30 Temmuz 2019 Salı

Göçmenlerin Bize Sağladığı Güç


Suriye iç savaşı ve bizim oraya müdahil olmamız bizi bir üst lige çıkardı. Kendi iç savaşını engellemeye çalışan ülkeden başka ülkenin iç savaşını büyük devletlerle masada ve sahada çözmeye çalışan bir ülke haline getirdi bizi. Rusya ile ilişkilerimiz gelişti, bu ilişki bize dünyada s400 alan Çin'den sonra ilk ülke olma imkanını verdi.. Irkçılığın son dönemde hızla  yükseldiği AB ülkeleriyle ciddi sorunlarımız vardı, bize her fırsatta sorunlar çıkartan bu ülkeler son 2-3 senedir Suriyeli göçmenlerden  korktukları için bize bulaşmamaya çalışıyorlar. Avrupada son yıllarda Türklere karşı artan ırkçı saldırılar son 2-3 yıldır artmamakta hatta azalma eğilimine girmiştir. Bu durum AB ülkelerinde her seçimde ırkçı partilerin oylarını artırmasına rağmen olmaktadır. Buna paralel olarak Avrupadaki Türkleri göçmenlikten avrupalılar ile göçmenler arasında bir yere taşımıştır. Burada Suriyelilerin yükünü taşımak Avrupadaki Türklere olan saldırıları, dışlanmayı azaltmaktadır. Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarımız konusunda AB ülkeleri çok daha fazla üzerimize gelebilirdi. Fakat AB’li sözcüler, bugünlerde Türkiye’ye karşı ellerinin güçlü olmadığını söylemek durumunda kalıyorlar, bu durum ABD basınına da yansımıştır.
 Evet biz bunları hesap etmeden Suriyeli kardeşlerimize kapımızı açtık büyük bir yükü üstlendik ama geldiğimiz noktada nükleer silahın sağlayamayacağı bir gücü bize sağlamış olmadı mı bu ensarlık?
Önceki dönemden bize  güçlü, nükleer silahı olan, sanayileşmiş bir ülke bırakılmadı ama geleneklerimizde olan göçmenlere kapı açma geleneği bize bugün büyük kapılar açıyor. Bu dönemde her alanda çıta yükseltildiği gibi göçmen kabulünde de çıta yükseltilmiştir olan budur. Hiç bedel ödemeden büyümek ve güçlenmeyi beklemek bizi bir yere götürmez.
Şimdi bu sermayemizi de içimizdeki bencil ve korkaklar yüzünden kaybetmeyelim.

25 Temmuz 2019 Perşembe

suriye


Suriye 1963 yılından itibaren OHAL altında idare edilmekteydi 1970 yılından beri de darbe ile idareyi ele geçiren ve nüfusun %13’ünü oluşturan Nusayriler tarafından idare edilmektedir. Dünyada nüfusun %13’ünün yönetimi elinde tuttuğu başka bir ülke yok. Aynı şeyi Türkiye için düşündüğümüzde 3-4 vilayetimizden değilse hiç bir vatandaşın yönetime gelemediği bir ülke olmak demek. Buna Türkiyeliler ne kadar sabrederdi.
Suriyeli neler yaşadı?
Katliam ve işkence Baas rejiminin en temel özelliğidir. Rejime yakın duran çevreler dışında Suriye’de işkenceye maruz kalmamış yurttaş bulmak neredeyse imkânsızdı. Muhalifler özellikle de Müslüman Kardeşler ajan olarak suçlanır avukat tutma hakkı olmadığından mahkumiyetten kurtulmak çok zordu.
Şubat 1982’de Hama şehri üç hafta süreyle top atışına tutuldu eski şehir tamamen yıkılmış hatta yıkıllan bina içlerinde muhalifleri ele geçirmek için zehirli gaz kullanılmıştı. Ölü sayısı 40.000.
2006'dan itibaren muhaliflere uygulanan seyahat yasakları Arap dünyasındaki en ağır seyahat yasakları olarak tanımlanmıştır. 1962 yılında binlerce Kürt vatandaşlıktan çıkarılmış ve onların soyundan gelenler "yabancılar" olarak fişlenmiştir.[
2009 yılında Gazetecileri Koruma Komitesi, dünya üzerinde blogger olmak için en kötü 10 ülke listesinde Suriye'ye 3. sırada yer vermiştir
İnternet sansürünün yoğun olduğu ülkede, politik sebeplerle internet siteleri yasaklanmış ve bu sitelere erişenler tutuklanmıştır. 2007 yılında kabul edilen bir yasa uyarınca internet kafeler, kullanıcılarının internet forumlarında yaptıkları tüm yorumları ve paylaşımları kaydetmek ve devlete bildirmekle yükümlü tutulmuşlardır.[96] Wikipedia, YouTube, Facebook, Twitter gibi internet siteleri sınırsız süreyle kapalı tutularak sansürlenmiştir. 
İşte bu şartları yaşayan Suriyeliler için arap baharı furyası bir fırsat olarak görüldü. Tunus’un Mısır’ın başardığını kendilerinin de başaracağı ümidiyle gösterilere başladılar.Şubat 2011’de Hüsnü Mübarek istifa edince Mart 2011’de de Suriye’nin  Dera şehrinde gösteriler başladı. Dünyada siyaseti takip eden herkes arap baharının en çok Suriye’ye yakışacağını biliyordu fakat Suriye devletinin sağlam istihbarat altyapısı bilindiğinden başarıya ulaşmaları zor görülüyordu. O günlerde Türkiye bir taraftan Suriye halkına sukunet telkin ederken diğer taraftan çok iyi ilişkiler içerisinde olduğu Suriye yönetimine demokratik açılımları biran önce devreye sokması için görüşmeler yapmaya başladı. Fakat Suriye demek sadece Esed demek olmadığından baas yönetimi Esed’i ilk ılımlı açıklamalarına ragmen barış yerine şiddet yoluyla gösterileri bastırmaya yöneltti. ( Türkiye’de Esed’e Esat denirdi bu İngilizceden tercüme olduğu için böyleydi İngilizce Assad yazıldığı için oradan Esat diye okunmuş.  Halbuki kelimenin anlamı arslan olan esed (الأسد ) kelimesidir, arap videoları izlenirse görülebilir). 
İlk büyük çatışmalar Humus, Dera ve Şam'da yaşansa da kısa sürede tüm ülke geneline yayılmıştı.
2012 ve 2013 yılları muhaliflerin avantajı ele geçirdikleri yıllar olmuştu. Muhalifler, Şam şehir merkezine bir kaç km'ye kadar yaklaşmış, Halep'in büyük bölümünü ele geçirmişlerdi. Humus'ta şehir merkezinde sert çarpışmalar yaşanmış, Kuzey ve Doğu Suriye büyük bir oranda rejimin elinden çıkmıştı.
Esed için sonun yaklaştığı günlerdi. Obama'nın kırmızı çizgimiz dediği kimyasal silahı da kullanan ( Haziran 2013) Esed  için artık sığınılacak ülke aranmaya başlandığı günlerdi.
Türkiye işte bu günlerde daha önce 80’li yıllarda Özal döneminde Afganistan iç savaşında muhaliflere yaptığı yardım gibi yine 1992-95 yıllarında  Özal ve ardından Demirel döneminde  Bosna savaşında Sırplara ve Hırvatlara karşı direniş gösteren Bosnalılara yaptığı yardım gibi yine 1994-96 yıllarında Çeçenistan-Rusya savaşında Türkiye istihbaratı neredeyse açıkça Çeçen direnişçilerine yaptığı yardım gibi Suriye halkına yardım etmeye çalışıyordu. Bütün bu saydığımız savaşlar ‘’meşru’’ sayılan devletlere karşı halkın direnişe kalktığı iç savaşlardır. Yani bu Türkiye devletinin geleneklerinde  olan bir durumdu.

 İç savaş sürecinde de ortaya çıktı ki aslında Batının Suriye üzerinde planları vardı. İsrail ve ABD Esed rejiminin yıkılmasını hiç istemedi. Esed’in yıkılmak üzere olduğu anda ABD icadı Deaşın imdadına kavuşması, İsrail’in Esed’i zorlayacak hiçbir girişimde bulunmaması Suriye rejiminin Rakka’yı Deaşa bırakması Rejimle YPG arasında ciddi çatışma olmaması Deaşın Rakkayı YPG’ye bırakması bütün bunlar ABD’nin Esed rejimini baştan beri ayakta kalmasını istediğini Esed hayranlarının bile gözüne sokmuştur.


İşte Türkiye’nin Suriye halkının dikta rejimden kurtulmak için başlattığı ve kısa sürede başarıya yaklaşan direnişçilerine yardımı bu dönemde başlamıştır. Fakat yabancı savaşçıların Suriye’ye gelmesi El-Kaide destekli grupların muhalefeti bölmeye başlaması ve Daeşin ortaya çıkması hem muhaliflerin gücünü kırdı hem de batı Deaşı stüdyolarda çekilen kafa kesme videolarıyla dünyaya servis etmesi neticesinde Suriye’de her şey birbirine girdi. Deaşın ortaya çıkması Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’ın muhaliflere yardımı çok sınırlı hale düşürmesine sebep oldu. Kısa sürede az kayıp vererek gerçekleşecek bir devrim Batının kendi planını devreye sokmasıyla uzadı ve kanlı bir iç savaşa dönüştü. İran’ın deaş karşısında müdahil olarak devreye girmesi ardından Rusya’nın devreye girmesi savaşın Deaş eliyle uzatılmasının ardından gerçekleşen durumdur. Burada Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın şu sözüne yer vermek uygun düşer: "Bizler müdahalede bulunmasaydık Şam bir haftada düşerdi."  İran milletvekili Ali Rıza Zekai, Eylül 2014’te şöyle diyordu: “Suriye krizine yönelik kritik kararlar almakta gecikseydik ve askerî olarak müdahale etmeseydik Suriye rejimi düşerdi.”
Artık Daeş açısından her şey ortaya çıktı ama yine tekrar edelim ki Türkiye Suriyeli muhaliflere yardım ederken o muhalifler bölündü ve içlerinden Daeş çıktı Daeşe katılan bir savaşçı daha önce muhaliflerin içinde savaşmış olmasını veya o dönemde Türkiye’de tedavi görmesini Türkiye Deaşa destek verdi şeklinde anlamak ve anlatmak bizim için anlaşılır bir durumdur çünkü biz nice milliyetçi-ulusalcı muhaliflerimizin çukurcu HDP’nin seçimde başarılı olması için çalıştığını görmüş milletiz. Muhalif çat burda çat şurdadır yarın kimin nerede olacağı bilinemez

16 Temmuz 2019 Salı

Ehli Reyciliğin kazandıracağı ivmeyi laiklere kaptırıyoruz.



Muhalefeti temsil eden ittifakın son dönemde yaptığı siyaset tarzı, gelenekçiliğe karşı yeni bir akıl olarak ortaya çıkan ‘’yumuşak dil, kucaklayıcı siyaset’’ taktiğidir.
Bunun kitabını da yayınladılar (Radikal Sevgi) 
Bu durum CHP’nin başını çektiği ittifak için gerçekten radikal bir değişimi ifade ediyor. Çünkü CHP’lilik gelenekçiliktir, önderi vardır, değişmez ilkeleri vardır, tahammülsüzdür. Fakat son dönemde bunları geriye attılar ve ‘’kucaklayıcı siyaset’’ taktiği uyguladılar. İlginç olan bunu tabanları da satın aldı, itiraz etmediler, sanki her biri aranmış uyarılmış gibi dillerini değiştirdiler yani bizim jargonla gelenekçilik yerine ehli reyciliği oynadılar. Bunu onların gelenekçi tabanı kaldırabildiyse bizim taban da kaldırabilir. 
Şimdi dönelim bizim durumumuza.
Bizim mezhep imamımız ehli reyciydi (İmam-ı Azam) İmam-ı Maturidi ehli reyciydi. Bana göre Gazali de döneminin şartlarında ehli reyciydi. (örnek; onun dönemine kadar müzik haram sayılırdı o bunun helal olduğunu savundu, herkes hızla batıniliğe kayarken o insanları kitaba çağırdı)
Türkiye müslümanları 90’ların sonu itibariyle Ehli Reyciliğe yeniden dönüş yapmaya başlamıştı. Ak Parti de bu hava üzerine kurulmuştu. Onun için Ak Parti toplumun bütün kesimlerinden oy aldı. Liberaller, vicdanlı solcular Ak Parti’nin yanında durdu, durabildi.
Ehli Reycilik zamanın ruhunu yakalamaktır. Bu anlayışa bugün gelenekçilerimiz reformculuk, Kur’ancılık, modernistlik diyerek karşı çıkmaktadır. Aslında mesele İslam’ı zamanın ruhuyla anlamaktır. Kur’ancı olduğu halde bunu yaklayamayan olduğu gibi rivayetlerin yeniden tetkikini gündemine almadığı halde bu ruhu yakalayabilenler olmaktadır.

3 Temmuz 2019 Çarşamba

Müslümanların dünyayı imar konusundaki açmazı.





Müslümanlık diğer bütün inançlara göre farklılık arz ediyor. İslam'ın yasakları var, ibadetleri var. Batı filmlerinde dahi Müslümanlar resmedilirken genelde ibadetlerini yapan, içkiden, zinadan kaçınan kişi olarak gösterilir. Müslümanlar bu konuda diğer inanç sahiplerinden az veya çok ayrı tutulur.

Gerçekten bir Hristiyanın samimi hristiyan olması için Hz İsa'yı inkar etmemesi arada bir kiliseye gitmesi, kötülüğü meslek edinmemesi yeterlidir. Musevilikte yasaklar ve ibadetler olmakla beraber Yahudiler bunu güçlü olmaya, diğer insanlara galebe çalmak için çalışmaya tebdil etmişler, dini metinlerinde de buna yer vererek iyi bir yahudi olmayı buna bağlamışlardır. Bütün teşkilatlanmalarında Tevrat'tan semboller kullanmışlar, İsrail davasını dinlerini ihya etmek olarak görmüşlerdir. Bu yüzden bir Yahudi davası için çalışıyorsa kendine göre dindardır.

Kendine göre dindar olmak insan için neden önemlidir?

Çünkü çelişki içerisinde yaşayan insan mutlu olamaz. Diğergam olamaz çünkü kendisini düşünmeyen başkasını neden düşünsün. Ölümü göze alacak derecede cesur olamaz çünkü inandığı Yaratıcısına karşı mahcuptur. Çok düzgün bir insan olamaz çünkü kendisine karşı dürüst değil, inandığı gibi yaşamıyor. Alıngan ve agresif olur çünkü kendini suçlu hisseder.

Dinini yaşamaya çalışanlara kızgın olur çünkü onlar çıtayı yükseltmektedir. Kendisinin Yaratıcı karşısında seviyesini düşürmektedirler.

Bu yüzden İslam ülkeleri başarılı olmak için dindar olmak zorundadırlar en azından dindarların idareci olmasını sağlamak zorundadırlar. Aksi halde son asırlarda şahit olduğumuz durumun bize gösterdiği gibi, Müslümanlar başarılı olamıyor. Ya İslam'ı toptan unutacaklar ya da İslam'ı yaşayacaklar. Bu yüzden bazı İslam ülkelerinde 1. Dünya savaşı sonrasında kurulan devletler İslam'ı toptan kaldırmaya çalıştılar ama başaramadılar çünkü bu başarılabilecek bir şey değildi.

Son yıllarda bütün engellemelere rağmen gelişen, büyüyen üç İslam ülkesinin yönetimlerinde dindar insanların olması tesadüf değildir. (Malezya, İran, Türkiye) Arap ülkelerinde yönetimde olan aileler dindar değildir, en az bizdeki sekülerler kadar dindarları sevmezler.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...