16 Mart 2020 Pazartesi

Aydınlanma Çağında Müslümanların Payına Düşen Büyük Aydınlanma; Kur'an'ın, Geleneği Islah Gücü


Bugün geldiğimiz noktada, İslam’ı hem yaşamayı hem de bilmeyi ciddiye alan gençler arasında bir farklılaşma gözlenmektedir.
Her bilginin, her tarihi vesikanın, gerçeğin kendisi olmayacağı gerçeğinin, din konusunda da geçerli olduğunu farketmek gençler arasında hızla yaygınlaşmakatadır.
Din konusunda Allah’ın bizden murad ettiği şey nedir?
Bu sorunun cevabını korunmuş olduğuna inanmadığımız tarihi vesikalara bırakabilir miyiz? Ne kadar iyi niyetle olursa olsun, bu bilgiler, bir takım insanların diğer insanlardan duyduğu bilgiler değil midir?
Yanlış bir din anlayışı miras almışsak, hesap gününde bizim suçumuz yok biz o insanlara güvendik savunmasına karşı Kur’an’da insanı tanıtan ayetler önümüze konursa ne diyeceğiz?
İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir.(İsra 11)
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)? (Bakara 170)
“Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?(Bakara 30)
…Nihayet, hepsi orada bir araya gelince, sonrakiler öncekiler için şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bunlar saptırdılar. Ateş azabını bunlara bir kat daha fazla ver." Allah buyurur: "Her biri için bir kat fazlası var, fakat siz bilmezsiniz."(Araf 38)
Son zamanlarda gündeme gelen Gelenekçilik ve ‘’Kur’ancılık’’ ayrışmasının temelinde İslam’ı doğru anlama ve yaşama endişesinin temel neden olduğunu görmeliyiz.
Özellikle gençler arasında hızla yaygınlaşan İslam’ı doğru kaynaklardan öğrenme gayreti, araştırmacıları mecburen Kur’an’a yönlendirmektedir.
Sahih İslam’ı öğrenmek gayretinde olanlar sadece Kur’an’ı dikkatle okumadılar, birçok hocadan çok daha fazla hadis rivayetine tanık oldular, hadis usulünü anlamaya çalıştılar ve bir şeyi daha farkettiler.
Yaşanmakta olan İslam ile sahih kabul edilen hadis kitaplarındaki İslam da örtüşmüyor. Sahih kabul edilen rivayetlerin yanında zayıf hatta uydurma olduğu bilinen rivayetler de bugün Ehl-I Sünnet dairesinde sayılan uygulamalara ve inanışlara kaynaklık ediyor.
Hadisleri Kur'an'a eş kaynak gören ve hadisin ayeti nesh edebileceğini savunanlar arasında şu konuda ittifak yoktur; Eldeki hadislerin hangilerinin sahih olup olmadığı, hangilerinin hükmünün devam ettiği ve genel olduğu.
Akaid konusunda rivayetlerin delil olmayacağı Usulu'd-Din'in ana kuralıdır fakat rivayetlerin oluşturduğu kabuller ana ilke zannedilmiş ve ayetler rivayetler doğrultusunda anlamlandırılmıştır.
Halbuki rivayetler üzerine din bina edilemeyeceği, selim akıl için o kadar açık bir konudur ki,
Çünkü bu bizim dahlimiz olmayan bir gayretten sorumlu tutulmamız demektir.
Allâh, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.(Bakara 286)
Kur’an, hadisler de korunmuştur demedi, Resulullah yazdırmadı, ashab kayıt tutmadı ve kayıtları sonraki nesillere aktarmadı. Peki biz kimlerin insafına, hafızasına ve imanına güvenip akaidimizi bu rivayetler üzerine bina edeceğiz.
Bu rivayetlerden Allah bizi sorumlu tutar mı? Bu bizim gücümüzü aşan bir şey değil mi? Bu hangi dini ve akli kabule uyar?
İşte bu gerçeği farkeden insanlar şunu demektedir. Ben zaten Kur’an’da geçen ibadetlerin uygulamalarını, nesilden nesile Resulullah’tan geldiği gibi biliyorum, daha niye bir sürü rivayeti kabul edip dinime şüphe karıştırayım. Eğer uymam gereken bir kaç emir ve yasak daha olsaydı Kur’an Hz Musa’yı 136 yerde andığı gibi bu birkaç bahsi de ayetlerle bize bildirmez miydi? Korunmuş Kitabın kıymetini bilmek varken onu gölgeleyecek metodları niye kabul edeyim, demektedir.
Bu aydınlanmanın temelinde şunların olması,
-gerçeğe ulaşma isteği
-aldatılmış olmama bilinci
-hikmet sevgisi
bu akımın okur-yazar kesimde hızla yayılmasına sebep olmaktadır.
Bu şekilde İslamı anlamak gayretinde olanlar, emek verdikleri, kafa yordukları için dinlerini daha çok içselleştirmektedir.
Geleneğe teslim olmanın getirdiği ataletten de kurtarmış olarak, dinini daha çok bilen, inancını daha çok anlatan ve yaymaya çalışan bir gençliği ortaya çıkarmaktadır.
Bu durum, yakın gelecekte belki 5-10 yıl içerisinde okur-yazar kesim arasında, bu anlayışa sahip dindarların, geleneğe körü kürüne bağlı olanların sayısını geçeceğine işaret etmektedir.
Denecek ki 14 asırdır bunu neden kimse anlamadı da şimdi aydınlanıyoruz. Dünya son yüz yıl içerisinde demokrasiyi geliştirdi, köleliği kaldırdı, uzaya çıktı, bilgisayarı geliştirdi, gen teknolojisinde, tıpta ilerledi, birbirinden bağımsız birçok ilerleme bu dönemde oldu.
Aydınlanmanın toplumu kuşatması için bilginin yaygınlaşması gerekir. Bir fikrin destekçileri toplumda yaygınlaşmazsa, birçok yerden destek görmezse statüko karşısında tutunamaz ve sesi kesilir.
Önceki dönemde dini kaynakların yaygın olması zamanın imkanları yüzünden mümkün değildi.
Kur'an, kitap olarak son yüzyıla kadar müslümanların elinde yaygın şekilde yoktu. Meal çalışması zaten yapılmamıştı.Tefsirler ise ancak çok dar bir kesimin ulaşabileceği kaynaklardı ve tefsirlere ulaşanlar zaten statükoyu kabul ettiği için kaynaklara ulaşabilecek müesseselerde okuyabiliyordu. Hristiyanların statükoyu korumak için tertip ettiği konsiller, İslam dünyasında başka şekilde çalıştırılmıştı ve tek seslilik konusunda ciddi başarı elde edilmişti.
Son yüzyılda Kitab'ın ve bilginin herkesin ulaşabileceği mesafede olması, iletişimin gelişmesi, İslam dünyasında Kur'an aydınlanmasını gerçekleştirmiştir ve artık bu aydınlama önünde dini statükonun direnmesi mümkün değildir.
Kur’an’a dönüş dünya için en büyük aydınlanma olacaktır. Resulullah’ın tek kişi olarak başladığı Sahih İslam, yüz yıla ulaşmadan onlarca ırkı ‘’bir millet’’ yapmışsa, bugün de, bu aydınlanmaya malik olan toplumu aynı şekilde milyarlara önder yapacaktır.

Bir müslüman, gelenekçilerin tabiriyle neden ''Kur'ancı'' olur. Bununla ilgili örnekler serisi Örnek 1:


Aşağıdaki hadis rivayetlerine karşılık Kur'an'da şu ayetleri görünce rivayetleri değil Kur'an'ı esas almak gerektiğini düşünür. Resulullah'ın Kur'an'a aykırı söz söylemeyeceğine iman etmesinin gereğini yapar.
Diğer ayetleri, rivayetlere göre değil bu ayetlerin paralelinde anlamanın gerektiğini bilir, çünkü Kur'an'da çelişki olmadığına iman etmiştir
Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’ın bildirdiğine göre Peygamberimize: “Rabbinin seni Makam-ı Mahmud’a (övgüye değer bir makama) yükselteceği ümit edilir.” (İsra 79) ayetinde zikredilen makam-ı mahmuddan sual edildi. Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Bu şefaattir” diye cevap verdi. (Tirmizi, Tefsir 17 (nr.3136); Beyhaki, Şuabü’l-İman, nr 300)
“Ey falan! Bize şefaat et, ey falan bize şefaat et diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte makam-ı Mahmud budur.” (Buhari, Tefsir 11; zekat 52)

Görüntünün olası içeriği: yazı

Bir müslüman, gelenekçilerin tabiriyle neden ''Kur'ancı'' olur. Bununla ilgili örnekler serisi Örnek 2:


Rivayetlerde, kıyamet kopmadan önce bir çok alametten bahsedilir. Hz İsa'nın nüzulü, Mehdi, Bazı tabii olaylar vb.
Bu durumda rivayetlere göre bugün kıyamet kopmayacaktır, çünkü bu alametler henüz gerçekleşmedi.
Kur'an, nazil olduğu dönemdeki insanları ansızın kopacak kıyametle uyarırken bugünün insanını bu şekilde uyaramamaktadır çünkü rivayetlere göre beklenen büyük alametler henüz ortaya çıkmadı.
Kur'an'ın, kıyametin en korkutucu özelliği olan, ansızın kopacağı ve böyle beklenmesi gerektiği ikazını rivayetler boşa çıkarmaktadır
Kur'an kıyametin ansızın kopacağını ve alametlerinin geldiğini açıkça bildirmektedir.


Görüntünün olası içeriği: yazı

(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler.

(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.( Tevbe 31)
Elmalılı Tefsiri:
‘’Nitekim bu âyetin mânâsı hakkında meşhur Hatim-i Tâî'nin oğlu Adiy demiştir ki: "Resulullah'a geldim, boynumda altından bir haç vardı, ki Adiy o zaman henüz müslüman olmamıştı ve hıristiyandı, Resulullah Berâetün Sûresi'ni okuyordu, bana "ya Adiy şu boynundaki veseni at" buyurdu. Ben de çıkardım attım. "Allah'tan başka hahamlarını ve rahiplerini de rab edindiler." anlamına olan âyetine geldi, ben, ya Resulallah, onlara ibadet etmezlerdi, dedim. Resulullah buyurdu ki: "Allah'ın helal kıldığına haram derler, siz de haram tanımaz mıydınız? Allah'ın haram kıldığına helâl derler, sizde helâl saymaz mıydınız?" Ben de "evet" dedim. "İşte bu onlara ibadettir." buyurdu. Rebi' demiştir ki, "Bu rablık İsrailoğulları'nda nasıl idi?" diye Abdul'âli-ye'ye sordum. O da "Genellikle Allah'ın kitabında hahamların sözlerine aykırı olan âyetler bulurlar, bununla beraber kitabın hükmünü bırakırlar da hahamların sözlerini tutarlardı." dedi. Bu rivayetler şunu gösterir ki, herhangi birini rab edinmiş olmak için behemahal ona "rab" adını vermiş olmak şart değildir. Allah'ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak, onun emrine uymak ve özellikle de dinin hükümlerine ait olan hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse, ne emrederse doğru farzetmek, ona uyduğu zaman Allah'ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir’’
Kur’an, Allah’ın haram kılmadığı bir şeyi (gerek yeterli araştırma yapmadığından gerek dinin vazettiği usule uygun davranmadığından dolayı) haram sayan bir kanaat önderine sorgusuz sualsiz tabi olmayı çok ciddi şekilde Allah’a şirk koşmak olarak tanımlamaktadır.
Denebilir ki yanlış ictihad da İslam'da bir sevap almaya vesiledir. Bu söylenen başka bir durumdur. Bu durum Kur’an’da açık şekilde ortaya konmamış bir konuda hüküm ortaya çıkartmak gerektiğinde yapılan ictihadlar için geçerlidir.
Kur’an’da açıkça haram veya helâl kılınmamış bir konuda önceki alimlerin belki kendi zamanlarının verdiği yanlış algıyla Kur’an’ın aksine hüküm verdikleri konuları sorgulamadan tabi olmak bu ictihad kapsamına girmemektedir.
Bu alimler belki kendi zamanlarının imkanları elvermediği için uydurma bir rivayeti tetkik edemediler ve yanlış bir hüküm vermiş olabilirler. Bugün çok daha kolaylıkla bütün rivayetlere ulaşılabilmektedir daha da önemlisi hadis kitaplarındaki rivayetlerin çelişkilerinin ortaya çıktığını görmezden gelerek Kur’an’ı esas almak dışında çıkar yol olmadığını anlamamakta ısrar etmek akla ve ilmi usullere ters bir durum olduğu çok açık olarak ortaya çıkmıştır.
İlmi namusa aykırı şekilde, inatla zan ifade eden rivayetler arasından Kur’an’a ters hükümler vazetmeye çalışmak ictihadda hata kapsamında sayılmayacaktır. Bu durumda günümüzde bir insanın, selim aklını kullanmayarak elindeki tahrif edilmekten korunmuş, içine yalanın, şüphenin karışmadığı Kur’an’ı yalın bir şekilde esas alıp, Allah’ın emir ve yasaklarını kabul etmek yerine şüphe içeren rivayetleri esas almış önceki kitaplarda yer bulmuş hükümleri kendine rehber edinmiş bir ‘’hocanın’’ haram ve helal kabullerine tabi olması yukarıdaki ayette kınanan yahudi ve hristiyanların düştüğü hataya düşmüş olması değil midir?
Tevbe 31'de Allah Teala açıkça din adamlarının Allah’ın hükümlerinin aksine haram helal kabullerine uyanları kendisine ortak koşmak olarak değerlendirmektedir. Nahl 116’da ‘’ Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür’’ buyurmaktadır. Bu çok büyük bir ihtardır bir insanın günah işlemesinden çok daha büyük bir şeyden bahsediliyor. İşte Sahih İslam arayışının sebebi budur ve her akli selim müslümanın öncelikle çözüme kavuşturması gereken görevi budur.

Müslümanlar neden rivayetleri ihtiyatla karşılayıp Kur'an'ı esas almalıdır. Bununla ilgili örnekler serisi Örnek 3:


Hadis kitaplarında, devlet başkanlığı Kureyş soyundan gelenlere aittir şeklinde bir çok rivayet vardır. Rivayetleri esas alan veya hayata geniş anlamda bakamayan alimlerin çoğunun da görüşü bu şekilde oluşmuştur.
Sonra Yavuz Sultan Selim hilafeti alıp İstanbu'a taşıyınca bu rivayetler ve alimlerin sözleri tevile çalışılmış veya unutturulmaya çalışılmıştır.
Halbuki Kur'an'ı merkez alanlar için bir sorun olmayacaktı çünkü Kur'an'ın emri evrenseldir.
Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür. (Nisa 58)
Demek ki Yavuz Selim, rivayetlere dayalı bir hükmü elindeki kılıçla değiştirebildi ve alimler görüşlerini bu istikamette değişti.
Böyle bir din anlayışı olabilir mi?
İnsanların, rivayetleri kendi anlayışlarına, menfaatlarına ve korkularına göre değiştirebilme ihtimalini anlamamak insanı zaman karşısında mahcup eder.

Görüntünün olası içeriği: yazı

Müslümanlar neden rivayetleri ihtiyatla karşılayıp Kur'an'ı esas almalıdır. Bununla ilgili örnekler serisi Örnek 4


Kur'an birçok ayette, müşriklerin mucize istemesi karşısında Kur'an'ı işaret etmiş veya öncekilerin onları yalanlamasını gerekçe göstermiştir.
Mesela ayın yarılması mucizesi gerçekten olmuş olsaydı, bu ayetlerde mucize isteyen müşriklerin tekrarlayan meydan okuması;
Daha birkaç yıl önce ayı yardık siz inanmadınız daha ne mucizesi istiyorsunuz şeklinde cevaplanmalı değil miydi?
Fakat ayetler, mucize taleplerini devamlı Kur'an'ı işaret ederek bitirmiştir.
Görüntünün olası içeriği: yazı

Allah’ı doğru tanımak konusunda rivayetlerin sebep olduğu tehlike


Din denince akla ne geliyor?
Namaz, Oruç, Zekat, Hac, Cihad ve Kur’an’da geçen emir ve yasaklar.
Bunları nerden öğreniyoruz? Kur’an’da adı geçen ibadetleri, Resulullah ve ashabı nasıl uyguladıysa nesilden nesile, babadan oğula bunlar bize kadar geldi. Küçük farklılıkların olması doğal olarak sorun da değildir.
Sorun nerede başlıyor?
Kur’an’da olmayan emir, yasaklar ve Allah’ı tanıtan rivayetler.
Bunlar Resulullah’ın yazdırmadığı, ashabın da kayıtlara geçirip sonraki nesillere miras bırakmayı dini bir gereklilik görmediği rivayetlerden çıkan konular.
Bu rivayetler yoluyla bize gelen ama aslında dinde olmayan bir konu olabilir mi?
Teknik olarak olabilir çünkü hadis usulü ilmi açıkça ahad rivayetin %100 kesinlik ifade etmediğini kabul eder. Buna bugün hadis rivayetlerini ölümüne savunan hiç kimse ilmi olarak itiraz edemez.
Peki bu aslı olmayan rivayetlerin biri bize Allah’ı yanlış tanıtmış ve biz o rivayet yüzünden Allah’ı doğru takdir edememişsek durumumuz ne olur? Bu durum subuti kat’i olan Kur’an ayetinden yanlış bir şey anlamaya benzemez. Bunun bir mazereti vardır ama bile bile subutu kat’i olmadığını bildiğimiz rivayetlerle bir Allah tasavvuru oluşturmak bizi çok yanlış durumlara sürükleyebilir.
Örnek olarak,
İdrardan sakınmamanın kabir azabına yol açtığına dair hadis (bk. Buhârî, Vudu, 55; İbn Mâce, Tahâret, 26)
Kabir azabı konusunda deliller sem’idir (rivayete dayalıdır) ve mütevatir derecesine ulaşmamış rivayetlerdir (Akaid-i Nesefi)
Bu rivayete göre Allah’a ibadet etmek için namaz kılan bir kul üzerine idrar sıçrattığı için kabirde azap görüyor. Henüz hesabı görülmemiş bir kul belli ki ibadet eden bir kul çünkü namaz kılmasa idrar sorun olmayacak.
Bu hadise göre kabirde idrardan azap gören kişi Ashabı Kiramdan biri olmalı. O Ashab ki bir sürü imtihandan geçmiş ama idrar sıçramasından hesap gününü beklemeden Allah tarafından azaba tabi tutuluyor. Bu hadis rivayeti bizde bir Allah tasavvuru oluşturmuş olmuyor mu?
Halbuki Kur’an hep hesap gününe dikkat çeker.
Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. (Enbiya 47)
Hesap görücü olma açısından rivayetin bizde oluşturduğu Allah tasavvuru ile ayetin oluşturduğu Allah tasavvuru aynı mı?
Rivayete bakarsak Allah hesap görmeden azap edici, ayete bakarsak hardal tanesi ağırlığını dikkate alacak kadar hassas hesap görücü.
Bu bir ibadetin şeklini farklı yapmaya benzemez, ahlaki bir tavsiyeyi yanlış anlamaya benzemez. Bu öyle bir şey ki, bir yanlış rivayet yüzünden varlığımızın anlamı olan, Allah’ı tanımayı ve Yaratıcı-kul ilişkisini yanlış anlamaya sebep olan bir durum ortaya çıkabilir.
Ömrün boyunca Resulullah’ın sünnetini ihya edeceğim diye bir sürü şey yapsan ama bir yanlış rivayet yüzünden Allah’ın adaletine gölge düşürecek bir inanca sahip olsan, senin halin nice olur?

"Gücünüz yettiği kadar şüphelerle had cezalarını düşürünüz"

"Gücünüz yettiği kadar şüphelerle had cezalarını düşürünüz" (Ebû Davûd, Salât, 14; Tirmiz, Hudûd, 2)
Recm cezası rivayetler ile sabit olan bir cezadır.
Rivayetler % 1 bile olsa şüphe barındırır.
( hadis rivayetlerinin şüphe barındırdığı , usülcülerinin ortak kabulüdür, yani hadis rivayetleri Kur'an gibi subuti kati değildir)
Resulullah'ın uygulamalarında ve mezhep imamlarının usullerinde, şüphe ile hadlerin düşürüleceği sabittir.
Peki bizzat kendisi şüphe içren yolla bize gelen recm cezasıyla bir insanın hayatına son vermek sünnete uygun mudur?

Rivayetlere dokundurtmayanlar bu hadis rivayetleri için ne derler?


Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e bir adam gelip: “Ey Hayru’l-Beriyye (yaratılmışların en hayırlısı)” diye hitabetmişti. Aleyhissalatu vesselam hemen müdahale etti: “Bu söylediğin İbrahim Halilullah'ın vasfıdır.”
Kaynak: Müslim, Fedail 150, (2369), Tirmizi, Tefsir, Lem yekun suresi, (2349), Ebu Davud, Sünnet 14, (4672)
Müslümanlardan biri ile Yahudilerden biri aralarında münakaşa edip küfürleştiler. Müslüman öbürüne: “Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ı alemler üzerine seçkin kılan Zat-ı Zülcelal’e kasem olsun!” diye yemin etti. Yahudi de: “Musa aleyhisselam’ı alemler üzerine seçkin kılan Zat-ı Zülcelal’e kasem olsun!” diye yemin etti. Derken, o böyle der demez, müslüman elini kaldınp yahudi’ye bir tokat vurdu. Yahudi de doğruca Aleyhisselatu vesselam’a gidip hadiseyi haber verdi. Aleyhissalatu vesselam: “Beni Hazreti Musa’ya üstün kılmayın! Çünkü insanlar hep bayılacaklar. İlk kalkan ben olacağım. Ben ayılınca Hazreti Musa’yı Arş’ın bir ucundan tutmuş göreceğim. Bilemiyorum. O, bayılıp hemen ayılanlardan mıdır, yoksa Allah’ın istisna ettiklerinden midir?” buyurdu.
Kaynak: Buhari, Husumet 1, Enbiya 34, 35, Rikak 43, Tevhid 31, Müslim, Fezail 160, (2373), Ebu Davud, Sünnet 14, (4671), Tirmizi, Tefsir, Zümer, (3240)

Mesele hadis değil gelenekçiliktir.

Hadis, hadis diyenler zannediyorlar ki hocaları onları hadislere uygun yaşatıyor.
Mesele hadis değil gelenekçiliktir. Gelenekçiler önlerinde bulduklarına uyarlar, onları Kur'an'a çağırdığınız gibi hadise de çağırsanız uyamazlar.
Örnek
Bu hadislere uyalım deyin bakın ne diyecekler.
Camide ''sünnet'' kılınmadığı konusu, özellikle de Cuma Namazında uyalım hadislere. Var mısınız?
Abdullah b. Ömer radiyellahü anh şöyle dedi: “Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Cuma namazından sonra mescidden ayrılıncaya kadar namaz kılmaz, ayrılınca evinde iki rekat kılardı.” (Buhârî, Cuma, 39; Müslim, Cuma, 71)
Abdullah b. Ömer, Cuma günü olduğu yerde iki rekat namaz kılan birini gördü ve onu iterek şöyle dedi: “Cumayı dört rekat olarak mı kılmak istiyorsun?” Abdullah evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle derdi: "Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapardı. "(Ebû Davud, Cuma, l127)
Atâ, Abdullah b. Ömer ile ilgili olarak şunları söylemiştir: Mekke'de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekat kılar, sonra ileri geçer dört rekat kılardı..Medine'de olduğu zaman Cumayı kılar, sonra evine döner iki rekat kılardı. Mescitte kılmazdı. Derdi ki, " Resulullah öyle yapardı."(Ebû Davud, Cuma) Nafi'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ömer Cumadan önce namazı uzatır, Cumadan sonra da evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle söylerdi: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de böyle yapardı.” (Ebû Davud, Cuma, l128)
Ebu Hureyre radiyellahü anh Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Sizden biri Cumayı kıldıktan sonra dört rekat namaz kılsın.” (Müslim,Cuma, 67; Ebû Davud, Cuma, l131) Ebu Hureyre radiyellahü anh Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cumadan sonra namaz kılacak olursanız dört rekat kılın.” (Müslim, Cuma, 68; Ebû Davud, Cuma, l131; Tirmizi, Cuma, 523) es-Sâib diyor ki, “Muaviye ile birlikte maksurede (hünkar mahfilinde) Cuma namazını kıldık. İmam selam verince kalktım, aynı yerde namaza devam ettim. Muaviye bana birini gönderdi ve dedi ki, " Bu yaptığını bir daha yapma. Cuma namazını kıldıktan sonra dışarı çıkmadan veya biraz konuşmadan başka namaz kılma. Çünkü Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem bize böyle emretmişti. Konuşmadıkça veya dışarı çıkmadıkça bir namazın diğerine eklenmemesini isterdi.” (Müslim, Cuma, 73; Ebû Davud, Cuma, l128)

Rivayetleri yeniden tetkik edelim deyince kıyamet koparanlar bu rivayetin neden bir kısmını alıp diğer kısmını görmezden geliyorlar. (yetişkinin emzirilmesi meselesi)


Rivayetin devamında yetişkin kişinin süt emmesiyle mahrem olacağı konusunu da geçerli sayıyor musunuz?
Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle demiştir:
“Andolsun ki recmetme ayeti ve yetişkin kişiyi on defa emzirme (sebebi ile nikahlamanın haramlığı) ayeti indi. Andolsun ki bu ayetler karyolamın altında bir yaprakta (yazılı) idi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat edip biz Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ölümü ile meşgul olunca, evde beslenen koyun veya keçi girip o yaprağı yedi.”
İbni Mace 1944, Ahmed bin Hanbel 5/131, 132, 183 ve 6/269
Gelenekçi hocalardan ricamız, sahih sayılan hadis kitaplarındaki her hadis ile hüküm verilmediğini hiç değilse takipçilerinize anlatın.
Sizin bu yanlış yönlendirmeniz sonucunda bütün hadis rivayetlerini kutsayıp, Kur'an'ı bu rivayetlerle kıyaslamaya çalışıyor farkında olmadan Kur'an'ı şüpheli şeylere kıyas yapıp itikad konusunda sıkıntılı duruma düşüyorlar.
Bir de neden bu hocalar soru cevaplı bu platformlardan uzak duruyorlar.
Vaizlik müessesesi bu ümmeti yeterince uyutmadı mı?
Akademi- Vaizler çatışması
eski dönemde
Medrese-Tekke çatışması şeklinde cereyan etmişti.
Sonra Tekke, Osmanlı'da devlete hakim duruma gelince medreseden önce matematik çıkarıldı sonradan da Ehl-i Sünnet Tekkenin hizasına çekildi.
Fakat deniz bitti.
Ümmet kaynakları bizzat inceliyor.
Sizin, insanları akademi hadisleri inkar ediyor diye ajite etmeye çalışmanızın bir faydası yok
Çünkü şunu herkes bilmeye ve anlamaya başladı ki,
Siz sadece Kur'an'ı gözardı etmiyorsunuz, Kur'an gibi kaynak olduklarını iddia ettiğiniz hadisleri de göz ardı ederek oluşturulan geleneğe tabisiniz.

Kur'an'da açıkça geçmesine rağmen rivayet kültürünün, dinin kadın algısını nasıl değiştirdiğine bir örnek:


Adem ve Eşinin cennette yasak meyveden yemeleri konusunda, rivayetler ile oluşan kültüre göre kadın ilk kandırılandır. Erkeği günaha sürükleyen kadındır fikri bu rivayetler yoluyla bilinçlere kazınmıştır.
Halbuki Kur’an, bu konuda da Tevrat kültürüne ve rivayet kültürüne terstir
“Eğer Havva olmasaydı hiçbir kadın kocasına ihanet etmezdi” (Buhari, Enbiyâ; 1; Müslim, Radâ, 62 (1470)
Bu hadis rivayeti, Havva’nın eşi Âdem’e yasak meyveyi yemesi için teşvikte bulunması ve onu kandırması olduğunu şeklinde yorumlanmış ve Tevrat’tan gelen kültürle beraber Kur’an’da açıkça farklı geçtiği halde İslam kültürüne de böyle yerleşmiştir.
Tevrat’ın Yaratılış (Tekvîn) 3. Bölüm
13 RAB Tanrı kadına, “Nedir bu yaptığın?” diye sordu. Kadın, “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim” diye karşılık verdi.
16 RAB Tanrı kadına, “Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim” dedi, “Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, Seni o yönetecek.”
17 RAB Tanrı Âdem’e, “Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için Toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi, “Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.
Kur’an’da bu konudaki ayetlerde geçen bütün fiiller, arapçada tesniye denilen iki kişiyi ifade eden kalıpta gelmiştir.
Taha Suresi
120- Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
121- Bunun üzerine o ikisi, o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.
Araf Suresi
19-“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”
20-Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için o ikisine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz siz ikinize bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”
21- “Şüphesiz ben siz ikinize öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti.
22-Bu sûretle o ikisini kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan ikisi tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri o ikisine, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.

Bunların hepsi Ehl-i Sünnet'in muteber kitaplarında yer alırken. Nasıl önünüze geleni tekfir ediyorsunuz.


"Bir mü'mini küfr ile itham eden onu öldürmüş gibi olur" (Buharî, Iman 7; Tirmizî, Iman 16)
"Bir kimse müslüman kardeşini tekfir ederse, küfür ikisinden biri üzerine döner."(Müslim, Iman 26; Müsned, N/142)
"Her hangi bir müslüman diğer bir müslümanı tekfir ettiğinde o kâfirse kâfirdir, değilse kendisi kâfir olur."(Ebu Davûd, Sünnet 15)
İmam-ı Azam Ebu Hanife (EL-ALİM VE'L-MÜTE'ALLİM)
Tekzip etmek, ancak "Ben Hz. Peygamber'in sözünü yalanlıyorum," diyen kimsenin yalanlamasıdır. Lâkin bir kimse "Ben Hz. Peygamber'in söylediği her şeye îman ederim, fakat o kötülük yapılmasını söylemedi, Kur'ân'a da muhalefet etmedi" derse, bu söz o kimsenin, Hz. Peygamber'i ve Kur'ân-ı Kerim'i tasdik etmesi; Allah'ın Resulünü, Kur'ân'a muhalefetten tenzih etmesidir. Eğer, Hz. Peygamber, Kur'ân'a muhalefet etse ve Allah için hak olmayan şeyleri kendiliğinden uydursa idi, Allah onun kudret ve kuvvetini alır, kalp damarını koparırdı. Nitekim bu husus Kur'ân'da şöyle belirtilir: "Eğer peygamber söylemediklerimizi bize karşı, kendiliğinden uydurmuş olsa idi, elbette onu kuvvetle yakalar, sonra da kalp damarını koparıverirdik. Sizin hiçbiriniz de buna mâni olamazdı."(el-Hakka,45,47)
“Benden Kuran dışında hiçbir şey yazmayın. Kim benden Kuran dışında bir şey yazmışsa imha etsin.” (Müslim, Sahihi Müslim, Kitab-ı Zühd; Hanbel, Müsned, 3/12, 21, 33)
“Sahabe Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istediler. Ancak onlara izin verilmedi.” (Darimi, es-Sünen)
“Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve ‘Yazdığınız şey nedir?’ dedi. ‘Senden işittiğimiz hadisler’ (sözler) dedik. Hz. Peygamber; ‘Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.’ dedi” (El Hatib, Takyid)
“Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi.” (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm)
Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.
(Ebu Davud K Etime 39; Tırmizi K Libas 6; İbni Mace K Etime 60; El- Müracaat sayfa 20)

Haram kılma konusunda hadisleri de Kur’an gibi gören gelenekçilere soru;


Müzik, rivayet edilen birçok hadis ve dört mezhep imamına göre haram veya tahrimen mekruhtur.
Çalgı aletlerinin haramlığına dair çokça hadis rivayeti var.
Bu hadislere ve mezhep görüşlerine rağmen Gazali ile başlayan müziği caiz görme durumunu nasıl izah ediyorsunuz?
Bugün ehl-i sünnet mensupları için umumiyetle kabul gören fetva müziğin caiz olduğu yönündedir. Zaten Kur'an'da da haram olduğuna dair bir ayet yoktur.
Bugün ehl-i sünnet tarafından görmezden gelinmek zorunda kalınan
Hadis rivayetleri;
1) Ebu Amir ya da Ebu Malik el-Eş’ari (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ümmetim arasında fercleri, ipeği, şarabı ve çalgı aletlerini helal kabul edecek bir topluluk olacaktır. Ve birtakım kimseler bir âlemin yakınına konaklayacaklar. Kendilerine ait davarlarla yanına gidecek, bir ihtiyacı sebebiyle onlara varacak. Onlar ona:
−Bize yarın tekrar gel diyecekler. Yüce Allah geceleyin onlara hükmünü geçirecek ve âlemi koyacak, diğerlerini ise tanınmaz hale çevirerek kıyamet gününe kadar maymunlara ve domuzlara dönüştürecektir’ buyurdu.”
Buhari
2) Enes bin Malik (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Dünyada da, ahirette de lanetlenmiş iki ses vardır:
1) Nimet sırasında zurna sesi ve
2) Musibet sırasında bir inleme’ buyurdu.”
Bezzar Müsned: 1/377, 795, Ebu Bekr eş-Şafii er-Rubaiyyat: 2/22, ed-Dıya el-Makdisi, el-Ehadiysu’l-Muhtare
Ayrıca bu hadisin kendisi ile kuvvet kazandığı bir şahidi daha vardır.
3) Cabir bin Abdullah (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ben ağlamayı yasaklamadım. Fakat ben ahmak ve günahkâr iki sesi yasakladım: Birisi oynama ve oyalanma namesi sırasındaki ses ve şeytan zurnaları, diğeri ise musibet halindeki ses yüzlere vurmak, yakaları yırtmak ve şeytan inlemesidir’ buyurdu.”
Hâkim, Beyhaki, İbni Ebi’d-Dünya, Acurri, Beğavi Şerhu’s-Sünne, Tayalisi Müsned, İbni Sad Tabakat, İbni Ebi Şeybe el-Musannef, Tirmizi
4) Abdullah bin Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Muhakkak Allah bana şarabı, kumarı, davul ve zarı haram kıldı. Sarhoşluk verici herşey şüphesiz haramdır’ buyurdu.”
Ebu Davud 3696, Beyhaki, Ahmed Müsned, Ebu Ya’la Müsned, İbni Hibban Sahih, Ebu’l-Hasen et-Tusi el-Erbain, Taberani Mucemu’l-Kebir
5) Abdullah bin Amr bin el-As (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Muhakkak Aziz ve Celil olan Allah içkiyi, kumarı, davul ve içkiyi haram kılmıştır. Sarhoşluk veren herşey de haramdır’ buyurdu.”
Ebu Davud 3685, Tahavi Şerhu Meani’l-Asar, Beyhaki, Ahmed, Yakub el-Fesevi el-Marife, İbni Abdi’l-Berr et-Temhid
6) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz Rabbim bana içkiyi, kumarı, davulu ve tamburu haram kıldı.”
Beyhaki, Ahmed

Muğayyebat-ı Hamse konusu


Rivayetleri esas alarak yapılan tefsirler, zamanın ve şartların değişmesi sonucunda, ayetlerin çağları aşan mesajını gölgeliyor
.
Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır. (Lokman 34)
İlk dönem müfessirleri bu ayeti tefsir ederken bir hadis rivayetine dayanarak beş gayb vardır ki bunları ancak Allah bilir diye tefsir etmiştirler.
Buhari'de geçen hadis rivayeti:
İbn-I Ömer’den rivayet edilmiştir:
Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Gayb`ın anahtarları beş (dâne) dir ki, onları Allâhu Teâlâ`dan başkası bilemez. Yarın ne olacağını (Allah`dan başka) hiçbir kimse bilemez. (Ana) rahimleri(n)de ne(ler) bulunduğunu (Allah`dan başka) hiçbir kimse bilemez. Hiçbir nefs yarın (hayr ü şer) ne kazanacağnı bilemez. (Kezâ) hiçbir nefs hangi tarzda öleceğini bilemez. (Allah`tan başka) hiç bir kimse de yağmurun ne zaman geleceğini bilemez.
Resulullah, Kur'an'da konunun açıklanış biçimini dikkate almadan bir söz söylemeyeceğine göre;
Bu rivayette ve Ebu Hureyre’den rivayet edilen benzer hadiste ya bu sahabiler Resulullah'ı yanlış anlamıştır ya da onlara bu söz isnat edilmiştir.
Fakat sonuç nedir?
Bu rivayeti dikkate alan müfessirler beş gaybi olay vardır diyerek anne karnındaki çocuğun ne olduğu ve yağmurun ne zaman yağacağı konusunu da insanların bilemeyeceği gaybi bilgi olarak değerlendirmişlerdir
Buna ‘’muğayyebat-ı hamse’’ diye de isim verilmiştir.
Hakbuki ayette konu bu şekilde geçmiyor,
Yağmuru Allah’ın yağdırdığını
Rahimlerdekini de bildiğini söylüyor
Bunları başka kimse bilmez demiyor.
Kıyamet saati bilgisinin Allah katında olduğunu,
kişinini yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilmeyeceğini söylüyor.
Yani mutlak manada üç gayb var.
Son dönem müfessirleri bu gayb sayısını ilmi gelişmelerle beraber zaten üçe düşürmek durumunda kalmıştır.
Bilimsel gelişmeler rivayetle ve ona bina edilen tefsirlerle çelişmiş ama ayetle çelişmemiştir
Üstelik ayet, tam da mucizevi bir şekilde o günkü insan için gayb olan beş şeyden ikisini metinde de ayırmıştır.
Fakat ayetin bu yönü halen rivayetlerin gölgesinde kalmış, rivayetlerdeki yanlış anlamaların hesabı, Kur’an’da bilime ters bilgi var diye Kur’an’dan sorulmaktadır.

Kur'an'da karşılığını bulmayan her rivayetin, ya Allah’ı yanlış tanımamıza ya da Resulullah’a iftira atmamıza sebep olma ihtimali vardır.


Bu riski neden alalım ki?
Kur’an’da geçen ibadetlerin uygulamasını nesilden nesile Resulullah’tan bize aktarıldığı gibi zaten uyguluyoruz
Resulullah, verdiği bir tavsiyeyi uygulamayız diye mi yoksa ona yalan bir isnatta bulunuruz diye mi beddua etmiştir?
Onun ahlakını Kur'an'da bulabileceğimizi Hz Aişe söylemişti.
Peki Resulullah'ın söylememiş olduğu bir sözü ona birileri bilerek veya bilmeyerek isnat etmişse ve biz o rivayeti devamlı kullanırsak Resulullah ile ciddi bir hesaplaşmanın muhatabı olmayacak mıyız?
Bu tehlikeli sınırı neden zorlayalım ki?
Allah kendisini, bize lazım olanı kadarıyla Kur'an'da tanıtmıştır. Bunun dışında rivayetlerle gelen bir tanımlamayı Allah'a isnat etmenin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu anlamıyor muyuz? ( Ör: Mirac hadisinde Allah’ın insanın taşıyamayacağı 50 vakit namaz emretmesi sonra pazarlıkla indirmesi, yaratılmışların da şefaat edebilmesi rivayetleri veya “Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı.” /Buhari, İstizan 1; Müslim, Bir 115/ rivayetleri gibi) .
Kur’an’da geçmeyen bu tanımlamaları bir kişinin rivayetiyle (ahad rivayet) nasıl kabul edip de Allah hakkında bir kanaate varalım? Bu riski almak akla ve takva hassasiyetine sığar mı?

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...