27 Şubat 2019 Çarşamba

Türkiye askeri vesayeti bitirdi, renkli devrimler sürecini atlattı, terör örgütlerini tasfiye etti şimdi ekonomi savaşlarında sahada mücadele veriyorken bu iç ve dış şikayet furyası adil mi?

2000’li yılların başlarında Gürcistan’da ‘’Gül Devrimi’’ Ukrayna’da ‘’Turuncu Devrim’’ ve Kırgızistan’da ‘’Lale Devrimi’’ adında Renkli Devrimler yaşandı.
2002’de Venezuella’da düzene başkaldıran Cavez’e darbe girişimi daha sonra Çavez’in şüpheli kanseri ve bugün başlattığı bağımsızlaşma hareketinin bitirilmesi için ülkeye kayyum atama girişimi.
Ukrayna’da 2004’te Yuşçenko CB seçildiği halde turuncu devrimle seçim iptal edildi. 2010 yılında CB seçildi 2013’te AB ile ticaret anlaşması imzalamaması üzerine büyük protesto gösterileri başlatıldı ve Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı ve Ukrayna Kırım’I kaybetti iç çatışma süreci başladı.
Mısır’da 2011’de Tahrir meydanında başlayan süreç seçilmiş iktidarın yıkılmasıyla neticelendi ve dış yardımlarla ayakta durmaya çalışan Mısır’ın Suud’a ve ABD’ye bağımlı kukla bir devlet haline gelmesi. Suud'a yüz milyarlarca dolar fatura kesilmesi
Yemen’de iç savaş çıkarıldı ordusu dağıldı.
Brezilya’da seçilmiş başkan azledildi yerine baronların başkanı atandı büyümede bizimle yarışan Brezilya 2015-16’da %8 küçüldü.
Libya’da iç savaş çıkarıldı ülke üçe bölünmüş vaziyette. İran’da 2009 seçimlerine itiraz ile büyük olaylar başlatıldı fakat İran o günün güç sahipleriyle anlaşma yaparak şii hilalini kurmak ve islam dünyasını bölmek üzerinden bir anlaşmayla ülkesini kurtarma anlaşmasıyla ömrünü uzattı fakat şimdi topun ağzında olmanın kaygısını yaşıyor.
Rusya 7500 nükleer başlıklı füze sahibi olmasa 2014 yılında batı, sadece ambargoyla %50 lik devalüasyonla kurtulmasına imkan vermez onu da operasyon alanına çevirirdi.
Fransa'da ekonomi temelli ayaklanma, Almanya'nın son çeyrekte açıkladığı sıfıra yakın büyüme. İngiltere'nin bunlardan kendini korumak için brexit çabaları. Yani bütün dünyada ekonomik bir belirsizlik var.
Bütün bunların yaşandığı süreçte Türkiye’ye de operasyonlar yapıldı. Gezi süreciyle başlayan olaylar 17-25 Aralık yargı operasyonuyla devam etti faizler ikiye katlandı ardından üç terör örgütü seri saldırılar başlattı ama Türkiye diğer ülkeler gibi iç çatışmaya düşmedi, hükümeti dağılmadı. Sonra darbe girişimi yapıldı onu da savdı. Sonuçta ekonomik büyüme 2-3 puan düştü döviz yükseldi işsizlik 2 puan arttı. Benzer operasyonların çekildiği ülkelerle kıyaslanınca Türkiye’de ekonomi ve güvenlik, beklenenin çok üzerinde pozitif görüntü vermektedir. Bu kadar olayın ardından Fransa’nın bir terör saldırısı karşısında ilan ettiği OHAL’i ilan etmesi dışında Türkiye’nin yaşadığı olağanüstü bir durum yaşanmadı.
Erdoğan bu olaylardan ülkeyi iç savaşa düşmeden, bölünmeden, hükümet bunalımına düşürmeden, diğer ülkeler gibi iflası konuşulmadan atlattı.
Diğer taraftan Türkiye, çok güçlü elleri kolları her yere uzanan bir askeri vesayet altında yönetilen bir ülkeydi, onu bitirdi. Çok gözden kaçırılan bir durum var; Dünyanın bugün en büyük silahlı terör örgütü olan PKK, en büyük organize dini yapılanması Fetö bu ülkeden çıktı. Bunları da neredeyse tasfiye etmeyi başardı. Deaş gibi büyük bir projeyle başımıza çorap örülecekken onun da tasfiyesini sağladı.
Bunların her biri için kişi başına kaç dolar verirdiniz, arabanızın modelini kaç yaş düşürmeye razı olurdunuz, tatilinizden kaç gün feragat ederdiniz?
Siz hiç bedel ödemeden her şeyimiz yerinde olsun diyorsunuz. Peki bunu neden hak ettiğinizi düşünüyorsunuz. Ak parti'yi iktidara getirebildiğiniz için mi?

25 Şubat 2019 Pazartesi

Cennet Nedir?


Çok komik bir espiri yapıldı o anda gelen kahkaha atmanıza sebep olan duygu yoğunluğunu alın,
Çok uzun zamandır görmediğiniz, çok sevdiğiniz birine kavuştuğunuz anda yaşadığınız sevinç çoşkusunu alın,
Çok zorlu bir müsabakada fanatik bir taraftarın, son dakikada gelen sayıyla maçı kazandığı anda yaşadığı duygu patlamasını alın,
Bu duyguları aynı anda yaşadığınızı ve bunların istediğiniz kadar o ilk anlarındaki yoğunlukla devam ettiğini düşünün.
Ve bu üst üste binen duygu yoğunluğunu kaldırabilecek bir bünyeye sahip olduğunuzu düşünün.
İşte cennette sıradan bir gün.
Kur’an’da geçen koltuk, huri, ırmaklar nedir?
O günün insanının ödülden anlayacağı sembolik örnekler.
Yani orada istediğiniz var deniyor.
Sembollere takılanlara şunu deriz
İnsanın isteyeceği birkaç örnek sayılarak orada istediğiniz her şey var denmek istenmiştir.
Çünkü sözün tamamı deliye söylenir.
Kur’an akıl sahipleri için inmiştir.

Müzik konusu, Ehl-i Hadis'in samimiyet durumunu ortaya çıkaran turnusol kağıdı



Ehl-i Hadis, İslam tarihinde tartışmaların yoğunlaştığı dönemlerde olduğu gibi yine Ehl-i Sünnet'i kendileri tarif etmek suretiyle kendilerini Ehl-i Sünnet'in tek savunucusu ve tarif edicisi konumuna getirmeye çalışıyor. 
Fakat yine bu işi İslam tarihinde öne çıkan, tarihe haklı olarak adını yazdıran alimlerin tarzıyla değil vaizleriz tarzıyla, yaygara ile yapmaya çalışıyorlar.
Örnek olarak müzik konusu. Bu konuyu ısrarla gündeme getiriyorum çünkü her şeyi ortaya döken, usul konusunda havlu atanları deşifre eden bir örnek.
Çalgı aletleri, hadisçilerce sahih sayılan rivayetlerde yasaklanmış, şeytan işi sayılmıştır. İçerik, neden dikkate alınmadan toptan yasak sayılmıştır. Aynı şekilde Mezhep imamları ve mezheperin öne çıkan alimlerinin ezici çoğunluğu da bu kanaattedir.
Bu durum Gazali'ye ve İbn-i Hazm'a kadar böyle gelmiştir. Bu iki büyük alim bu konuyu kendi usulleri ile bir karara bağlamıştır. İbn-i Hazm hadisçiliği ile öne çıkan biri olarak çalgı aletlerini yasaklayan rivayetlerin sahih olmadığını ilmi delillerini ortaya koyarak savunmuş ve müziğin caiz olduğu hükmüne ulaşmıştır. Kendi içinde tutarlı bir karardır bu ama hadisçileri,  genelin kabul ettiği kriterleri yok sayarak, hadis usulünün otoritesini sarsarak ulaşılan bir hükümdür bu.
Gazali de benzer şekilde ama  hadis rivayetlerini tek tek eleyerek sahih rivayetleri sıhhat yönüyle değil gerekçeler yoluyla  farklı yorumlamıştır. İbn-i Hazm gibi tek tek hadis usulü disiplinini göz önüne alarak yapmamış, aslında biraz da mutlak yasak ifade eden rivayetleri görmezden gelen bir metotla yapmıştır bunu. İkisi de son hükümlerini verirken Kur'an'da bu konuda açık bir yasak olmamasını asıl delil olarak öne sürmüşlerdir.
Günümüzde ve Osmanlı döneminde medreselerimizde okutulan kitapların sahibi alimlerimizin bu konudaki tarzı nasıldır?
Abdülganî Nablusî, İbn Âbidîn, Takiyyüddin Sübkî,  Şevkâni gibi bilginler Gazali yolundan giderek müziği içerik ve amaç itibariyle yorumlamış ve mutlak haram saymamıştır ama bu şekilde bir hüküm vermenin hadis disiplinini sarsmış olacağını dikkate sunmaktan kaçınmışlardır.
Çünkü bu konuda müziğin mutlak yasaklığına dair hadis rivayetleri vardır. Lokman 6'da geçen “lehve’l-hadîs”den maksadın şarkı olduğunu sahabeden İbni Mes’ud, İbni Abbas, Ebu Ümâme ve Cabir b. Abdullah; Tabiinden Mücahid, İbn Cüreyc, İkrime, Hasan-i Basrî savunmuştur ve mezhep imamları da aynı kanaattedir.
Yani müziği haram olma bakımından amacına göre ayırmak, mezheplere ve rivayetlere bağlı kalacağını iddia edenler için mümkün değildir. Bunu ancak Kur'an'ı esas alarak yapabilirsiniz ve bu durumda hadis disiplinini sarsmış olur yeni bir yol açmış olursunuz. Bu yol şudur; sahabenin, tabiinin, mezhep imamlarının Kur'an'ın muradını doğru anlamamış olma ihtimalini kabul etmiş olursunuz ve bazı sahih hadis sayılan rivayetlerin aslında Resulullah'ın sözü değil rivayet edenlerin anlayışı olduğunu kabul etmiş olursunuz.
SONUÇ,  bugün müziği amacına , içeriğine göre helal sayanlar, iddia ettikleri gibi sahih hadisleri mutlak hüküm olarak kabul ettiklerini ve mezhep imamlarını itirazsız şekilde dikkate aldıklarını kabul etmemiz mümkün değildir. 
Ciddi bir Ehl-i Hadis mensubu bu konuyu bize anlatsın ama samimi olsun.







Bugünlerde iktidarı ahlakçılık ve din üzerinden eleştirme çok fedakârane, çok ahlakçı tavır gibi görünüyor ama bu aslında klasik bir yıpratma ve kendi ayağına sıkma sürecidir.

Ak Parti ilk iktidara geldiği dönemde gerek teorisyenleri gerek kadroları açısından hurafecilikten ve bağnazlıktan uzak bir tarzı ortaya koyuyordu. Gerek ilk hükümetlerinde bakanlık yapan Prof Mehmet S. Aydın, Prof Mustafa Yazıcıoğlu ve Diyanet İşl Bşk Prof Ali Bardakoğlu'nun bu anlayışın temsilcileri olmaları, gerek ortaya konulan kuşatıcı, dışlamayan, özgürlükçü din anlayışı bunun ifadesiydi. Dönemin güç sahipleri, bu iktidara ideolojik olarak tepkili olsa da, ülkenin özgürlükçüleri, vicdanlıları ve kalkınmacıları Ak Parti’nin bu vizyonunu ülkenin düştüğü bataktan kurtulması için fırsat olarak görmüşlerdi.
Ak Parti iktidarının ilk dönemlerinde liberalleri de şaşırtacak demokratikleşme yasaları çıkartma girişimlerinde bulundu ama bunların bir çoğu Sezer'e ve Yüksek mahkemelere takıldı ardından da ergenkon ve fetö süreçleri başladı. (aslında en önemli demokratikleşmeler bunlardan kurtulma süreçlerinin yaşanmasıydı)
Bugün Ak Parti hâlâ Türkiye’nin kalkınması ve bağımsızlaşması için tek alternatif siyasi hareket olmaya devam etmektedir. (tabii ki Ak Parti'nin kalitesi ve takvalık durumu Türkiye ortalamasını yansıtır, bundan daha iyi olmasını beklemek dünyayı, insanı daha da önemlisi Kur'an'ın nasıl iseniz öyle yönetilirsiniz mesajını anlamamaktır. Bu Ak Parti tabanı açısındandır diğer tarafta terör örgütlerinin desteklediği partiler, dine karşı garezi olanların desteklediği partiler var o partiler de tabii ki o tabanı temsil edecektir ve onların iktidarı da terörü bir mücadele metodu olarak kabul edenlerin, dış müdahaleyi kurtuluş olarak görenlerin ahlaki seviyesini yansıtacaktır bu yüzden o taraf bu tarafla kıyas edilemeyecek durumdadır)
Son yıllarda ülke belli bir rahatlık seviyesine kavuştuğu için artık Ak Parti iktdarını taşımak istemeyen, din konusunda rezervleri olan ve devlette ağırlığı devam eden eski kafalı (laikçi-masonik) bir kadro vardır ki bunların 15 Temmuz’dan sonra ağırlıkları artmış durumdadır. Bu kadronun eski alışkanlıkları doğrultusunda antidemokratik bir müdahale ile iktidarı yıkmak için bir araya gelmelerini sağlayacak bir motivasyon henüz oluşmamıştır. Bu kadro 2000'li yılların başında ulusalcı bir anlayışa kapıldığı, baas rejimlerine öykündükleri için ABD tarafından sakıncalı görülmeye başlanmıştı (zaten ABD partner olarak o dönemde kendine Fetö'yü seçmişti) 2003'te başlayan darbe girişimleri ABD'den destek bulmamıştı fakat şimdi bu kadro yeniden Batıcı olmuş vaziyette ve ABD'nin müdahalesini çağırmayı Tv ekranlarına taşımış durumdadırlar. Bu ekibin ABD ile birlikte Türkiye'de antidemokratik bir girişimde bulunmak için ortamın oluşmasını sağlamayı planladıklarını düşünmemek saflık olur.
Bunun bir ayağı ekonomik operasyonlardır, beraberinde bu girişimleri başlattıkları her ülkede hep tedavüle soktukları yolsuzluk yapılıyor yaygarası ve bağnazlığın yaygınlaştırılması.
Bu bağnazlık ülkeye kültüre göre değişir. O ülke sol parti iktidarındaysa sermayaye baskı yapılmasını sağlayacak ortam oluşturulur. Milliyetçi bir yönetim varsa ırkçılığın artması sağlanır. Dine yakın bir yönetim varsa din anlayışı üzerinden operasyon çekilir. Ülkede baskıcı, tutucu, hurafeci din anlayışının geliştirilmesi sağlanır.
Bu minvalde Türkiye'de islamın hurafeci, dünya gerçeklerine ters düşen yorumu bu toplumda ağırlık kazanmaya başlarsa bu ABD destekli laikçi kadrolar için yeni bir motivasyon olacaktır. Halkı da bir darbeye razı etmenin yolu olarak iktidarın taliban kafalıların eline geçeceği korkusunu salmak olacaktır.
Bu yüzden servisler Türkiye'de yeni bir darbenin altyapısını oluşturabilmek için hurafeci yapıların yaygınlaşmasını ve seslerinin daha çok çıkmasını sağlayacak müdahaleler yapmaya başlamış durumdadır. Bunu Pakistan’da Afganistan’da yaptılar, bizdeki gelenekçilerin kullandığı şiddet diline bakılırsa bu bizde de zor olmayacaktır.
Son zamanlarda Hükümetin reel politik gereği atmak zorunda olduğu bazı adımlara karşı dini referanslar gösterilerek yapılan eleştirilerin dozu gitgide artmaktadır ve tabanda yankı bulmaya başlamıştır. Ak Parti'nin ilk dönemlerinde, siyasi gücünü, o günün şartları gereği paylaşmak zorunda olduğu güçlerin dayatmaları sonucunda çıkartılan yasalar yeniden gündeme getirilmekte bu uygulamalar üzerinden din temelli itibarsızlaştırma çabaları başlamıştır. İktidar dini hassasiyetler üzerinden tutucu bir tavra çekilmeye çalışılmakta sesi çok çıkan gelenekçiler başrolü kapma imkanı bulmaktadır. Bu süreç gitgide Türkiye'de din anlayışını bağnazlaştıracak, bu gelenekçi yapılar üzerinden tedirgin edici çıkışlar sağlanacak, halk bu ülke nereye gidiyor endişesine sevkedilecek ve içeride laikçi kadrolar birleşme, ortak hedef geliştirme motivasyonu kazanacak ve ardından ABD'nin en iyi bildiği yeni yönetim tanıma taktiği gündeme gelecektir.
Yani bugünlerde iktidarı ahlakçılık üzerinden eleştirme çok fedakârane, çok ahlakçı tavır gibi görünüyor ama bu aslında klasik bir yıpratma ve kendi ayağına sıkma sürecidir.
Bu süreçte bir taraftan tahammülsüz, şekilci, kalıpçı bir din anlayışı ülkede söz sahibi olacak diğer taraftan ülkenin ahlak sahibi olma iddiasında olanlar üzerinden elli yıllık islami çaşılmanın ürünü olan bir siyasi hareketin partisi itibarsızlaşacak ve elde bir şey kalmaması sağlanmaya çalışılacaktır.
Diğer taraftan Türkiye'nin bir etnik terör sorunu vardır. Bu yöndeki operasyonun konusu iktidarı milliyetçileştirmektir. Bu da yürüyor, Ak Parti iktidarının kendi tabanından desteği azaldıkça milliyetçilerin desteğine ihtiyacı artıyor bu da politikaların o yöne kaymasına sebep olacaktır. Yine bu konu üzerinden daha on yıl önce ulusalcı olan CHP terör örgütünün işaretlerini dikkate alıp kendi kalesi olan illerde HDP'ye göz kırpan kişileri belediye başkanlıklarına taşımaya başlamıştır. Bunun ileride HDP'lileri şımartacak gelişmelere gebe olduğu açıktır. Buradan da karşı milliyetçileri tahrik amacı güdülmektedir.
Neticede Türkiye'de çok bilinen bir plan devrededir. Ak Parti'ye kim hangi açıdan kızıyorsa partinin elini yine o alanda zayıflaştırmakta, kızılan hataların zorunlu tekrarına sebebiyet verilmektedir.

Bizim kanaatimiz bu süreç de önceki operasyonlar gibi boşa çıkacaktır ama bu sefer içeriden yapılan bir hareket olduğu için canı yananlar bu defa dindarlar olacaktır.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...