16 Şubat 2023 Perşembe

Hatay'a genel manada geç müdahale edilmesi çok doğal bir durumdu.


Yardım ekipleri bölgeye hızla hareket etti ama yol üstünde Kahramanmaraş ve Adana vardı, diğer taraftan gelenler için Gaziantep, Diyarbakır vardı.
Şimdi kurtarma ekibi hemen önüne çıkan enkazları es geçip kış şartlarında 200 km daha gitmesi doğru mu olurdu?
İlk müdahaleler doğal olarak ilk ulaşılan bölgede gerçekleşti.
Bu enkazdan canlı kurtarma işinin bir doğası olduğunu anlıyoruz.
Enkaz altında kalan kişi eğer ağır yaralıysa, oksijen alamıyorsa birkaç saat içerisinde hayatını kaybediyor.
Eğer bulunduğu konum hayatta kalmasına uygunsa sağ kurtulanlardan şahit olunduğu gibi beş, altı hatta sekiz gün yaşanabiliyor.
Dolayısıyla belli bir koordine halinde panik yapmadan eldeki ekipleri sırayla yönlendirmek gerekiyor.

Hoşafın yağı nerde veya üçgen Kızılay çadırları nerde?!


Yeniçeri ocağı mutfağında tek kepçe varmış ve asıl yemek ve hoşaf aynı kepçeyle kotarılıyormuş. Yeni aşçı bir kepçe daha alıp hoşafı ayrı kepçeyle kotarınca hoşafın üzerindeki yağ kaybolmuş. Yeniçeri isyan edip kazan kaldırmış, ‘’hoşafın yağı nerde!’’ diye.
Bizim yaygaracı muhalefet de bu durumda.
Eski Türkiye’de Afet İşleri ve Sivil Savunma yeterli kapasitede olmadığı için afet durumlarında sahaya asker girerdi.
Eskiden alıştığımız görüntü olan, sahada yabancı kurtarma ekiplerine getir götür yapan elinde kazma kürekli kamuflajlı erler ve üçgen Kızılay çadırları görülmeyince gelişmeye ayak uyduramayan muhalifler sahada Kızılay yok, asker yok diye yaygara yapmaya başladı.
Eskiden çadır kurma, sağlık müdahalesi, yemek içme neredeyse tamamen, bir dernek olan Kızılay’a yüklenmişti. Enkaz kaldırma işi askere, küçük bir sivil girişim olan AKUT’a ve yabancılara bırakılmıştı.
Şimdi gereği yapıldı ve enkaz altından kurtarma, çadır kurma ve genel organizasyon binlerce gönüllü ve çalışanı olan AFAD’a yüklendi. Kızılay artık sağlık işleri, yemek tedariği ve sürekli yardım işlerini üstleniyor. Üçgen çadırlar zaten tarihe karıştı.
Asker sadece takviye gerektiğinde sahaya iniyor.
Gelişmeye ayak uyduramayanlar aynı zamanda hiçbir şeyden memnun olmayanlardır. Bu durum eskiden beri aynıdır çok da takılmamak lazım.

İmar Barışı yanlış anlaşılıyor.

 

İmar barışındaki amaç mevcut binaların hukuki durumunu kayıt altına almaktır. Zaten uygulamanın adı yapı kayıt belgesi verilmesidir.
Uygulamanın adı şu şekilde geçmektedir.
Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar
Amaç konut veya iş yerlerinin fiili durumunun kayıt altına alınması, kat tapularının çıkartılabilmesi, vergi vs gibi devlete karşı borçlarının yerine getirmelerinde hakkaniyetin sağlanmasıdır.
Bina sakatsa, depreme dayanıksızsa bu ayrı yasanın konusudur. Bu kayıt uygulaması binanın bu durumlarda kanunen yıkılmasını engellemiyor.
5. madde aynen şöyledir.
(5) Kat mülkiyetine geçilmiş olması 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Ek 1 inci maddesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.
Bahsedilen kanun da şudur;
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı; 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca, riskli yapılar ile riskli alan ve rezerv yapı alanlarının tespitine, riskli yapıların yıktırılmasına, yapılacak planlamaya, dönüştürmeye tabi tutulacak taşınmazların değerinin tespitine, hak sahibi olacaklarla yapılacak anlaşmaya ve yapılacak yardımlara, yeniden yapılacak yapılara ve 6306 sayılı Kanun kapsamındaki diğer uygulamalara ilişkin usûl ve esasları belirlemektir.
Yapı kayıt belgesinin geçerlilik süresi
MADDE 9 – (1) Yapı Kayıt Belgesi, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerlidir.
Netice itibariyle komşu binanızın sakat olduğunu düşünüyorsanız devlete bildirdiğinizde gelip bakılır , karot yani beton örneği alınır, gerekli tespit yapılır eğer sakat çıkarsa imar barışına girmiş olması binanın kanunen yıkılmasını engellemez. Hatta bina ruhsatlı yapılmış olsa bile yıkılma mecburiyetini engellemez.
İmar barışına girmiş bina kentsel dönüşüm mecburiyetinden kurtulamaz. Yeter ki binanın ortakları başvurmuş olsun veya o parsellere dönüşüm teklifi gelsin. Üçte iki çoğunluk evet dediğinde binaları sakatsa inat edenler bunu engelleyemez.

Buna öğrenilmiş çaresizlik mi diyelim? (deprem)

 


 

Herkes buna çoğu  Ak Partililer de dahil,  ülkemizde depreme dayanıklı konut yapmayı beceremediğimiz bir ön kabulüyle  söze başlıyor.

 

Halbuki öyle değil.

 

Kahramanmaraş merkezli büyük depremde yıkılan binaların % 98,5’i  eski binalar yani 1999 depreminden sonra 2001’de çıkan deprem yönetmenliğine göre yapılmayan  binalar.

 

Bu bölgedeki mevcut binaların toplamının % 54’ü 2001 sonrası yapılan binalar.

Bu şunu ifade ediyor eğer mevcut binaların tamamı 2001 sonrası yapılmış olsaydı şu ana kadar tespit edilen 62 bin ağır hasarlı ve yıkılmış bina yerine en çok 1.000- 1.500 yıkılmış binadan bahsedecektik. 36.000 can kaybı yerine 800-1000 civarında bir can kaybımız olacaktı.

 

 75.000 adet yıkılan ve orta hasar alan binada 350.000 adet kullanılamaz duruma gelen daire yerine 5-6 bin daire yapmamız gerekecekti.

 

1999 depreminden alınan ders neticesinde iş sağlam tutuldu ve deprem bölgesinde %54 oranında sağlam bina yapıldı. Eğer bu ders alınmasa eski usul devam edilseydi bugün 150.000 yıkılan binaya ve 80-100 bin  can kaybına şahit olabilirdik.

 

Ders alıyoruz ve daha iyiye gidiyoruz. Bu konuda en  iyiyi yaptığını bildiğimiz Japonya’da 2011’de meydana gelen depremde 19.759 can kaybı yaşandı.

Bize düşen,  bu sefer aldığımız dersle deprem bölgelerinde yaşayanların hızla evlerini depreme dayanıklı evlere dönüştürmesi.  Türkiye artık depreme dayanıklı ev yapıyor bu konuda bir şüphe yok.

 

Kimse öğrenilmiş çaresizlik duygusuna teslim olmasın veya bunu bahane edip yeni eski farkı yok deyip eski evlerinde oturmaya devam etmesin.

 

8 Şubat 2023 Çarşamba

DEPREMDE YENİ BİNA VE ESKİ BİNA FARKI YETERİNCE İNSANIMIZA ANLATILMIYOR.

 EĞER DEPREM BÖLGESİNDEKİ BİNALARIN HEPSİ 2001 SONRASI YAPILAN BİNALAR OLSAYDI TARİHİ BÜYÜK BİR DEPREM YAŞAMIŞ OLDUĞUMUZ HALDE ŞU ANDA SADECE BİRKAÇ YÜZ ÖLÜMDEN BAHSEDECEKTİK.

Yeni binalar kısmen hasar alabilir belki birkaçı yıkılmış da olacak ama kesinlikle 20 yıl önce yapılan binalar gibi yaygın şekilde ölüm ve yaralanma sonucu doğuracak biçimde yerle bir olmuyorlar.
BU DURUM HER DEPREM YAŞANDIĞINDA BU ŞEKİLDE İNSANLARA YANSITILSA İNSANIMIZ YENİ BİNANIN KIYMETİNİ BİLECEK VE KENTSEL DÖNÜŞÜMLERE RAĞBET EDECEKTİ.
Fakat ülkemizde yaygın biçimde bir beton ve müteahhit düşmanlığı modası var.
Evet eski dönemde çok zayıf binalar yapıldı ülkemizde. Bunun birinci sebebi mevzuat öyleydi, ikincisi denetim yoktu. Lafı uzatmayalım bu ülkede ciddi bir devlet yoktu.
1999 depreminden sonra bu konu ciddiye alınmaya başlandı. Fakat mevzuat olarak ciddiye alındı eğer denetim ve takibi eski Türkiye’deki gibi yapılsaydı o mevzuat da sulanacak yine insanlar bildiğini yapacaktı.
29 Haziran 2001 tarihinde 4708 sayılı YAPI DENETİMİ Hakkında Kanunu yürürlüğe girmiştir.
1999 depreminden sonra çıkartılan raporlarda şu tespitler yapılmıştı.
''Projelerin %91’inde tasarım, hesap ve çizim hatalarının bulunması; beton mukavemetinin projesinde öngörülenden ortalama %40 daha az olması ve TUS’lar tarafından uygulamanın yeteri kadar denetlenmediği bilinmektedir.''
DİKKAT EDELİM BETON BİNADAN BAHSEDİYORUZ YIL 1999. ABD’DE 102 KATLI BİNA 1931’DE YAPILMIŞTI. YANİ TÜRKİYE’DE BETONARME İNŞAATIN MEVZUATI BİLE 2000 YILINA KADAR DOĞRU YAPILMAMIŞTI.
Eski dönemde inşaatların denetimi TUS (Teknik Uygulama sorumlusu) olarak isimlendirilen ve serbest çalışan mimar ve mühendislere bırakılmıştı. Bu sorumlu mühendisler projeyi çizer bir daha inşaata uğramazdı.
Neticede 2001‘de Yapı Denetimi Hakkında Kanunu yürürlüğe girmiştir.
İlerleyen dönemde 2008 ve 2015 tarihli Yapı Denetim Yönetmelikleri yürürlüğe girmiştir.
Eski Türkiye’de kanunlar, yönetmelikler çıkar ama uygulanmazdı. Büyük ihtimal Yapı Denetim Yönetmeliği de böyle olacaktı. Çünkü işin içinde biri olarak biliyorum eskiden inşaatların nasıl başıboş bırakıldığını.
Eski dönemde de inşaatlar proje çizilerek ruhsat alınarak yapılırdı ama iş tamamen müteahhitlerin insafına bırakılırdı. Deniz kumu gerektiği şekilde yıkanmadan piyasada satılırdı.
İnşaat yapılırken demir, çimento müteahhidin istediği kadar konurdu o yoksa kalfanın inisiyatifine kalırdı.
O zaman da belediyelerin inşaatları denetleme yetkisi vardı ama yapılmazdı. 3 kat ruhsat alınır 8 kat bina yapılırdı.
2001’de çıkan yasayla yapı denetim firmaları kuruldu. Ak parti iktidarı döneminde bu firmalar usulüne uygun kurulması ve denetlenmesi sağlandı. Bu firmaların işlem ve faaliyetlerini denetleme yetkisine sahip Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adına İl Çevre ve Şehircilik Müdürlükleridir. Bakanlık izniyle kurulan bu firmalar bakanlığa bağlı müdürlükler tarafından düzenli denetlenirler.
Bu firmalar önceleri müteahhitler tarafından bulunup anlaşma yapılırdı. Sonra bu da değiştirildi denetim firmaları havuzu kuruldu müteahhidin çalışacağı denetim firması kurayla belirlenmesi usule bağlandı. Böylece firma parasını aldığı inşaat firmasına bir mecburiyeti kalmadı.
Neticede inşaatların deprem yönetmenliğine uygun yapılması son 20 yıldır sıkı şekilde denetlenmektedir.
Bu gerçekle birlikte bir moda haline gelen ülke betona gömüldü yaygarası ile inşaatlar ve müteahhitler düşman bellenmeye çalışılmıştır.
Ülke, hem inşaata düşman hale gelmiş hem de yeni ve depreme dayanıklı yeterince bina yapılmadı diye hayıflanmaktadır. Çünkü halkımız yeni binaların depreme dayanıklı olduğunu, son depremlerde yeni binaların çok az sayıda ölüme sebep olduğunu bir gerçek olarak zihinlerine yerleştirmiş değil.

İstemezükçülere Kalsak Halimiz Ne Olurdu?

  Muhaliflerin devamlı dile getirdikleri yatırımlar gereksiz, yatırımlar yap işlet sistemiyle yapıldı çok pahalıya mal oldu, o köprüye ne ge...