Suriye meselesinin tartışıldığı her ortamda bir kesim peşin bir fikirle, Türkiye’nin Suriye politikasının baştan yanlış olduğunu söyleyerek Suriye’de iç
savaşı Türkiye çıkartmıştır, iddiasında bulunmaktadır, bu iddianın yeterince cevaplanmadığını
görüyoruz.
Suriye iç savaşı neden çıktı, süreç nasıl gelişti, Türkiye’nin
müdahalesi yerinde mi olmuştur, yeterli olmuş mudur, Suriye iç savaşını Türkiye
mi çıkarttı? Sırayla inceleyelim.
2011 yılında arap dünyasında arap baharı denilen zincirleme kalkışma
hareketleri başlamıştı.
Tunus, Arap Baharı'nın başladığı ülkedir. 17 Aralık 2010 günü
Sidi Bouzid kentindeki seyyar satıcı Muhammed Buazizi yaşadığı ekonomik
sıkıntıları protesto etmek için kendini yaktı. Bu olay, ülkede hükümet karşıtı
çok büyük kitlesel eylemlerin düzenlenmesine neden oldu.
Protestoların sonucunda, 14 Ocak 2011 günü, 1987 yılından bu
yana iktidarda olan Bin Ali görevinden istifa etti. (kalkışmanın 28. gününde)
Arap Baharı, Mısır'a Ocak 2011'de Tahrir
Meydanı'nda düzenlenen protestolarla ulaştı. Eylemlerin başlamasından 18 gün
sonra Hüsnü Mübarek görevden ayrılmak zorunda kaldı.
Yemen’de devlet başkanı Ali Abdullah Salih 2 Şubat 2011'de 2013 yılındaki seçimlerde
yeniden aday olmayacağını açıkladı. Silahsız protestoculara karşı hükümetin
şiddetli yanıt vereceğini açıkladı. Partisinin milletvekilleri 23 Şubat 2011
tarihinde istifa etti. 10 Mart 2011'de Salih yasama ve yürütme yetkilerini
ayırarak, yeni bir anayasa konusunda bir referandum yapacağını ilan etti. Artan
protestolar sonucu görevini yardımcısı Abd Rabbuh Mansur al-Hadi'ye devrederek
ABD'ye tedaviye gitti. (2 ay içerisinde)
Libya'da
hükümet karşıtı gösteriler Şubat 2011'de başladı. Ağustos 2011 yılında silahlı
muhalif gruplar başkent Trablus'u ele geçirdi. Böylece Kaddafi ve oğullarının
birkaç ay sürecek kaçış dönemi başladı.
Görüldüğü
gibi Arap Baharı eylemlerinin yapıldığı ülkelerde birkaç haftada, birkaç ayda
diktatörler istifa etmişti.
Suriye
bu ülkeler arasında en dikta yönetimle idare edilen ülkeydi. İktidar bir
darbeyle iktidara gelen Hafız Esed’in dahil olduğu nusayrilerin elindedir.
Nusayriler nüfusun sadece %13’nü oluşturmaktadır. Bu şekilde azınlığın ülkeyi
idare ettiği başka bir ülke dünyada yoktur. Esed diğer Arap ülke liderleri gibi
halkın kalkışmasını görüp çekilmedi, aynı babası gibi halkın üzerine uçaklarla
bomba yağdırdı. Çünkü diğer Arap ülkelerindeki diktatörler kadar bile iktidarda
olma hakkı yoktu. Bir serbest seçim sonrasında, bütün ailesi dahil Suriye’de yaşama şansları olmayacağını
biliyorlardı.
2006'dan itibaren muhaliflere uygulanan seyahat
yasakları Arap dünyasındaki en ağır seyahat yasakları olarak tanımlanmıştır.
1962 yılında binlerce Kürt vatandaşlıktan çıkarılmış ve onların soyundan
gelenler "yabancılar" olarak fişlenmiştir.
2009 yılında Gazetecileri Koruma Komitesi, dünya
üzerinde blogger olmak için en kötü 10 ülke listesinde Suriye'ye 3. sırada yer
vermiştir
İnternet sansürünün yoğun olduğu ülkede, politik
sebeplerle internet siteleri yasaklanmış ve bu sitelere erişenler
tutuklanmıştır. 2007 yılında kabul edilen bir yasa uyarınca internet kafeler,
kullanıcılarının internet forumlarında yaptıkları tüm yorumları ve paylaşımları
kaydetmek ve devlete bildirmekle yükümlü tutulmuşlardır.
Bütün bu şartlar göz önüne alındığında Arap Baharı furyasında en çok isyan etmesi beklenen halkın Suriye halkı olduğu
anlaşılır.
Diğer Arap ülkelerinde ocak, şubat aylarında
başlayan isyan hareketleri 2011 mart ayında Suriye’de başlamıştır.
Olaylar nasıl başladı;
Suriye’de olayların özet olarak kronolojisi;
15 Mart 2011: Başkent Şam'daki Hamidiye
Çarşısı'nda yaklaşık 50 kişilik bir grup, siyasi tutuklu olan yakınlarının
serbest bırakılması için gösteri yaparak "hürriyet" sloganı attı.
Gösteriye güvenlik güçleri müdahale etti. Bu gösterinin ardından asıl yönetim
karşıtı eylemler ülkenin güneyindeki Dera kentinde başladı. Dera'daki olaylar,
küçük yaştaki bir grup öğrencinin okul duvarına "halk rejimin yıkılmasını
istiyor" şeklinde yazı yazması sonucu gözaltına alınmaları ve işkence
görmeleri iddiasıyla patlak verdi.
25 Mart: Muhalifler Cuma namazı sonrası
"Şeref Günü" adı altında gösteri düzenledi. Bu protesto gösterisinin
ardından muhalifler, her hafta Cuma namazı sonrası değişik isimlerle gösteri
yapmaya başladı.
26 Mart: Dera'da göstericiler, eski
Cumhurbaşkanı ve Beşar Esed'in babası Hafız Esed'in heykelini devirdi. Cuma
gösterilerinde muhalifler en az 70 kişinin öldürüldüğünü duyurdu.
11 Mayıs: Suriye Merkezli İnsan Hakları Örgütü,
ülkedeki olaylarda 750 kişinin öldüğünün belgelendiğini açıkladı.
23 Mayıs: AB ülkeleri tarafından yaptırım
uygulanacak Suriyeli yetkililere Beşar Esed da dahil edildi.
6 Haziran: Suriye yönetimi ülkenin kuzeyinde
buluna Cısr Eş Şuğur kasabasında 120 polisin öldürüldüğünü duyurdu. Enformasyon
Bakanı Adnan Mahmud, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "şiddetli bir
operasyon" yapılacağının sinyallerini verdi.
Bu tarihten sonra Suriye vatandaşlarının
Türkiye'ye akını başladı.
9 Haziran: Türkiye'ye gelen Suriyeli sayısının
10 bini aştığı, daha sonra da 15 bini geçtiği duyuruldu.
15 Haziran: BM, Suriye'de bin 100 kişinin
öldüğünü ve 10 bin kişinin gözaltına alındığını açıkladı.
Aynı gün Esed'in özel temsilcisi Hasan Türkmani Ankara'da
temaslarda bulundu. ( Türkiye ve Suriye’nin o dönemde ortak bakanlar kurulu
toplantısı yapacak düzeyde iyi ilişkileri var. Olaylar hızla büyüyor ama Suriye
bu konuda henüz Türkiye’yi suçlamıyor çünkü Türkiye o günlerde halkın
ayaklanmasına sıcak bakmıyor çünkü Suriye ile geliştirdiği ilişkiler
neticesinde Beşer Esed’in demokratik açılımlar yapacağı bekleniyordu)
İsyan başlayalı dört ay olmuş; o günün havasını
anlamak, Suriye hükümetinin henüz isyan konusunda Türkiye’yi suçlamadığını
anlamak için BBC’nin yaptığı Suriye ile
ilgili bir haberi verelim; (Esed’in özel temsilcisini Ankara’ya gönderdiği
günlerde.)
‘’Kentte rejim aleyhtarı büyük gösteriler yapılmış, devlete ait yayın organları
resmi binalara ve emniyet müdürlüğüne saldırılar düzenlenmişti. ….Buna rağmen
hükümet Cizr el-Şuhur'da hayatın eski düzenine dönmekte olduğunu, insanların
geri gelmeye başladıklarını belirtiyor ve yöre halkının da evlerine dönmesini
tavsiye ediyor.
Suriye Hükümeti, Suriye Kızılayı'ndan da, Türk
Kızılayı'yla temas kurarak, Türkiye topraklarına geçmiş olan mültecilerin geri
dönüşü için işbirliği yapmasının isteneceğini bildirdi.’’ (İsyan başlayalı dört
ay olmuş bini aşkın ölü, onbinden fazla
tutuklama ve onbinden fazla Türkiye’ye göç olmuş Suriye devleti Türkiye’yi
henüz şuçlamıyor, aksine işbirliği içerisinde)
20 Haziran: Esed, halka seslendi ve "ulusal
diyaloğun" başlayacağını söyledi.
Türkiye'ye sığınanlara geri dönün çağrısı yapan
Esad'ın konuşmasından sonra Türkiye'den Suriye'ye dönüşler başladı. Bazı
aileler dönerken, bazıları kamplarda kalmayı tercih etti.
27 Haziran: Muhalifler Şam'da toplandı.
7 Temmuz: ABD'nin Şam'daki Büyükelçisi Hama'ya
gitti. Suriye bu durumu, "ABD'nin olaylarda parmağı olduğuna dair
kanıt" olarak niteledi ve sert tepki gösterdi.
31 Temmuz: Ramazan ayı arifesinde Suriye ordusu
Hama kentinde operasyon başlattı. Bu operasyon bütün dünyada geniş tepki çekti.
2 Ağustos: Operasyonlarda sadece 3 gün
içerisinde 150'ye yakın sivilin öldüğü bildirildi.
8 Ağustos: BM Güvenlik Konseyi Suriye'yi kınadı.
9 Ağustos: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu
Şam'a gitti. Esed ile altı saatlik görüşme yaptı (İsyan başlayalı altı ay
olmuş, ölenlerin sayısı binleri geçmiş vaziyetteyken Türkiye hâlâ diyaloğu
devam ettirmeye çalışıyor, Esed’e demokratik seçime gitmesini tavsiye ediyor)
2 Eylül: AB ülkeleri Suriye petrolüne ambargo
uygulanması konusunda uzlaşmaya vardıklarını duyurdu.
15 Eylül: Olaylarda ölenlerin sayısının 2 bin
600'ü bulduğu açıklandı. Esad'ın danışmanı Buseyna Şaban bin 400 kişinin
öldüğünü bunların yarısının güvenlik görevlisi ve asker olduğunu söyledi.
Muhalifler, İstanbul'da "Suriye Ulusal
Konseyi"ni kurduklarını açıkladı.
7 Ekim: Özgür Suriye Ordusu komutanı Riyad Al
Assad Hatay'dan uluslararası kamuoyuna yardım çağrısında bulundu.
2 Kasım: Suriye, Arap Birliği planını kabul
etti. Ancak akan kan durmadı. Daha sonra, Suriye'nin anlaşmayı uygulamadığını
belirten Arap Birliği Suriye'nin üyeliğini askıya aldı. (Suriye rejimiyle
ilişkileri sadece Türkiye değil Arap Birliği
de aynı günlerde kesiyor)
27 Kasım: Arap Birliği, barış planını
uygulamayan Suriye'ye ekonomik yaptırım kararlarını onayladı. Suriye'den sert
tepki geldi.
29 Kasım: Türkiye de yaptırım listesini
açıkladı.
10 Ocak: Uzun bir süre sonra kameraların karşısına
geçen Devlet Başkanı Esed, Şam Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada,
"Suriye'yi istikrarsızlaştırmayı amaçlayan" dış güçleri suçladı. Bazı
Arap ülkeleri de Esad'ın hedefindeydi.
22 Ocak: Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El
Arabi'yi ziyaret eden Suriye Ulusal Konseyi heyeti, Arap Birliği'nden Suriye
konusunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne taşıması için resmen istekte
bulundu.
Arap Birliği'nin Suriye konulu toplantısından
Esad'ın yetkilerini yardımcısına devretmesi çağrısı çıktı. Arap Birliği,
demokratik ve barışçıl bir geçiş süreci için yeni bir yol haritası hazırladı.
Suriye yönetimi ise kararları reddetti. (Türkiye hâlâ Suriye’nin hedefinde
değil, yani ülkemizi Türkiye karıştırıyor demiyorlar)
12 Şubat: El Kaide lideri El Zevahiri
yayınladığı video görüntülerinde Suriyeli muhaliflere destek verdiğini
açıklarken, "başka ülkelere güvenmeyin" mesajı verdi. Ancak bu durum,
Suriyeli muhalifleri rahatsız etti. Muhalifler, bunun Suriye yönetiminin
"olaylarda El Kaide parmağı var" iddiasını kanıtlayabileceği
endişesiyle durumdan hoşnut olmadı. (ABD’nin kendi planlarında kullanabildiği
El Kaide kalkışmanın üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti henüz yeni
Suriye’ye müdahil olmaya başladı. Türkiye ile Türkiye’nin idaresini tekfir eden
El Kaide arasında hiçbir zaman bir ilişki iddia edilmemiştir)
26 Şubat: Hazırlanan yeni anayasa taslağı halkın
oyuna sunuldu. Muhaliflerin katılmama çağrısı yaptıkları referandumda katılım
yüzde 57.4'te kaldı. Anayasa yüzde 89.4 oy oranıyla kabul edildi. ( Sıkı baskı
altında yapılmış bu referandumun katılım oranı ve sonucu dikkate alındığında
Suriye rejimi meşruiyetini ıspatlayabilmiş değildi)
2 Mart 2012: Avrupa Birliği, Suriye'de
muhaliflerin kurduğu Ulusal Konsey'i bu ülkenin meşru temsilcisi olarak tanıdı.
( AB’nin bu kararı Esed rejiminin yıkılmakta olduğunu muhaliflerin kazanmaya
yakın olduklarını göstermektedir)
Suriye'de 1000 kadar silahlı muhalif grubun
bulunduğu ve bunlara bağlı 100.000 savaşçının olduğu biliniyordu.
Bu savaşçı grupların %90’ı yerli halk tarafından
kuruldu ve 2013 nisanına gelindiğinde Suriye’nin %55’ine hakim duruma
gelmişlerdi..
Bu savaşçı grupların bazılarını sayalım,
bunların hepsi Suriyeli liderlere sahip
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Albay Riyad el Esad
önderliğinde, Ağustos 2011'de kuruldu. Lideri: Tuğgeneral Salim İdris
Cemal Maruf Tahmini savaşçı sayısı: 7.000, daha
önce Cebal el Zaviye Şehitleri Tugayı olarak bilinen grup 2011'de İdlib'de
kuruldu
Ahrar Suriye (Suriye Özgür Halkı) Tugayı, YAK'a (YÜKSEK
ASKERİ KONSEYİ) bağlı çalışıyor. Rastan bölgesinden eski hava kuvvetleri pilotu
Albay Kasım Saad el-Din tarafından kuruldu.
SURİYE İSLAMİ KURTULUŞ CEPHESİ
Lideri: Ahmed İssa (Sukuru'ş-Şam) Savaşçı
sayısı: 35.000 - 40.000
Eylül 2012'de 20 grubun bir araya gelerek
oluşturduğu gevşek bir ittifak.
Faruk Tugayı
Lideri: Usame Cüneydi Savaşçı sayısı: 14.000
2011 sonlarına doğru ortaya çıkan grup
Sukuru'ş-Şam
Lideri: Şeyh Ahmed İssa Savaşçı sayısı: 9.000
-10.000
Sukuru'ş-Şam (Suriye Kartalları), Suriye İslami
Kurtuluş Cephesi'nin radikal bileşenlerinden biri.
Liva el-Tevhid
Lideri: Abdül Kadir el-Salih ve Abdül Aziz
Salama Savaşçı sayısı: 8,000 -10,000
Liva el-Tevhid (Birlik Kıtası), Halep kırsalında
faaliyette olan grupları birleştirmek amacıyla Temmuz 2012'de kuruldu.
Liva el-Fetih
Liva el-Fetih (Fetih Tugayı) Halep ve kırsalı
ile Haseki ve Rakka bölgelerinde aktif. Grup "özgür bir Suriye"
kurmayı hedefliyor.
CEYŞ EL-İSLAM
Lideri: Zaran Alluş (Liva el-İslam)(İslam
Ordusu) Şam civarında aktif olan 50 İslamcı grup tarafından Eylül 2013'te
kuruldu.
SURİYE İSLAM CEPHESİ
Lideri: Hasan Abbud (Ahrar el-Şam el-İslamiye
Hareketi)
Suriye İslam Cephesi (SİC), 11 radikal İslamcı
grubun bir araya gelmesiyle Aralık 2012'de kuruldu.
Ahrar el-Şam el-İslamiye Hareketi
Lideri: Hasan Abbud Savaşçı sayısı: 10.000
-20.000
Ahrar el-Şam el-İslamiye Hareketi (Şam Özgür
Halkları İslami Hareketi) 2011 sonlarında kuzey batı kenti İdlib'de kurulan bir
Selefi gruptur.
Ahfad el-Resul Tugayı
Liderleri: Ebu Usame el-Culani, Muhammed el-Ali
ve Mahir el-Nuami Savaşçı sayısı: 7.000 - 9.000
40 ılımlı İslamcı gruptan oluşan Ahfad el-Resul
(Peygamberin Torunları) Tugayı, 2012'de kuruldu.
Asala ve el-Tanmiya Cephesi
Gücü: 13.000 savaşçı ve sivil Asala ve
el-Tanmiya (Hakikilik ve Büyüme) Cephesi Kasım 2012'de kurulan ılımlı İslamcı
bir ittifak.
Duro el Tavra Komisyonu Duro el Tavra (Devrim
Kalkanı) Komisyonu SMC'ye bağlı, çoğu İdlib ve Hama merkezli onlarca küçük
grubun birleşmesiyle meydana geldi. Suriye'deki Müslüman Kardeşler'in
yardımıyla 2012'de kuruldu.
El-Nusra Cephesi
Lideri: Ebu Muhammed el-Culani Savaşçı sayısı:
5.000 -7.000 varlığını Ocak 2012'de ilan etti.
Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)
Lideri: Ebu Bekir el-Bağdadi Savaşçı sayısı:
3.000 - 5.000
Suriye’de Nisan 2013'te operasyona başladı.
Daha detaylı bilgi için:
Suriye’de halk isyanının kısa sürede ulaştığı
başarı o günlerde nasıl görülüyordu ortadoğu konusunda uzman bir gazeteci olan
Mehmet Ali Birand’ın bir köşe yazısından anlayabiliriz.
20 Temmuz 2012 tarihli, Esad için yer aranmaya başlandı, ancak henüz kabul eden
ülke bulunamadı başlıklı Mehmet Ali Birand köşeyazısı şu cümleyle bitiyordu,
‘’Önceki gün Şam’da yaşanan patlama, işte bu nedenle “Sonun başlangıcı” olarak
niteleniyor. Tekrar etmekte yarar var: Moskova ve Tahran, Esad rejimini uzun
süre taşıyamaz.’’
Buraya kadar anlaşılması gereken durum şudur.
Suriye’de kalkışma başladıktan sonra ilk iki
sene içerisinde çok sayıda savaşçı yerli grup oluşuyor. Bu grupların içerisinde
yabancı savaşçılar da yer buluyor. Fakat liderlik hep yerli isimlerin elinde
yürüyor. Rejime karşı başlayan bu kalkışma iki yılın sonunda başarıya çok
yaklaştığı dönemde yabancı savaşçıları toplayan
El Nusra ve Deaş başarıya yaklaşan mücadeleyi dağıtmaya başlıyor. El Nusra
intihar eylemleri ile anılıyor. Deaş zaten Rejimle neredeyse hiç çatışmıyor El
Nusra dahil bütün bu Rejime karşı savaşan gruplara saldırıyor.
Rejim, yerli savaşçılarla ki bunların çoğu kendi
rutbeli askerlerinin liderlik ettiği gruplar. Bunlara karşı baş etmekte çok
zorlandığı bu dönemde yardımına Deaş yetişiyor.
Deaş çok hızlı ilerliyor, bir taraftan ılımlı muhalif gruplara
saldırıyor, bir taraftan da yayınladığı vahşet videolarıyla Suriye için Esed’i
kabul edilebilir taraf durumuna getiriyor. 2011’in sonlarından beri Esed’in
yardımına gelmiş Hizbullah’a büyük bir alan açıyor. İran’ın Rejim’e açıktan
yardım etmesinin önünü açıyor ve neticede Rusya’ya Esed’in yardımına koşması
için aradığı fırsatı veriyor.
Esed Rejimini kurtaran Suriye’de savaşın ve
ölümlerin uzamasına sebep olan güçlerin başında Hizbullah ve arkasındaki İran
devleti gelmektedir.İranlı general Kasım Süleymani Hizbullah’ı desteklemek yanında Devrim Muhafizlarından kurduğu Fatimi
Tugaylarını ve şii gruplardan oluşan birçok silahlı oluşumu Esed muhaliflerine karşı örgütledi.
800-1200 İran vatandaşı Suriye’de rejim safında savaşırken
hayatını kaybetmiştir. İran’ın Suriye’deki kaybı sadece askeri unsurlarla
sınırlı kalmamıştır. İran Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana yıllık
6-17 milyar dolar Esad rejimine mali yardımda bulunmuştur. İran’ın sadece
Lübnan Hizbullahı'na sağladığı yıllık mali destek 800 milyon dolar
civarındadır.
Hizbullah Suriye’deki varlığını resmî olarak 30
Nisan 2013 tarihinde kabul etse de Suriye’deki faaliyetleri 2011 yılına
dayanmaktadır. Örgüt, ayaklanmaların başladığı yıl Esed güçlerinin protestoları
bastırması için rejim güçlerine yardım etmiş ve ilk kayıplarını da bu dönemde
vermiştir. Ancak Hizbullah’ın Suriye’de oynadığı role ait ilk bulgular 2012’nin
ikinci yarısında elde edilmiştir. ABD resmî kaynakları, Ağustos 2012’de
Hizbullah’ın Suriye’deki çatışmaya dâhil olduğunu doğrulamıştır. Birleşik
Devletler Hazine Bakanlığı’nın belirttiğine göre, Hizbullah, 2011’in başından
itibaren Suriye’de rejim güçlerine eğitim vermekte ve İran Devrim Muhafızları
-Kudüs Gücü- tarafından verilen eğitim işini kolaylaştırmaktadır.
(Hizbullah’ın Suriye iç savaşının seyrini
değiştirme konusunda oynadığı rolü için bu makale önemli bilgiler veriyor)
2013’ten konunun anlaşılmasına yardım etmesi
açısından bir haber;
ÖSO Birleşik Komutanlığı üyesi Albay Kasım
Sadeddin, muhalif güçlerin 2013'te kontrolleri altındaki bölgelerin bir
kısmından çekilmek zorunda kaldığını söyledi. Sadeddin'e göre Suriye'nin yüzde
80'i 2012'de muhaliflerin elindeydi, halen ise bu oran yüzde 65-70
civarında.
Sadeddin, 2013'te Esed güçleriyle çarpışmalarda
büyük ilerleme sağlanamadığını söyleyerek "Bu gerileyişin temel sebebi,
uluslararası toplumun muhalif güçlere verdiği desteği kesmesi ve Esed
güçlerinin, Hizbullah, İran, Iraklı milisler ile Koreli ve Rus uzmanlar
tarafından desteklenmesi oldu" dedi.
Sonuç olarak, Suriye’de yerli savaşçı gruplar
kısa zamanda Rejim’i yıkmayı başarıyorlardı. Esed’i kurtaran desteğe çağırdığı
Hizbullah, İran ve arkasında ABD’nin olduğunu artık herkesin bildiği Deaş’tır.
Türkiye bu süreçte kalkışmanın ilk altı ayında
hiçbir müdahalede bulunmuyor. Esed ile görüşmeler devam ediyor, Esed
temsilcisini Türkiye’ye gönderiyor. Esed Arapları ülkesini karıştırmakla
suçladığı dönemde Türkiye’yi bu şekilde suçlamıyor. Fakat ölümler on binleri
aşınca, Rejim şiddet kullanmada sınır tanımayınca, hava saldırılarıyla
katliamlara başlayınca Türkiye zaten kapısına dayanan göçmenler ve devamlı
yaralıların sınırdan Türkiye’ye taşınmaya başlamasıyla, Türkiye topraklarına
düşen bombalarla savaş Türkiye’nin içerisine taşınmıştı.
Türkiye bu dönemde ılımlı muhaliflere yardım
etmeye dikkat etti. Muhalifleri bu istikamette tutmak konusunda ciddi gayret
sarf etti. Batılı servislerin Irak’ta Afganistan’da yaptıkları bilindiği için
aşırı grupların bu desteklerle öne çıkması engellenmeye çalışıldı. Türkiye
Suriye’de bu dönemde ılımlıları desteklemekle
doğru bir strateji ortaya koymuş Suriye’yi Afganistan’da gerçekleştiği
gibi yeni bir Taliban vakasından korumuştur. Batılılar Deaş eliyle bunu
başarmış olsalar Suriye’de Talibanvari bir devlet kurulsaydı bu bölge için çok
daha büyük felaketler doğurabilirdi. Bu şekilde İsrail’in Suriye’yi işgalinin
önü açılmış olacaktı. ABD bu paralelde ılımlı muhalefete verdiği desteği kesmiş
eğit-donat planı konusunda hep isteksiz davranmıştır.
Bu çok konuşulmayan bir
konudur; Türkiye ısrarla ılımlı muhalifleri desteklemiştir örneğin El Nusra’yı
2013’te terör örgütü olarak ilan etmiştir. Suudi Arabistan Suriye’de
desteklediği selefi gruplar gibi aşırı gruplara Türkiye de destek verse belki
Esed rejimi yıkılmış olurdu ama Suriye’de batılıların B planını yürüteceği Talibanvari-El Kaideci veya İran'ın desteğiyle Hizbullahçı bir yönetim gelirdi ve ardından BM kararıyla Suriye İsrail'in de içinde bulunduğu bir koalisyonla işgal edilmiş olurdu. Türkiye ılımlıları destekleyerek 2016’da
Fırat Kalkanı harekatını yaparak Deaş’ın ilerleyişini durdurmuş, bölge için en
büyük problem olacak planı bozmuştur.
Buraya kadar olanlar Suriye’de ilk perdeydi.
Batılıların ilk hedefi gerçekleşmedi.
Suriye’de ikinci perde, Türkiye’nin Suriye
rejimiyle savaşa çekilmeye çalışıldığı dönem başladı. Bu dönemde Reyhanlı’da 11 Mayıs 2013'te arkasında Suriye rejiminin olduğu çok açık olan büyük bir patlama gerçekleşti.
Deaş hızla Türkiye sınırına dayandı aynı günlerde Musul Konsolosluğu Deaşlı
teröristler tarafından basıldı ve Türkiye’de Deaş tarafından seri halde büyük
terör olayları gerçekleştirildi. Deaş’ın Suriye’de güç kazanmaya, bölgesini
büyütmeye çalıştığı dönemde Türkiye’de terör eylemleri yapmasının mantıklı bir
açıklaması yoktur. Bu süreçte yapılmak istenen Türkiye’yi Suriye’de savaşa
sokmaktı. Türkiye bu tuzağa da düşmedi. Hatta o dönemde Obama Türkiye’yi açıkça
Suriye’ye girmeye teşvik ediyordu.
The Atlantic dergisinin dış politika yazarı
Jeffrey Goldberg, ABD Başkanı Obama ile yaptığı mülakatı aktarırken “Obama,
Erdoğan’ı başta Doğu-Batı bölünmesine köprü olabilecek ılımlı bir Müslüman
lider olarak görüyordu. Ama artık Obama, Erdoğan’ı bir fiyasko, muazzam
ordusunu Suriye’ye istikrar getirmek için kullanmayı reddeden otoriter bir
lider addediyor.”
Türkiye, Suriye krizinde ikinci badireyi de
savaşa girmeyerek başarıyla atlatmış sayılmalıdır. Böylece Türkiye, Suudi
Arabistan’ın Yemen’de düştüğü duruma düşmemiştir.
Suriye’de yaşanan bütün olaylara bakınca 2011’lerde
kürselcilerin daha çok söz sahibi olduğu ABD aklının Suriye’de birkaç planı
olduğunu anlıyoruz.
Suriye’de, Afganistan’da ve Irak’ta olduğu gibi
karışıklık çıkartıp bölgeyi istikrarsızlaştırmak.
Küreselciler aynı zamanda dünya finans sektörüne
de hakim oldukları için 2000’li yıllar boyunca Ukrayna’dan, Brezilya’ya, Arap Baharından Türkiye Gezi olaylarına kadar birçok ülkede istikrarsızlaştırma
operasyonlarına müdahil olarak faizlerin yüksek seyretmesini sağlamaya
çalışmışlardır. Bu paralelde Suriye’deki olayları öncelikle buradan da görmeliyiz.
Yine küreselcilerin Irak petrollerini Akdenize
taşıyacak bir koridor devleti kurdurmak. Bu koridor devleti PYD/PKK’ya kurdurup
zenginleşmiş ama destekçi ülkelere mahkum bir kürt devleti oluşturmak ve bununla
bölgeyi özellikle Türkiye’yi tehdit etmek.
Suriye soğuk savaş döneminde Sovyet blokunda, özellikle
Putin döneminde Rusya ile iyi ilişkiler
içerisinde olan bir ülkeydi. Lübnan’da askeri varlığı vardı. Suriye daha 2005
yılında Irak’tan sonra Suriye’de operasyon alanına çevrilmek isteniyor bu
yüzden Lübnan Başbakanı Hariri suikastı ile Suriye yönetimi ilişkilendiriliyordu.
Amerikanın Sesi haber sitesinde 2005 tarihli bir
haber;
BM'nin Kararı Suriye'de Öfkeyle Karşılandı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Hariri
suikastı soruşturması çerçevesinde, Suriye’yi tam işbirliğine çağıran kararı oy
birliğiyle kabul etti. Güvenlik Konseyi’nin kararı Suriye’de öfkeyle Lübnan’da
ise sevinç gösterileriyle karşılandı.
Eski Lübnan başbakanı Refik Hariri, Suriye’nin
ülkesindeki siyasi ve askeri varlığına karşı çıkmasıyla tanınıyordu. Şubat
ayında, Beyrut’ta, eski başbakanın otomobili geçerken patlayan bomba Refik
Hariri’yle birlikte 15 kişinin de ölümüne sebep oldu. Suikasttan sonra tüm
gözler Suriye’ye çevrildi ve Şam hükümeti, ısrarla olayda rolü olmadığını
savunmasına rağmen, dış baskılara dayanamayarak Lübnan’daki 15 bin askerini
geri çekmek zorunda kaldı.
Amerika, İngiltere ve Fransa’nın girişimiyle
Birleşmiş Milletler suikastla ilgili soruşturma açtı. Alman savcı Delvet
Mehlis, geçen hafta Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda, suikasttan Suriye ve
Suriye yanlısı Lübnanlı yetkilileri sorumlu tutuyor; Şam hükümetini
soruşturmaya yardımcı olmamakla suçluyor.
…
20 yaşlarındaki genç, kararın Amerika’nın
baskısıyla alındığını, halbuki Araplarla ilgili kararları Arapların alması
gerektiğini savunuyor. Adının Tamam olduğunu söyleyen başka bir Suriyeli ise,
Birleşmiş Milletler’in, Irak’da olduğu gibi Suriye’de de iç savaş çıkarmaya
çalıştığı görüşünde.
Daha önce İsrail Suriye barış görüşmeleri için
devreye giren Erdoğan Hariri suikastiyle sıkıştırılan Suriye’yi işgal
tehtidinden kurtarmak için (Afganistan Usame bin Ladin’i saklıyor diye işgal
edilmişti) yine devreye girmişti. Daha sonra Esed ile ilerleyen dostluğun
temelinde Erdoğan’ın bu girişimleri vardır.
Erdoğan’ın taraflar tarafından ‘’güvenilir
adam’’ ilan edilerek başlattığı İsrail Suriye barış görüşmeleri;
Küreselcilerin ABD devletini petrol ve silah şebekesi için
istediği gibi kullanabildiği George W Bush ve Obama dönemlerinde bölgenin Türkiye dahil ülke ülke
karıştırılacağı gizlenmeyen bir plandı. Irak’tan sonra Suriye’nin bir sebeple
mutlaka işgal edileceği, iç karışıklığa sokulacağı bekleniyordu. Suriye'nin bu
durumu Arap Baharından bağımsız olarak Afganistan, Irak süreci paralelinde
gelişecek bir operasyondu. 2011’de başlayan Arap Baharı furyası Suriye’de
batılıların işlerini kolaylaştırdı. Aslında bu durum Suriye karışıklığının
plansız başlamasına da sebep olmuştur. Türkiye o dönemde çok iyi ilişkiler
içerisinde olduğu Suriye’ye Arap Baharı kalkışmalarının taşmasını istemiyordu.
Esed ile kurulan diyalog Suriye’nin demokrasiye geçişini sağlayacağı
umuluyordu. Bu yüzden kalkışmanın ilk 6-7 ayında Türkiye hep çatışmaların
bitirilmesi yönünde, Esed ile diyaloğu kesmeme yönünde çaba sarf etti. Fakat bu
kalkışmayı fırsat bilen batılı servisler birçok şehirde provakatif girişimlerde
bulunduğu biliniyor.
Obama ABD’si o dönemde İran ile başka bir ilişki içerisindeydi.
Şii hilalini kurması yönünde İran açıktan destekleniyordu. Irak İran’a
verilmişti. Yemen, Bahreyn İran’ın söz sahibi olması için destek verilen
bölgelerdi. Suriye’ye İran müdahalesi de bu yüzden engellenmedi. Hizbullah’ın
Suriye’de etkili olması Esed üzerinde bir vesayet oluşturmaya başladığı, İran’ı
Esed’in hamisi haline getirdiği günlerde Esed Rusya’yı Suriye’ye çağırmıştı.
Esed kendi bekası için İran yerine Rusya’yı tercih etmişti.
Deaş kısa surede ılımlı muhaliflerin elindeki bölgeleri ele geçirdi
Deaş elindeki bölgelerin bir kısmını PYD'ye bıraktı;
Deaş'a tek ciddi operasyon Türkiye'den geliyor;
Fırat Kalkanı Harekatından sonra Deaş dağılıyor;
Sonuç; Suriye’de Arap Baharından bağımsız olarak Afganistan, Irak’ın ardından bir sebeple işgal
edilecek iç karışıklık çıkarılacaktı. Arap Baharı kalkışmayı erkene almıştır.
Türkiye’nin bu kalkışmayı engelleme imkanı yoktu. Çünkü Arap diktatörlükleri
arasında en baskıcı olanı, halkı nezdinde meşruiyeti en zayıf olan ülke Suriye
yönetimiydi. Suriye halkı diğer ülkelerde kısa zamanda başarıya ulaşan bu fırsatı kullanmak istedi. Türkiye ilk başta kalkışmayı engellemek istedi, sonra Esed’in
katliam yapmasını engellemeye çalıştı, kalkışma neticesinde aşırıcıların öne
çıkmaması için ılımlıları destekledi. Deaş’a tek ciddi operasyonu yapan devlet
olarak Deaş’ın dağılmasını sağladı. ABD’nin oluşturmaya çalıştığı terör koridor
devletini engelledi. Türkiye Suriye’de sahaya indiğinden beri Suriye’de ölümler
çok az seviyeye indi. Türkiye sahaya inmeden önce her gün yüzlerce sivil
ölüyordu.
Suriye’de Türkiye’nin
elini rahatlatan gelişmelerden biri de ABD’de küreselcilerin desteklediği
Demokratların iktidara gelememesidir. Küreselciler bölgede İran’a büyük bir
misyon yüklemiş vaziyetteydiler. Suriye’de oluşturulmak istenen koridor devleti
küreselcilerin önemli bir projesiydi. Trump ABD’nin parasının bu projeler için
harcanmasına karşı bir politika ilan etmişti. İran konusunda yeniden eski ABD
politikasına dönüldü. Yine küreselciler ABD’de iktidara gelseydi Türkiye-İran
çatışması bizi bekleyen en büyük tehlikeydi. Bu yüzden Trump’ın bütün
deliliklerine rağmen bizde büyük bir kredisi vardır. Zaten Trump deli olmasa ne
başkan adayı olabilirdi ne de küreselcilerle baş edebilirdi.
Suriye'de işlerin çıkmaza girmesinin en büyük sorumlusu İran ve Hizbullah'tır. Batılılar Irak'ta henüz işlerini bitirmediği için Suriye'de hazırlıksız yakalandı. Eğer İran ve Hizbullah Esed'e desteğe gelmeseydi Esed Rejimi ılımlı muhalifler tarafından yıkılacak veya Esed serbest seçime razı olacaktı. Hizbullah'ın devreye girmesi ve Esed'in ömrünü uzatması Irak'ta işlerini yoluna koyan Deaş'ın Suriye'ye girmesini sağladı. Deaş'ın gelmesi Rusya'nın Suriye'ye gelmesine bahane oldu. Neticede şehirler şiddetli bombalanmaya maruz kaldı, ılımlı muhalifler gücünü kaybetti, PYD bölgesini genişletti ABD Suriye'ye yerleşti. İran korkarız bunun bedelini ağır ödeyecektir.