19 Mayıs 2019 Pazar

Ak Parti Fetö Mücadelesi; Fetö’nün Elinden Alınan Devlet



Fetö, Kemalistlerin elinde olan Askeriyeyi ve Yargıyı 30 yıllık çalışmanın ardından hükümetten bağımsız olarak ele geçirmeyi neredeyse başarmıştı, önceki dönem iktidarların elinden Emniyeti ele geçirmişti ama siyaset kurumunu, Ak Parti’den ele geçirmeyi ve boyun eğdirmeyi başaramadı. 2013 yılından beri başımıza gelen olayların sebebi budur.
Bunu şimdi kronolojik olarak olay olay inceleyelim
Ak Parti 2002'de iktidara geldiğinde 28 Şubat darbesi yapılalı 5 yıl olmuştu. Erdoğan bu darbenin devamı olarak vesayet yargısının kararıyla siyasi yasaklı haldeydi. Son darbenin yüksek rutbeli askerleri holdinglerde, bankalarda yönetim kurulu üyesiydi, 22 banka hortumlanarak batırılmış borçları yeni hükümete kalmıştı.
Bu şartlarda Ak Parti iktidara geldi. Askeri vesayet bu batan bankalar ve 2001 ekonomik iflası yüzünden mahcuptu. Fetullahçılar Emniyeti ele geçirmiş dersane kurmadıkları ilçe kalmamış, kolejler konusunda neredeyse tekel olmuşlar, yargıda 4000'i aşan elemanları, askeriyede 15 Temmuz sonrası atılan sayıya göre (169 general 7500 subay) yıllık subay alımlarına bakılırsa 2002'de bu sayı en az 5000 subay seviyesindeydi ve GATA, İstihbarat Dairesi, Personel Dairesinde kurdukları kadroyla etkili durumdaydılar. 
O dönemin Türkiye'sinde askeriyenin iç işleyişine hükümetin en ufak bir dahli olamıyordu. Askeriyede harp okulları, terfiler, atılmalar hükümetten tamamen bağımsız yürüyordu. Hükümetin bu dönemde tek yapabildiği askerden atılanlar için şerh koyabilmekti.
Fetö askeriyede kurduğu sistemle kendi personelini terfi ettiriyordu. Ayağını kaydırmak istediklerine GATA'da sağlıksız raporu veriyor, İstihbarat Dairesi eliyle sicilleri bozuyor ve yıldırma taktikleriyle diğerlerini istifaya zorluyordu. 2004 MGK toplantısında Hükümete uyarı yapıldığı söyleniyor ama hükümetin o tarihte askeriye ile ilgili yapacağı bir şey yoktu ki. Hatta dönemin genelkurmay başkanı  Hilmi Özkök darbe araştırma komisyonuna verdiği ifadede ''Bizim yapabildiğimiz sadece yakaladığımızı atmaktı '' demiştir ama yeterince atamadıkları sonradan ortaya çıkmıştır.

Diğer taraftan yargıda kadrolaşma devam ediyordu. Yargı kadrolaşması da hükümetin kontrolü dışındaydı. 

2010 yılıdaki değişiklikten önce HSYK'nın yapısı şöyleydi;
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, hakim ve savcıların en üst idari kuruludur. Bir hakim veya savcının nereye atanacağı, birinci sınıfa ayrılmaları, meslekten atılmalarına bu Kurul karar vermekte.  sadece 7 üyeden oluşmakta ve 7 üyenin 5'ini Yargıtay ve Danıştay seçmekteydi
Anayasanın 154. maddesine göre Yargıtay üyelerinin tümünü HSYK seçmektedir. 155. maddeye göre de Danıştay üyelerinin dörtte üçünü HSYK, dörtte birini ise Cumhurbaşkanı seçmektedir. Dolaysıyla o günkü yapıda HSYK, Yargıtay ve Danıştay üyelerini; Danıştay ve Yargıtay üyeleri de HSYK'nın üyelerini seçmektedir.
Yani hükümet buraya da ciddi manada müdahil olamıyordu.

Emniyet açısından bakılırsa Aydınlık gazetesi 10 Ocak 1999'da Devlete sunulan rapor; Emniyet Genel Müdürlüğünün personel dairesinin %95'i Fethullah cemaatine mensup. Fethullah emniyeti ele geçirdi. manşetiyle çıkmıştı.

Diğer taraftan bu yapı 1990 yılında orta asya Türki cumhuriyetlerinde başlayan CIA ile ilerleyen irtibatı 1999 yılında Feto'nun  CIA mensuplarının referanslarıyla ABD'ye yerleşmesiyle bir üst boyuta çıkmıştı.

Türkiye'de bu tarihe kadar  vesayete hakim olan Kemalist yapı 2000 yılına doğru ağırlıklı olarak; subayları, yargı mensubu, akademisyeni, gazetecisi, sanatçısı toplu bir şekilde bir zihniyet değişimine uğramış ulusalcı olmuşlardı. İlginç bir şekilde milliyetçilik-solculuk birleşmişti. Daha önce Mesut Yılmaz kendi çizgilerini milliyetçi sol diye tanımlamıştı. Bu anlayış sağdan soldan bir kitleyi, Atatürkçülük şemsiyesinde  baas sitemine benzer, ırkçılığı ağır basan ulusalcı bir şekle ulaştırdı. 1999 yılında Ahmet Kaya bu havanın kurbanı olmuştu. Kemalistler kürtlere ciddi tavır almaya başlamıştı.
Dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç  7 Mart 2002’de Harp Akademileri Komutanlığı'nın 'Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur' konulu sempozyumda; Türkiye'nin, Avrupa Birliği'nden (AB) en ufak bir yardım görmediğini belirterek, "Türkiye'nin, Rusya ve İran'ı da içine alacak şekilde bir arayışın içinde olmasında fayda buluyorum" dedi. Prof. Dr. Erol Manisalı'nın 'Bizi AB'ye almayacaklar, AB bir hristiyan klubüdür'' sözlerini destek vererek Türkiye'nin yüzünü avrasyaya çevirmesinden bahsetmişti.
Rusya ile 4-16 Ocak 2002'de  Askeri Alanda İşbirliği Çerçeve ve Askeri Personel Eğitim İşbirliği Anlaşması', iki Genelkurmay Başkanı arasında Türkiye'de imzalandı. 
Her akşam Tv programlarına çıkan emekli askerler aynı çizgide konuşmalar yapıyordu. Kemalistler için dönemin üstadı Prof Erol Manisalı'ydı. 1 Mart tezkeresine ordunun destek vermemesi,  çuval olayı bu havanın sonuçlarıydı.

Kemalistlerdeki bu eksen kayması üzerine ABD,  askeri-yargı vesayetini ele geçirmesi için Fetö'yü desteklemeye başladı. 
Hükümet olan bitenin farkındaydı. Bütün Ak Partililer olayın farkında değildi tabii. Kemalist askeri vesayet ve laikçi basın, dini yapıları toptan hedefe koyduğu için Gülencileri de hedefe koyuyor. Bazı Ak Partililer de Gülen'i  öyle veya böyle din alimi sayarak laikçilere karşı onu destekleyici sözler sarf ediyordu. 

Fetö yargıdaki yapılanmasında gereken konumlara yükselince 2008'de Ergenekon, Balyoz vb dava süreçlerini başlattı. Bu davaların esas dayanağı olan darbe girişimleri gerçekte vakiydi. Fakat bu darbenin gerçekleşmesi mümkün değildi çünkü arkalarında ABD yoktu. Hatta ABD bu girişimleri deşifre eden konumdaydı. Çünkü ABD'nin Türkiye'deki yeni partneri Fetöydü. Bu denge Ak Parti'nin iktidarda kalmasını sağlıyordu.

Bu dava başladığında Erdoğan'ın biz bu davanın savcısıyız demesi daha bir yıl önce partisine kapatma davası açan, ordu göreve pankartlarıyla gösteriler düzenlenmesini teşvik eden, e-muhtıra veren, her bahane ile hükümete parmak sallayan bu yapıya karşı bir rövanş duyurusuydu. Fakat ilerleyen dönemde yargılamanın Fetö tarafından abartılması karşısında Erdoğan, ''Ancak böyle bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga filan. Bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız'' demiştir.

Ak Parti açısından durum şuydu, bir tarafta laikçi askeri-yargı baskısı diğer tarafta askerde ve yargıda yükselen ama hükümete şimdilik destek veren Gülenci yapılanma. Gülenci yapılanmanın nerede duracağı belli değildi ama öncelikle ülkenin demokratikleşmesi için askeri vesayetin bitmesi gerekiyordu. Bu davalarda generallerin beşte birini oluşturan 68 general yargılandı. Yani askeriyenin tümü bu vesayetçiliğin içerisinde değildi. Bunlar bir cunta olarak bu baskı grubunu oluşturuyordu. Fetöcüler yargılama işini abarttıkları halde Genelkurmaydan ciddi bir tepkinin gelmemesi bu yüzdendi. Burada şu kıyaslamayı da yapmak lazım Fetö darbe girişiminde bulunduğunda 169 general darbe ile bağlantılı çıkmıştı. Fetö vesayetinin ne derece büyük çaplı olduğunun anlaşılması açısından bu akılda tutulmalıdır.

Bu davalar sürerken 2010 yılında MİT müsteşarlığına yeni isim atanması gündeme gelince Fetö müsteşarın kendilerinden bir isim olması konusunda hükümete baskı yapmaya başladı fakat Erdoğan Fetönün asıl amacının ülkeyi toptan ele geçirmek olduğunu ve ABD'den bağımsız olmadıklarını bildiği için bu konuda onlarla hiç bağlantısı olamayan Hakan Fidan'ı müsteşarlığa atadı ve Fetö-Ak Parti çatışması başladı.
 Fetö askeriye ve yargıda yaptığı kadrolaşmayı MİT'de yeterince başaramamıştı. Bu yüzden MİT'in PKK'nın şehir yapılanması KCK içerisindeki başarılı sızmalarını sabote ederek MİT'i hizaya getirme girişimlerine daha önce başlamıştı. 2009 yılında Yargı ve Emniyet eliyle KCK operasyonu yaptı, BDP'li belediye başkanları dahil çok sayıda gözaltılar yaptı başkanların elleri kelepçeli sıraya dizilmiş halde görüntülerini vererek MİT'in başlattığı ilk çözüm süreci girişimlerini sabote etmeye çalıştı. Bu yüzden İçişleri Bakanlığı soruşturma başlatmıştı.

Aynı yıl HSYK'nın yapısını da değiştiren Anayasa referandumu gerçekleşmişti. HSYK'nın yeni üyeleri yeni yasa gereği seçimle belirlenecekti. Fetö 4000 yargı üyesinin blok oylarıyla HSYK üyeliklerinin çoğunu kendi adamlarından atayınca Hükümet - Fetö çatışması yeni bir noktaya taşındı. Bu olayların olduğu dönemde Fetönün Twitter'daki sözcüleri Mehmet Baransu ve Emre Uslu bu çatışmanın işaretlerini veren twitler atmaya başlamıştı ama ne hikmetse Ak Partili sözcüler, gazeteciler hâlâ olayın farkında değildi. 
Fetö açısından plan işliyordu, yargı ele geçirilmişti, askeriyedeki mensupları tuğgeneral seviyesine çıkmaya başlamıştı. Devletin diğer kadrolarında blok ve organize hareket ederek gerçek Ak Partili bürokratları ekarte ediyor, makamları birer birer ele geçiriyorlardı. Yargıdaki güçlerini, istihbarat ve emniyetteki güçlerini kullanarak kurumlarda ağırlık kazanıyor ve bireysel kalan yöneticiler karşısında üstünlük sağlıyorlardı.
Bu şeklide işler yürürse Fetönün 2013 itibariyle Genelkurmayı tamamen ele geçirmesi geri dönülemeyecek sürece girmiş olacaktı. 2011 yılı  itibariyle hükümetin karşısında pozisyon alan  son genelkurmay başkanı Işık Koşaner'in iki yıl daha görev süresi vardı. Genelkurmay başkanı hükümet tarafında olmadığı süreçte Ak Parti askeriyeye müdahale edemiyordu. Hükümet karşısında pozisyon alan bu kafadaki askeri bürokrasiyi Fetö uzun zamandır kendi planlarına uygun olarak kullanabiliyordu. 
Hükümetin müdahale edemediği genelkurmay, Fetö açısından steril bir alan durumundaydı. Fakat çok ilginç bir gelişme oldu Işık Koşaner ve kuvvet komutanları ani bir kararla istifalarını açıkladılar. Bu istifa ülke tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu istifa aslında ülkeyi büyük bir felaketten kurtarmış oldu. İstifaların ardından istifa etmeyen tek kuvvet komutanı olan Jandarma Genel Komutanı Necdet Özel hükümetin teamülleri bozan müdahalesi ile Genelkurmay Başkanı oldu. Bu durum Fetönün bütün planlarını bozdu. Genelkurmay artık Fetönün steril alanı değildi orada da Ak Parti ile mücadele içerisine girmek durumunda olacaktı. 

Fetö hükümete karşı operasyonlarını başlattı. İlk tepkiyi MİT'in Oslo görüşmelerini 14 Eylül 2011’de basına sızdırarak yaptı. 
28 Aralık 2011’de sahte istihbarat raporuyla Uludere’de sivillerin bombalanmasını sağladılar.

Ak Parti’ye karşı mücadele alanını siyasi alanda da yürütebilmek için 
2011 yılında bazı MHP milletvekili ve yöneticilerine ait olduğu öne sürülen videolar internete sızdırıldı ve MHP’liler istifa etti. Bunun sebebi daha sonra MHP’nin bölünmesi çalışmalarıyla ortaya çıktı.
7 Şubat 2012’de İstanbul özel yetkili savcısı, MİT Müsteşarı olan Hakan Fidan ile eski müsteşar ve yardımcısını ifadeye çağırdı.
Fetö Ak Parti hükümetine ciddi bir savaş başlatmıştı ama yine Ak Partili çoğu isim bunu ciddi manada anlamamıştı.
Haziran 2012’de Erdoğan katıldığı Türkçe Olimpiyatlarında ‘’gel bu hasret bitsin’’ dediğinde aslında meydan okuyordu. Gel Türkiye'yi oradan karıştırmaya çalışma deniyordu. Çünkü kavga dört ay önce yargılama girişimi boyutuna gelmiş,  MİT Müsteşarına yapılan yargılama girişiminin kendisine ulaşacağını kendisi söylemişti.
Fetö 2013 Mayıs’ında başlayan Gezi olaylarını hükümeti yıpratmak için fırsat olarak görmüş emniyetteki güçleriyle olayları tahrik etmişti. Gezi olayları sadece iki Tv kanalında devamlı veriliyordu biri Halk Tv diğeri Bugün Tv’ydi.
Yine 2013 Haziran’ında yapılan Türkçe Olimpiyatlarına Arınç’ın zorlamasıyla katılan  Erdoğan’ın yüzüne karşı Iraklı bir çocuğa ‘’mağrur olma padişahım senden büyük Allah var’’ türküsü söylettirilmiştir. Yani kavga büyüyordu.
Neticede 17-25 Aralık 2013 yargı operasyonu, ardından Fetö üyesi bir polisin Rusya Büyükelçisine suikast düzenlemesi, Rus uçağının düşürülmesi, PKK’ya istihbarat desteği, 15 Temmuz 2016 darbe işgal girişimi.
Neticede olayların akışı gösteriyor ki Fetöye destek verilmedi aksine Fetönün elinden devlet geri alındı ve Türkiye bu hesabı kapatmaya çalışıyor. 2013 yılından beri ödenen bedel budur. Biz biliyoruz ki ödenen bütün bedeller Fetönün ABD adına devleti ele geçirmesinden çok daha küçük bedellerdir.
Bağımsızlık ne zaman ucuza kazanıldı ki?




14 Mayıs 2019 Salı

Türkiye'nin Geçirdiği Operasyonlar ve Barış Söyleminin Cazibesi

Türkiye Ak Parti döneminde devamlı gerilimler ve olağanüstü durumlar yaşadı. Bu operasyonlar 2002'den 2013'e kadar askeri ve yargı bürokrasisi mensuplarınca yapıldı. , Başörtüsüne serbestlik yasası çıkartma girişimine karşı 2008'de parti kapatma davası, CB seçtirmemek için 367 dayatması 27 Nisan e-muhtırası verildi.
Daha sonra renkli ve kadife isimleriyle dünyada gündeme gelen halk ayaklanmaları tertip etmenin bizdeki yansıması olan Gezi eylemleri (2103) ardından 17-25 Aralık yargı darbesi girişiminin etkileri (2014) ondan sonraki 2 yıl boyunca Deaş, PKK, Fetö üçlüsünün seri terör saldırıları;
SULTANAHMET'TE BOMBALI SALDIRI.
HDP DİYARBAKIR MİTİNGİNDE ÇİFTE PATLAMA.
SURUÇ'TA CANLI BOMBA SALDIRISI.
ANKARA TREN GARINDA PATLAMA.
İSTİKLAL CADDESİ SALDIRISI.
GAZİANTEP EMNİYET'İ ÖNÜNDE PATLAMA.
ATATÜRK HAVALİMANI SALDIRISI
GAZİANTEP'TE KINA GECESİNDE SALDIRI.
ANKARA KIZILAY'DA BOMBALI SALDIRIDOLMABAHÇE BEŞİKTAŞ STADI SALDIRISI
REİNA KATLİAMI.
İZMİR ADALET SARAYI SALDIRISI POLİS FETHİ SEKİN'İN ŞEHİT EDİLMESİ

Bu arada 2015'te başlayıp 2016'ya taşan Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Şırnak’ın İdil, Cizre ve Silopi ilçeleri, Mardin’in Derik ve Nusaybin ilçeleriyle Batman-Mardin-Şırnak sınırında bulunan Dargeçit bölgeleri hendek olayları ve operasyonlar

15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve ardından ilan edilmek zorunda kalınan OHAL süreci.

Türkiye'ye terör örgütleri eliyle yapılan operasyonlar ilk başta hükümet yanlılarıyla muhalifler arasına ayrılık sokarken hendek olayları ve özellikle son İzmir Adliyesi saldırısında şehit edilen Pois memuru Fethi Sekin'in şehadeti ülkede her kesimin kenetlenmesine sebep olmaya başladığı ortaya çıktı
Ve Türkiye'de yapılmaya çalışılan istikrarsızlaştırma oprerasyonlarının şekli değiştirildi.

Bu tarihten sonra bombalı saldırı, terör, sokak eylemleri dönemi bitti barışçı eylemler ve söylemler dönemi başladı.

Bu dönemi başlatan sembol eylem Adalet Yürüyüşüdür. Bu eylem sonunda gezi benzeri eylem bekleyip gündemi gerginleştiren hükümet yanlısı sözcüler ve kalemler ters köşeye yatırılmış terör örgütleriyle yapılan bir yürüyüşün barışçı bir şekilde sona ermesiyle Türkiye halkına ve yurt dışına başarılı bir mesaj verilmişti.

Muhalefetin Adalet Yürüyüşünden beri kullandığı barış, birlik beraberlik, ahlakçı edebiyatı yapma söylemi her zaman halkta bir karşılık bulmuştur.

Aynı süreçte muhalefet PKK'yı çukur eylemleriyle Fetö'yü Zaman Gazetesinin basılmasından başlayan süreçle bu barış/demokrasi dili bahanesiyle desteklemeye başlamasıyla doğal olarak hükümet tarafından şiddetle eleştirilmeye, uyarılmaya başlandı. Bu süreçte bazı akademisyenlerin ve gazetecilerin bu havaya girip aynı örgütlerin eylemlerini destekler vaziyete girmesi hükümeti sert söylemli ve baskıcı göstermiştir.



Diğer taraftan her ülkede yapılan ve çoğu zaman tutan, hükümetin yolsuzluk, israf, ihmal yaptığı propagandası sürekli tekrarlanınca bazı zayıf insanlar hükümetin tarafında görünmektense barış dilinin tarafında görünmeyi daha güvenli ve elit buldu.

5 Mayıs 2019 Pazar

Sömürülen ülkelerle emperyalist ülkeler arasında şöyle bir ilişki vardır.


Emperyal ülkeler sömürmekte oldukları ülkede kendine hayran bir kitle oluşturur. Bu kitle, emperyal ülkelerin sanat, edebiyat ve askeri gücüne hayran bırakılmak suretiyle öz güven yoksunluğuna ve komplekse sokulur.
Kendi kültürlerinden uzak durmak onlar için medeni olmak anlamına gelir. Bu şekilde bu kitlenin mensupları ufku daralmış, halkına uzaklaşmış, cesareti kırılmış ve rakibine karşı refleksleri kırılmış insanlar haline gelirler.
Emperyal ülke sömürdüğü ülkede iktidarı ve üst yönetim kadrolarını bu kitlenin elinde tutmak için her türlü desteği verir ve bu ülkede iktidarı bu kitle eliyle deruhte etmeye çalışır. Fakat bu ülkelerde etki edemedikleri muhalif bir kesim kalır bunlar aksine bu emperyal ülkelerin kültürlerine daha da düşman olurlar. Okumalarını onların dışında bağımsız kaynaklardan yaparlar. Kompleks yerine intikam hisleriyle dolarlar. Refleksleri kırılmaz daha çok dinamik bir zihin taşırlar. Onlar yaptıysa biz de yapabiliriz düşüncesiyle gözleri hep zirveye dönük olur.
Emperyalistlerin kültürünü reddeden, yerli olmayı savunanların bu halleri, ülkede iktidarı elinde tutan bu zihni iğdiş edilmiş kitle tarafından alay konusu olur, hayalcilikle suçlanır.
Neticede bir süre sonra dinamik olan bu muhalif kitle, refleksleri kırılmış, öz güvenini yitirmiş, halktan uzaklaşmış iktidar sahiplerinden iktidarı ele geçirir.

Bu aynen Türkiye’nin yakın siyasi tarihinin resmidir.

Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber iktidarı elinde tutan laik ve batı hayranı kesim aynen bu şekilde batı karşısında yaşadığı kompleks yüzünden kısır bir yapıya büründü. İslamcı kesim bağımsız kaynaklardan okumalarını yaptı, hep batı emperyalizmi ile hesaplaşmanın planlarını yaptı. Bu dinamizm, karşısında refleksleri kırılmış ‘’laikçi’’ batıcı kesime her alanda galebe çaldı ve iktidarı ele geçirdi.

Bu yüzden Ak parti İktidarının işi hâlâ kolay çünkü laikçi muhalif kesim halen batı hayranlığını bırakamadığı ve batı karşısında kompleksten kurtulamadığı için gerçek anlamda dirayet ve istikamet kazanamıyor.

Bu emperyalizmin açmazıdır. Ya sömürdükleri ülkede bir kitleyi bu şekilde güdecek, iktidarı onların eliyle deruhte edecek ama sonuçta kısır bıraktığı bu kitle içeride yenilip iktidarı kaybedecek. Ya da o ülkeye hiç demokrasi yüzü göstermeyecek.
İşte şimdi batı bu hatasını telafi etmek için işi geriye sarmaya çalışıyor ve eğer yeniden iktidarı kendi ‘’evlatlarına’’ kazandırabilirler ise bir daha Türkiye’ye demokrasi yüzü gösterilmeyecek.
Çünkü onların bu işi demokratik yoldan başaramayacaklarını onları düşürdükleri durumdan biliyorlar. Yok batı bundan vazgeçti o günler geçti diyorsanız siz de batının manyetik alanına girdiniz demektir. Hem ABD hem Almanya açıkça darbe girişiminde bulunmuş bir örgütün liderine ve elebaşlarına, bütün dünyanın gözünün içine baka baka kol kanat geriyorsa, Venzüela'da darbeye açıktan destek veriyorsa, Mısır'da darbecileri hemen tanıyorsa bu iş devam ediyor demektir.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...