiye içindeki teşkilatlanmasına ağırlık vermiş, 1990'lı yılların başından itibaren ilk etapta SSCB'nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'ne yönelik çalışmalarını hızlandırmıştır. 170 ülkede faaldir. Ana karargâh merkezi ABD'dedir. Örgüt, yabancı istihbarat servislerinin şemsiyesi altında çalışmaktadır. ‘din-politika-para' üçgeninde faaliyet gösteriyor. Bu örgüte bağlı 520 şirket, 269 vakıf, 147 yazılı medya, 58 görsel ve işitsel medya kuruluşu, 252 iyi ilişki geliştirdikleri STK ve güç odağı, 327 dernek, 216 hastane, etüt merkezi, dil merkezi, kültür merkezi vb tespit edilmiştir. Örgütün ABD'deki faaliyetleri halihazırda New Jersey, Washington DC, Pensilvanya, Teksas, Houston, Nashville, Chicago, Pittsburgh, Columbus ve Boston gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yoğunlaştığı eyalet ve şehirlerde ağırlık kazanmaktadır. FETÖ, yurt dışında okul öncesi, ilk ve orta öğretim ile üniversite olmak üzere toplam 767 okul ve eğitim kurumuna sahiptir. FETÖ'nün ABD'de dördü üniversite, 155'i charter okul olmak üzere 312 okulu var. FETÖ, ABD devletinden yıllık 500 MİLYON DOLAR gelir elde etmektedir. FETÖ/PDY lideri F. Gülen'in ABD'den ikamet izni alabilmesi için referans olan şahıslar arasında eski CIA yetkilileri Graham Fuller ve George Fides bulunuyor. FETÖ/PDY'nin lider kadrosunda yer alan Mustafa Özcan ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın eski Başkan Yardımcısı Cemal Uşak (öldü), CIA VE BND'ye bilgi verdi.//
Muhalifler artık bu tehlikeli terör örgütü sorununu, Ak Parti destekledi, ne istedilerse verdi, gel bitsin bu hasret dedi gibi sözlerle ötelemekten vazgeçsin. CIA'nın eski Türkiye için ne ifade ettiğini bilenler bu örgütün Ak Parti'ye ihtiyacı olmadığını bilir. Bu örgüt 2002'de de güçlüydü 2016'da darbe girişiminde bulunduğu zamanda güçlüydü bugün hâlâ güçlü ve tehlikelidir. 2008'lerde Ak Parti kapanma davası ile uğraşırken bu örgüt Emniyeti ele geçirmiş askeriyeyi toptan ele geçirmekle meşguldü. CIA, BND desteğini alan bu örgütün sadece ABD'de 312 okulu var. Bu kadar kurum, onları idare eden binlerce kapasiteli beyin ve insan demektir. Bu beyinler şu anda yeryüzünde tek düşman olarak Türkiye'yi görüyor ve bütün güçleriyle Türkiye üzerine planlar yaparak çalışıyorlar. Şu anda Türkiye hapishanelerinde 169 general, 7 bin 98 albay ve alt rütbeler, 8 bin 815 emniyet mensubu militanları var. Raporda geçen yüzlerce şirket, kurum,STK çalışanlarının bir kısmı hapiste. Dışarıda olanlar Türkiye'nin istikrarsızlaşması için her türlü fitne çalışması ile meşgul.İçeride yatanları bu örgüt düşünmeyip devamlı ülkeye saldırıyor, daha fazla insanın içeriye düşmesine ve içeridekilerin hainliğine hainlik katıyor ama onları düşünmek ve yumuşak göstermek Ahmet Taşgetiren'e düşüyor.

YEDİBELA HÜSNÜ VE MİLLET İTTİFAKI MENSUBUNUN KAHRAMANI

Bu seçimde şaibe olduğuna inanamayanları ben çok naif buluyorum. Onların durmunu Kemal Sunal filimlerinde konu edilen sahnelere benzetiyorum. Hani Kemal Sunal'ı kullanmak isteyen biri arka planda işleri önceden organize eder de Kemal Sunal dövdüğü adamları kendi dövmüş zannederya. Millet İttifakını destekleyenleri buna benzetiyorum. 
Gerçekten İmamoğlu'na oy verenlerin hatta CHP yöneticilerinin çoğunun da dönen dolaptan haberi yok. Zaten işin içinde olduklarını iddia eden de yok. Bu sandık operasyonunu örgütler kotardı.
Örgütlerin ortak olduğu, destek olduğu yerde her şeyin legal yürüyeceğini beklemek ayrı bir saflık tabii. Bu insanlar legal iş yapacak olsalar terör örgütü kurmazlardı.
Şunu anlamak istemiyorlar.
Fetö ve PKK bu seçimde açıkça taraf oldu mu olmadı mı?
Bu örgütlerin hükümete karşı büyük bir intikam isteği var mı yok mu?
Bu örgütlerin sahada kullanacağı binlerce insanı var mı yok mu?
Sandık kurullarında kanuna aykırı bir görevlendirme yapıldı mı yapılmadı mı?
İlk sayımlarda ve düzeltmelerde bir tarafın kayrıldığı çok açıkça ortaya çıkmadı mı?
Bütün bunlara rağmen seçimin tekrarlanmasından dolayı hükümeti zorlama iş yaptı diye kınayanların; Gezi olaylarının ağaç için yapıldığını zannedenlerle, 17-25 te fetönün algısına kapılanlarla, 15 Temmuz'a kontrollü darbe diyenlerle aynı yerde durduklarını görmemeleri çok lüzumsuz bir körlük değil mi?
Bunları öncekilerden ayıran şey sadece fazla tekrar ile ikna edilmiş olmaları.
Veya yolsuzluk yaygarasıyla ikna olmayanları, ağaç kesme yaygarasıyla, onunla ikna olmayanlar adaletsizlik yaygarasıyla ikna edilmeye çalışılması.
Uzay aracının gazı biten kapsülleri bırakması gibi bıraka bıraka gidiyoruz.

ERDOĞAN YİNE SÜNNET KONUSU

Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan yine Kur'an-Sünnet konusunda gelenekçilerin gereksiz korkularını ciddiye alıp konuya girdi.
Erdoğan daha önce sünnet konusunda,
''Eğer bu hadisi şerifler Kur'an-ı Kerim'in hükümlerine aynen uyuyorsa bizim için sahihtir ve biz ona uyarız'' demişti.
Sünnet konusunda hadislerin yeniden tetkit edilmesi gerekir ve bunların günümüze taşınmasında tek kriter bunların Kur'an'a uymasıdır diyenlere gelenekçiler sünnet inkarcısı diyor.
Eğer bu kriteri esas almasak, devlet başkanlığı/emirlik Kureyşe aittir hadisleri hadis usulüne göre sahih sayılan hadislerdir ve gelenek açısından aslında uyulması gereken hadislerdir.
Bu durumda Erdoğan'ın başkanlığı hadislere göre meşru olmaz.
Görüldüğü gibi Kur'an-Hadis konusu aslında ümmetin meseleyi ele alırken ne kadar ciddi olduğuyla alakalıdır.
Hadis, hadis deyip işlerine gelmeyen sahih hadisleri görmezden gelmek müslümanları geri bırakan asıl sorundur. Asıl sorun ciddiyetsizlik sorunudur.
Cumhurbaşkanımız, Kur'an-Sünnet konusunda yine daha önce beyan ettiği usule göre devam etmesi ümmet için en doğrusu olacaktır.

Eski Türkiye'de medya düzeni hakkında küçük bir hatırlama;

Dinç Bilgin grubu, Uzan grubu, Karamehmet grubu, Aydın Doğan grubu; bunlar dört büyük ulusal yayın grubunun sahipleriydi. Uzan grubu öyle bir imparatorluk kurmuştu ki, borsa üzerinde baskı oluşturmuş orada bir sömürü düzeni kurmuştu. Sanatçı piyasasında korku ve şantaj sistemi oluştumuş, onların grubundan ayrılmak sanatçınların iradesini aşan bir duruma gelmişti. Kral Tv’nin geceleri olurdu orada aile en ön sıraya dizilir. sanatçılar için kral ve soytarıları diye yakıştırmalar yapılırdı. Böyle bir gecenin birinde Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan aynı sahnede Nez adlı şarkıcının yanında garnitür olarak sahne almış bunu Cem Yılmaz ince dokundurma yoluyla dile getirmeye çalışmıştı, Yaşadığı endişe sözlerine yansıyordu. Dinç Bilgin hiçbir sanayi kuruluşu veya inşaat şirketi olmadığı halde ülkenin en büyük iki medya dağıtım şirketinden birinin ve medyanın neredeyse %30’nun sahibiydi. Bu medya grubunu hangi parayla kurmuştu, nasıl ayakta tutuyordu hiç bilinemedi ve bu gizem, merkez siyasetin hiçbir zaman gündemi olamamıştı. Doğan grubu Tofaş bayiliğinden bir anda en büyük medya grubu olmuştu, Grubun patronu Aydın Doğan’ın nasıl bir güç sahibi olduğunu ifade etmek için sadece şunu söyleyelim, bu gruba bağlı Hürriyet’in genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök o dönemde ülkenin en güçlü beş adamından biri olarak görülüyordu. Dönemin ekonomi bakanına telefonda açıkça küfretmiş özür dileyen taraf medya tarafı olmamıştı.

ESKİ TÜRKİYE VE YENİ TÜRKİYE, TORPİLCİLİK

ESKİ TÜRKİYE VE YENİ TÜRKİYE'DE, TORPİLCİLİK
Türkiye’de her dönemde cari olan adam kayırma ve yolsuzluk konusu, şimdi neden milli güvenlik sorunu gibi yansıtılmaya başlandı ve bu söylem nasıl çok tuttu?
Türkiye’de zenginlik, fırsatlar ve makamlar arttı mı? Arttı.

Eski Türkiye’de bunları kontrol eden, paylaştıran, Atatürkçülük adı altında toplanan, laikçiliği tek maharet sayan bir güruh vardı. Devlete etki edebilecek çok az STK vardı. ADD, ÇYDD, Lions belki bir iki tane daha ama bunlar arasında geçişkenlik vardı, birinde yönetici olan diğerinde de olabilirdi çünkü ortak paydaları Atatürkçülüktü. Vatandaş eğer namaz kılıyorsa, sakallıysa, başörtülüyse, kürtse, alkol kullanmıyorsa Atatürkçü olamazdı. Atatürkçüyüm dese de kabul görmezdi çünkü İnkılap Tarihi kitaplarında bu kesimlerin Atatürkçü olmasını engelleyen çizgiler çekilmişti. Mesela tarihi olaylara göre Dersimliler de Atatürkçü olamaması gerekiyordu ama onlar bir ortak payda yüzünden kendilerini Atatürkçülük tarafına atmıştı.
Böylece makamlar çok dar bir kesimin elinde kalıyordu, halkın büyük bölümü devlet makamlarına giremeyeceğini baştan kabul ettiği için ‘’adam kayırma’’ şeklinde bir adaletsizlik gündeme gelemiyordu çünkü sorun temel bir sorun olarak gösteriliyor, bu bahsettiğimiz kesimlerden birilerinin devlete girmeye kalkması milli güvenlik sorunu olarak karşılanıyor suçlu ilan ediliyordu. Medya da bu durumu çok güzel ambalajlayıp insanlara yutturuyordu.
Yani eski Türkiye’de zenginliğin paylaşılması ve makamların paylaşılması kolaydı, bu imkanların kimlere açık olduğunu herkes bilir, halk bu yüzden ‘’haddini bilirdi’’. Her işe, her makama talip olmazdı. Mesela yüksek yargı üyesi olanlar içerisinde bırakın bir Refah Partiliyi MHP'li bile bulmak zordu. Dış işleri bürokrasisi aynı şekilde Anadolu insanına tamamen kapalıydı.
Büyük zenginler belliydi. Çok zenginler listesi onlarca yıl aynı isimlerle devam etmişti.
Şimdi torpil yok mu? Var tabii ki.
Ama Atatürkçülük, laikçilik, bir aileden olmak temel bir kriter değil. İktidar partisi olan Ak Partili olmak için de temel bir kriter yok, çoğu önceden başka parti mensubu olan bir tabanı var, ülkenin yarısı Ak Partili diğer yarısı da bunların eşi, dostu, akrabası. Türkiye’de onlarca STK, dini yapı, meslek teşkilatı, il ve bölge dernekleri faaliyet gösteriyor ve bunlar siyasetçi üzerinde etkili olabiliyor ve bunların hepsine her vatandaş bir çeşit ulaşabilir durumda. Dolayısıyla da bu rekabet; çok hikaye, çok dedikodu doğuruyor.
Liyakat ne durumda? İşte burada ülke olarak iyi sınav veremiyoruz. Çünkü Türkiye halkına yerleşen şöyle berbat bir anlayış var ‘’Eğer bir yere gelmeyi becerebiliyorsan hak etmişsindir’’. Bunun bir partiyle/fraksiyonla ilgisi yok. Bunu da herkes çok iyi biliyor.

AK PARTİ TÜRKİYE'Yİ BÖLÜNMEKTEN KURTARMIŞTIR

Türkiye sadece bugün değil, beka sorununu her dönem az veya çok yaşamıştır. Türkiye’nin son kırk yıldır en büyük sorunu olan bölücü ırkçı terör örgütü meselesi Batının Türkiye üzerinde planlar yaptığı en tehlikeli alandır.
ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi Morton Abromowitz
1994’de ‘Türkiye 10 yıl içinde parçalanabilir!’ diye demeç vermişti.
28 Ocak 2013’de National İnterest’de yayınlanan yazısında mealen şunları söylüyordu: 
"Türkiye’nin Kürt sorunu Amerika’nın da sorunudur. Erdoğan'ın yumuşak karnı olarak Kürt sorununu gösteren Abramowitz, 'Bu sorun Başbakan Erdoğan’ın aşil topuğu haline gelebilir’ diye yazmıştır.
Batıda 20 yıl öncesinden beri bu tür öngörüler sayısız kişi tarafından dile getirilmiştir, haritalar çizilmiş (ulusalcılar bir dönem bu haritaları çok gündeme getirirdi) ve neticede bu süreçte çevremizde bir çok ülke benzer şekilde bölünmüş, iç savaşlar yaşamış sonuçta ABD ve müttefikleri tarafından kurtarılma bahanesiyle işgal edilmiştir.
Şimdi geriye dönüp bakınca eğer Türkiye’de Kürtler konusunda gerçekten Kürt halkının isteklerine kulak veren ve onların haklarını ilk iş olarak yasalarla güvence altına alan ‘’İslamcılar’’ iktidara gelmemiş olsaydı Türkiye bu süreci böyle atlatabilecek miydi?
Ak Parti iktidarından önceki koalisyon hükümetini oluşturan isimler; Ulusalcı Ecevit, kendini milliyetçi sol diye tanıtan Mesut Yılmaz ve Milliyetçi Hareket Partisi'ydi
Şimdi Türkiye’nin o günlerdeki iktidarının siyasi görüşünün ne olduğunu ve batıda bize biçilen geleceği üst üste düşününce Ak Parti’nin Türkiye’yi nasıl bir felaketten kurtardığını anlayabiliriz.
Türkiye bugün bölünme tehlikesinden en uzak siyasi havanın yaşandığı günlere gelmiştir. Bunu sağlayan, çıkartılan özgürlükçü yasalar ve çözüm süreci ile meselenin her düzeyde konuşulması (akil insanlar heyeti) ve konuşulmayan bir şeyin bırakılmamasıdır. Bu aşamadan sonra bölge partisi geleneğinden gelen siyasi parti kendini Türkiye partisi olarak ilan etme boyutuna gelmiştir. Bunlar Türkiye için çok faydalı gelişmelerdi fakat son zamanlarda bu durum istismar edilmiştir, Terör örgütü tarafından bu gelişme Kürt halkı için değil Kandil'in partiye biçtiği misyon için kullanılmak istenmiştir.

Tatlı su muhalifleri


İslami bazı kalemler ve hocalar arasında çok manidar bir kaynama başladı.
Devletin, laikliği bahane edip dindarlara baskı yaptığı, halkı devlet kadrolarından uzak tuttuğu dönemlerde, sert muhalif dil kullananları kınayan, devlete karşı ılımlı muhalif duruşu, İslamcılara tavsiye eden kişilerle, bugün hükümete karşı sert muhalefet yapmayı maharet sayanlar aynı kişiler ve kafalar.
Çünkü bu modeller, zalim Yezit’e başkaldırmayı aklından geçirmez ama mülayimliği yüzünden dönen dedikoduları susturamayan Hz Osman’ı, yaygaracıların peşine takılıp ölüme götürür bunlar. 
Yaygaracılık muhalefetiyle zaten ancak Osmanların iktidarını yıkabilirsiniz Yezitler bu tarz konforlu, güvenli  muhaliflikle yıkılmaz.
Ey tatlı su muhalifleri, siz bu iktidarda bir yezitlik olmadığının en büyük delillerisiniz.
Siz bir de Ömerlerden korkarsınız, inşallah iktidar bu gereksiz mülayimliği bırakır da yaygaracılık geçer akçe olmaktan düşer. Çünkü bu modelleri, bizim yukarı çıkışımızı engellemek için uzun zaman kullandılar, şimdi bunlar bizim aşağı çekilmemize alet oluyorlar.


İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...